Ali Özenç Çağlar, Oya Gündüz Aksu‘yu Anlatıyor
Kimilerine ilginç gelebilir, ama ben bir yazıya başlayacağım zaman, önce o yazının ismini koymaya çalışırım. Öyle yaptığımda sanki başlık beni işleyeceğim konuya daha iyi odaklayacakmış gibime geliyor. Örneğin bazı genç arkadaşlarım bana şiir, öykü, ya da deneme türü yazılar gönderdiklerinde, bakıyorum, yazıların başlıkları yok! Kendim -içeriğine uygun- bir isim koysam. Arkadaşlar rahatsız olabilir. Hadi telefona sarılıyorum vs. Tabi bunun için de herkesin bir bahanesi vardır. Ne var ki bu yazıya başlarken, daha Oya Gündüz Aksu’nun şiirlerini okumaya başlamadan önce, kitaplarını postadan aldığımda -yazının da-başlığını koymuştum. Aslında koyduğum yukarıdaki şu başlığı, daha çok, şairlere, yayıncılara biraz da eleştiri olsun diye seçtim. Bir zamanlar salt bu yüzden, ben şiirlerimin basımını geri çekmiştim…
Değerli güzel insan, Oya Gündüz Aksu, üç şiir bir de Çocuk Romanı ile birlikte kitaplarını gönderince, doğrusu dersinden pekiyi almış ilkokul çocukları gibi sevinmiştim. Birini bırakıp birini açıyordum. Hanım karşı koltuktan seslendi: “şunların birine de ben bakabilir miyim?” dedi. Hiç oralı olmadım. Çünkü önce ben koklamalıydım bu şiirleri ve o güzel çocuk romanını da ilk ben okumalıydım. İyi de, yazarın ismi yok kitaplarda; bir ona bakıyorum, bir ona. Sonra ilişti gözüme, ‘Kuşlara Tutunmasam Ölmem’isimli kitabın kapağının en en altında minicik yazılarla zor seçilir bir şekilde, Oya Aksu yazıyor. Hemen benim başıma gelenler aklıma geldi. Bana da böyle bir kapak örneği ile gelindiğinde yayıncıya itiraz etmiştim: “Yazarın ismini biraz daha iri puntolarla yazamaz mısınız?” dediğimde, adam bana, “Ali Bey biz de biraz alçakgönüllü olsun dedik.” Demez mi? Sanki ben ayıp bir şey yapıyormuşum gibi. Ben saatlerimi, günlerimi, gecelerimi verip o yazıları, şiirleri kotarmışım, bin bir düşle, sıkıntılarla onları kitap çıkarma aşamasına getirmişim, yeteneksiz bir grafikerin önerisine evet mi diyeceğim yani? Her neyse…
Gelenlerin okuma aşamasına geçtiğimde, Oya Gündüz Aksu’nun şiirleri beni oldukça etkiledi. Artık acemilik dönemini çoktan geçmiş; ne yapmak istediğini bilen bir şairle karşı karşıyaydım şu an. İyi de neden onun ismini öyle o kadar küçük, o kadar okunmaz renklerin arasına sıkıştırmışlardı. Oysa kitap kapakları fena değil, sayfa düzeni eksiksiz; belli ki usta bir el emek vererek düzenlemiş kitapları. Oysa şair burada mutlaka sözünü söylemelidir. Çünkü o şair, iki üç haftalık süreler içinde hazırlanıp basılan yetmiş, seksen sayfalık kitaplara ne kadar ve nasıl emek veriyor, bunu kimse bilemez. Bazen aylarını, yıllarını alıyordur o gördüğünüz kitap. Hele roman ise, bu daha da uzun bir süreci içeriyor.
Şairin elimde üç şiir kitabı bulunuyordu. Onları tarihlerine göre sıralıyorum masama. İlki ‘Kâğıt Kokusu’ tam da bir şiir kitabına gidecek isim. Derinliği olan bir başlık. 2012’nin Mayıs ayında basılmış. Ben onlara ilk şiirler olarak bakıyorum. Kimbilir belki içlerinde bazıları on yıl önce de yazılmış olabilir. Diğeri ‘Kuşlara Tutunsam Ölmem’ basım tarihi Eylül 2015. Üçüncü kitap ise, Nisan 2019 da basılmış. Onu da şairin son şiirleri gözüyle okuyor ve inceliyorum. Gerçi bir kural değildir, ama nedense ben hep öncelikle şiire kitabın isminin verildiği şiirleri okumak isterim. Tabi kimi kur nazlık eden yazarlar da, kitabın içinde geçen herhangi bir dizeyi kitaba isim olarak koyabiliyor. Fakat bizim şairimiz öyle yapmamış. Tabi ki, baştan isimleri kitaplarına verilmiş olan şiirleri okuyorum. Romanı En sona bırakıyorum. O, benim esas alanım olduğu için, onu herhalde okurken cıcığını çıkarırım.
Ancak gördüğüm tek şey, Oya Gündüz Aksu’nun kitapları arasında önceki, sonraki şiirler diye ayırabileceğim şiirler yoktu. Hepsi de ustalıkla oya gibi, sabırla işlenmiş şiirlerdir. Kuşkusuz tüm şiirler aynı düzeyde etkileyici, vurucu, okuyanda farklı izler, farklı tatlar bırakan şiirler; her biri çeşitlilik arzediyor. Tıpkı doğadaki, ya da bir bahçedeki renkler ve kokular gibidir onlar. Bir şair dostum demişti bir gün: “Sen sen ol güzel ile güzeli kıyaslama” diye. Haklıydı. Yeter ki şair şiiri, onun hassasiyetlerini, iç müziğini, uyak örgüsünü ve de arkaik dönemden bu yana şiirin tarihini iyi bilsin. Bunları sindiremeyen bir kimse şair olamaz, yazdıkları da şiir olmaz zaten. Öyle birkaç güzel dizenin alt alta yazılması ve bol bol uyakların orada burada kullanılmasıyla ne yazık ki yazılanlar her zaman şiir olmuyor. Çağdaş şiire ulaşabilmek için mutlaka Türk Halk Şiir’ini birkaç kez hatim etmek gerekir. Oya Gündüz Aksu -aslında bana göre- bu sınavı başarıyla geçmiş. Onun şiirlerini okuduğunuzda tüm bu altını çizmeye çalıştığım izleri siz de göreceksiniz. Hoş, ince bir duyarlılığa sahip şairimiz. Söz konusu dizelerde, anlam derinliğine uygun ve yalın sade bir söylemle karşılaşıyorsunuz. Bir çiçeğin rengiyle bir yaşamın rengi bütünleşiveriyor; bakıyorsunuz, bir bakışta, bir susuşta düğümleniveriyor her şey. Ve şiirdeki o iç müzik sizi daima takip ediyor. Bir başka şiirde ise, çocuk yüreğiniz ayağa kalkıyor, bazılarında yaşanmışlıklar ağır basıyor. Birinde aşk, sevgi bir acı çarpıyor yüzünüze:
(*)
“Sesimi uçurma zamanları
Hep bir bıçak
Kıyısında ağzımın
Kurumuş sözcükler dilimin ıslağında
Sütliman söylenceler
Kendini eğlendiren
Zavallı bir kukla
Oysa içten içe
Pusudadır
Kapıları zorlayan bir fırtına.
(*)’Kuşlara Tutunsam Ölmem’ S: 75
Oya Gündüz Aksu, kimi şiirlerinde felsefi bir bakış açısıyla da yaklaşıyor şiire. İşte onlardan biri:
….. (*)
İşi gücü bırakıp
Eğlenceye gider mi karınca
Ya da
Akmaktan yorulur mu nehir
Yatağına
Peki ya siz
Koşa koşa
Nereye vardınız
Ağaçlar dikin ayaklarınıza
Bırakın uzasın sakallarınız.
(*)Aynı kitaptan.
Kâğıt Kokusu isimli kitapta da beni çarpan şiirlerle karşılaştım. Büyük bir duyarlılıkla kalemin ucuna gelen o sihirli sözcükler nasılda kelebekler gibi giriveriyor yaşamımıza, sanki bizim parçamızmış gibi, soluk alırken bile onların müziğini duyumsuyoruz dilinizde. Şiir zaten bu noktadan sonra ses vermeye başlıyor size.
(*) ‘Kâğıt Kokusu’ aynı zamanda kitabın son şiiri:
…..
Soluksuz girerim
Her gece
Araladığım sihirli kapından
Kokusuna vurulduğum
Odalarında kayboldukça
Kendimi bulduğum
Vefalı dostum
Eksik olma başucumdan.
(*) Kâğıt Kokusu/Oya Gündüz Aksu/AydiliSanat Yayınları/Eylül 2012 – Tandoğan/ Ankara
‘Kaçış Rampası’, -yukarıda da söylediğimiz gibi-, yazarın üçüncü kitabı. Yaşamın da yoğunluğu ile daha bir durmuş oturmuş dizeler var bu kitapta. Daha uzun soluklu, örgüsü daha sık ve yalın. Sözcükler bir daha özenli dokunmuş tezgâhında şairin. Bu kitaptaki beğendiğim şiirlerin baş tarafına kara kalemle işaret koyuyordum. Bu işaretler, yazıyı yazarken sayfamda yer vermek istediğim şiirler olacaktı. Kitap bitince bir baktım ki, ben kitaptaki bütün şiirlere işaret koymuşum; olacak şey değil. Ama ben haklıydım, çünkü şiirlerin her biri birbirinden güzeldi. Bu başarısından dolayı sevgili Oya Gündüz Aksu’yu içtenlikle kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.
Yazarın dördüncü kitabı ise, ‘AKSAK SESLER’ isimli çocuk romanı ve 120 sayfa. Onu da severek ve büyük bir merakla okudum. Oya Gündüz Aksu orada da, kırsalda geçen güzel bir konu yakalamış ve yine şair titizliği ile işlemiş. Ama onun ayrıntılarına girmek istemiyorum. O kitabı da ‘ÇAĞDAŞ EDEBİYAT ‘ın gelecek Eylül sayısında ele alacağım.
‘Kaçış Rampası’ isimli kitaptan seçtiğim şiirlerle bitirmek istiyorum yazımı:
ÇETELE
Herkes kendi zindanında
Yarına bir pencere açar
Yaşanan ne varsa çizik
Ne varsa
Siliktir aynalarda
Kıyıya vuran günlerin tutulmaz çetelesi
Ay bile güler aldanışlarına
Kaldırımlardan topladıkça kendini
Gönüllü yapışır dört duvarına.
Son-bahar
Bu sonbahar
Bir kanadım düştü dalımdan
Erken yağınca kar.
Yaygaracı (*)
Hep sen konuşursun sanma
İşte bu suskun bildiğin dolap
Konuşur yanıbaşındaki duvarla
Çiçeklerle fısıldaşır pencereler
Albümler fotoğraflarla
Hele su sırlı aynanın
Gözlerine her bakışımızda
Nereden belli
Okkalı bir küfürle
Yüzümüze tükürmediği
Hep sen konuşursun sanma
Nehirler ağaçlarla konuşur
Yollar yolcularla
Başakların söylediği ninni
Böcekleri bile uyutur…
* Kaçış Rampası/ Oya Gündüz Aksu/AydiliSanat Yayınları/1. Baskı/Nisan 2019
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz