Bizim Arastanın Apo’su
Apo, Büyük Sinama’nın orada, kardeşiyle birlikte kavga ede ede Erdoğan Zoraman’ın tuhafiye dükkanın önüne kadar gelmişlerdi. Erdoğan da elindeki çengelli değnekle dükkanın önünde okul zamanı olduğu için, çantaları, ucuz ceket ve paltoları, aşağıda büyük kutulara yerleştirilmiş olan Domino, Örenbayan marka renkli yumaklar, çorap, beyaz okul yakalıkları, çuval içinde renkli yünler, yine değişik marka kanaviçe yumak kutuları, bir kıyıya diklemesine bırakılmış şemsiyeleri sabah sabah onları düzene sokmaya çalışıyordu.
Erdoğan durdu, Apo ile abisi Hüseyin’e baktı; kaşları çatıktı. Tam da yeni dizdiği eşyaların dibinde kakışıp duruyorlardı hala. Karşı köşedeki Çoruhlu Veli de karşı köşede çınarın dibine, tam da oradaki dua kitapları, Tecvitler, Mevlüt ve Kuran satan kitapçı dükkanının önüne dikilmiş, Apo ile kardeşine seslenerek takılıyordu:
-Apo, ne o oğlum sen yine altına işemişsin galiba! diye seslendi. Apo gözlerini patlatarak hemen paçalarına, apışarasına baktı. Utangaç bir yüzle Terzi Veli’ye bakarak sırıttı. Apo gülünce öndeki 32 dişi görünürdü zaten.
-Yok… Yok, yok!… diyerek, kardeşinin kolunu çekip, Tahir Ün Caddesi’nden aşağıya yönlendiriyordu onu. Zoraman’ın küçük kızı Gonca da dükkandan koşarak geldi babasının yanında, elleri arkadan bağlı durarak seyrediyordu. Erdoğan’ın hala kaşları çatık ve tedirgin, Terzi Veli’ye seslendi.
-Yahu Veli abi, bırak şu delileri. Zaten sabahtan beri zorla yerleştirdim eşyaları, şimdi birbirleriyle uğraşırken hepsini yıkacaklar. Zaten bir hafta önce Apo yalnız geldiğinde sevecenlikle ona bir tahta tabure vererek dükkânın önüne oturtmuştu. Ancak Apo durduğu yerde duramıyordu ki, bir ters hareket yaparak tabureden aşağıya düşmüş ve tabi taburenin de iki ayağını birden kırmıştı. Hatta biraderi Nusret de Erdoğan’a, niye Apo’ya tabure verdiği için söylenmişti. Şimdi de iki kardeş dükkanın önünde dolanınca kızmıştı adam.
Manifaturacı İsmail Çağlaroğlu da, dükkânın kapısına çıkmış Terzi Adil ile gülerek onları seyrediyorlardı. Adil’in biraderi Vedat da, acele adımlarla işine giderken oradakilere selem verip yoluna devam etti. Alt köşeden Rıza Bayer çıktı, Apo’ya seslenerek:
-Sen gel buraya Apo, bak ben ikinize de birer simit almıştım, yeyin şunları. Bu kez Apo’nun kardeşi Hüseyin iri iri gözlerini açarak sesin geldiği yere baktı. “Simit” sözcüğü dikkatini çekmiş olmalıydı. Hemen kardeşinin kolunu bırakıp, paytak paytak sağa sola devrile devrile Rıza Bayer’e doğru yürümeye başladı. Apo olayı anlayamadı, bir Erdoğan Zoroman’ın yüzüne bakıyor bir de Çoruhlu Veli’ye ve hemen o da kardeşinin arkasından hızlı adımlarla koşmaya başladı. Zoraman, elindeki değneğin ucunu yere vurup:
-Oh be, ödüm koptu yerleştirdiklerimi yıkacaklar diye. dedi, sonra da Terzi Veli’ye, “Abi senin de hiç işin yok vallahi; hep diyorum takılma şunlara!” deyip işine devam etti. Az sonra Erdoğan’ın ortanca kızı içeriden koşarak gelip birlikte babalarına yardım etmeye çalıştılar. Bu kızlar babalarıyla birlikte dükkâna gelmeyi çok severlerdi. Bu sabah da öyle oldu, annelerinden zorla izin alıp gelmişlerdi. Zaten çoğu gün okuldan çıktıklarında da koşarak geldikleri yer burasıydı. Eh şimdi de kendilerini gösterip babalarına yardımcı olmalıydılar.
Fakat az ilerde Apo ile kardeşinin tartışmaları bitmemişti. Bu kez Hüseyin, daha büyük olduğu için, özgüveni diğerinden fazlaydı ve hemen Rıza Bayer’in elinden simitleri kaparak birini kendine alırken, diğerinin de yarısını bölüp kardeşine verdi. Yani bu durumda kendi bir buçuk alırken Apo’ya yarım simit düşmüştü. Ancak Apo, acayip, anlaşılmaz sesler çıkararak simitin tamamını istiyordu. Fakat Hüseyin Apo’dan daha inattı, kaşlarını çatmış, ağzının bir yanından tükürükler saçarak kardeşine bağırıp bir şeyler söylüyordu., söylüyordu ama, onları etrafta dikilip kendilerini seyredenler bir türlü anlamıyorlardı, çünkü oğlanların ikisi de engelliydi ve yaşları yirmi falan olmasına karşın, zekaları altı yedi yaşındaki çocukların düzeyinde bile değildi. Ne var ki üstleri başları temizdi. Örneğin onların yaşına yakın olan Hakkı hiç de öyle değildi. Sırtındaki kıyafetler yırtık pırtık ve oldukça da pisti. Ancak bunlar, yani Hüseyin ve Apo tertemiz idiler. Çünkü anneleri Fadime Hanım temiz bir kadındı… Apolar Efendi Mahallesinde oturuyorlardı. Kadın, küçüklüklerinden beri bu iki engelli oğullarını her zaman pırıl pırıl, tertemiz salardı sokağa. Komşular bile Fadime Hanımın bu haline gıpta ile bakarlardı. Onun temizliği koca Efendi mahallesinde konuşulurdu.
Zoraman’ın alt köşesindeki dükkanın sahibi Makineci Halil ve ona doğru gelen Kaymak Ahmet de seyredenlere katıldı. Apo ile Hüseyin hala Simit kavgası ediyorlardı. Diğeri şiddetle yarım simite itiraz ediyordu.
Makineci Halil birkaç adım öne çıkarak Manifaturacı Rıza’ya seslendi:
-Kabahat hep sende Rıza, simitleri sen bölüştürecektin. Zaten ikisinin de aklı kıt, hiç iki simit birine emanet edilir mi?.Arastanın bir başka önemli karakterlerinden biri olan Terzi Zühtü de, Yılmaz Tepeli’nin dükkânın önünde, Yılmaz abi ile ellerinde bir top kumaş üzerine tartışma yapıyorlardı.
Kaymak Ahmet, dönüp Makineci Halil’e sordu:
-Yahu Halil amca, bunlar nereden buluyor bu bandocu kıyafetlerini böyle, baksana ikisinde de aynı sırmalı sırmalı apoletli elbiseler var.
-Bilmem ki oğlum Bunlar sanki analarından bu kıyafetlerle doğmuşlar. Senelerdir ben onları hep öyle görürüm. Vardır herhalde bir hikâyesi. dedi.
Makineci Halil Amca haklıydı. Çünkü Apo ve abisi Hüseyin’in sırtında şu bizim Akhisar Bando Takımı elemanlarının giydiği allı pullu, apoletli, sırmalı kıyafetlerden vardı. En ilginci de bu arasta onları her hafta başka bir renk kıyafetle görüyordu. Başlarında general şapkası gibi ay yıldızlı siyah taraklı şapkalar, yine güneşten parlayan yıldızlı ve de yaldızlı apoletlerle daha da ilginç oluyorlardı. Bazen bunlar Akhisar Güneş Spor takımının maçlarına bayrak taşıyarak giderlerdi.
Erdoğan hala elinde o eşyaları astığı çengellı sırık ile gelerek komşusu Makineci Halil’in arkasına dikildi. Karşılarında da Arastanın ilginç karakterlerinden biri olan Terzi Zühtü ile Yılmaz Tepeli, hala ellerinde bir top kumaş ile kalite ölçümü yapar gibi, kumaşa parmaklarıyla elliyor ve karşılıklı fikirlerini söylüyorlardı. Zühtü sonunda:
Hadi eyvallah Yılmaz ben gidiyorum, kalfa şimdi beni arıyordur. diyerek dükkânına doğru ilerledi ve az sonra da dirseği dönüp kayboldu.
Rıza Bayerin dükkânın önündeki seyir devam ediyordu;. yukarıdan kocaman bir karga vag vaglayarak üzerlerinden geçip Güplüce’ye doğru uçtu. Köylüler, yaylı yaysız, arabalar, eşekler, omuzlarında heybeleriyle akın akın kentin merkezine gelmekteydiler. Örneğin hastalar doktorların önlerini doldururken, avukatların yazıhanelerinde de kıpırdamalar başlamış, kalabalıklar bölüne bölüne kentin içine dağılıyorlardı. Bir yığın Ziraat Bankası önünü doldururken, bir başka insan kalabalığı da Hükümet binasının önüne doğru ilerlemekteydi. Köylüler kente gelişlerini genellikle bu güne denk getirmeye ve tüm işlerini bu gün halletmeye çalışırlardı. Çünkü bugün Çarşamba ve Akhisar’ın pazarıydı…
Eylül 2022 – Akhisar
Öykü
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz