Deneme

Ali Özenç Çağlar ve Bir Deneme Yazısı

Güzeli Yazmak Nasıl Olur/ Deneme

Şiir olsun, deneme, öykü, roman olsun, iyinin en iyisini, güzelin en güzelini, en düzeylisini yazmak neyle ve nasıl olur? Böyle bir şeyi başarabilmek için yazarın nasıl bir donanıma ihtiyacı verdır. Benim sürekli olarak kendime sorduğum sorulardır bunlar. Her defasında kendimi aşmak için aradığım yöntemler, kaynaklar. İşe tabi ki öncelikle neyi ne kadar bildiğimi sorgulamakla başlıyorum. Belleğimi, bilgi düzeyimi ölçümlüyorum. Okumada ne düzeydeyim, günde kaç sayfa, ayda, yılda kaç kitap okuyorum ve bunların çeşitliliği nelerdir? Yoksa yalnız aşk, yada polisiye romanlarına mı takılıyorum? Kulaktan duymayla mı o eksik bilgileri tamamlamaya çalışıyorum? Acaba okuduklarımın içinde felsefe, sosyoloji, kültürel gelişkinlik üzerine kaç kitap var. En önemlisi de okuduklarımı özümseyebiliyor muyum? Tarih bilgim ne düzeyde mesela? Çağdaş dünya edebiyatını nereye kadar biliyor, takip ediyorum? Tüm bunları gözden geçirdikten sonra, -varsa eğer- eksik yanlarımı taze öğretilerle tamamlaya, zenginleştirmeye çalışıyorum. Roman  yazıyorsam, doğa betimlemelerinde, psikolojik çözümlemelerde bir Tolstoy’a, bir Dostoyevski’ye, Marquez’e ne zaman yaklaşabilirim. Çıtayı yüksek tutarak, bir Yaşar Kemal, bir orhan Kemal, şiirde bir Nazım Hikmet, Ahmet Arif, bilgelikte bir Aşık Veysel ne zaman olurum, olabilir miyim? Bunları sorgulamayan bir kalem neyi ne kadar yazar ki? Yoksa kendi kendimize düş kurup büyük büyük laf etmekle olmuyor; somut, elle tutulur bir şeyler yapmalıyım diyorum. Eğer bu sorulara yanıt bulamazsak ve her alt alta yazılan dizeleri şiir, her düz yazıyı deneme, öykü, ya da roman sanırsak çuvalladığımızın resmidir.

Daha açık olmak adına, şöyle de anlatabilirim belki: Yazıda güzeli ve gerçekliği nasıl bir biçemle verebilirim. Aslında burada ölçü, yazarın kendi beğenileri olmalıdır. Kuşkusuz hiçbirimiz her okuduğumuz kitabı sevmeyiz ve bu durum kişiye göre değişir. İnsanların algı düzeyine göre değişir. Fakat nerden bakarsanız bakın, güzel güzeldir. O zaman yapılacak tek şey, okuduğunuz kitaplar arasında en güzellerini, en en nitelikli yapıtları, paragraf ve tümceleri, yaratılan karakterleri, iç örgüleri bir kıyıya yazmak ve onlar üzerinde daha bir yoğun çalışmak gerekiyor. Örneğin Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını, Karamazof Kardeşler’ini, Tolstoy’un, Savaş ve Barış’ı, Madam Bovary, Alexandre Dumas’ın Kamelyalı Kadın’ı;  Jerzy Kozinski’nin Boyalı Kuş’u, Jose Saramago’nun Körlük romanı, dahası, Albert Camus’un VEBA romanı neden çok çok beğenilmiş/ beğenmişim ve tüm bu eserler neden dünyada en çok okunanlar arasına girmiş; ve tabi daha niceleri. Bu yazılanlardaki ustalıkla benim yazdıklarım arasındaki uçurum hangi noktada, hiç korkmadan, cesaretle ve de komplekse kapılmadan irdelenmesi gerekiyor.

Eğer bir yazar bunları yüreklice yapamazsa, nasıl ve ne kadar ilerler, yol alır bilemem. Burada bir de disiplin büyük rol oynuyor. Şayet yayınlamak için değil de, kendi ve yakın çevren için yazıyorsan, istediğiniz gibi ve istediğiniz yöntemle yazabilirsiniz. Ama yazdıklarınızla topluma bir takım güzellikleri iletmek, bunları onlarla paylaşmak istiyorsanız, o zaman iyiden, güzelden, eksiksiz nitelikli ürünler vermekten söz etmek durumundasınız. İşte öncelikle bunlar için çaba harcayarak araştırmalısınız.

Bütün bu saydığım işlerde -az önce söylediğim gibi- disiplinin ayrı bir önemi var; araştırmak, didinmek en ön plande tutulması gereken uğraş gibime geliyor. Eğer uğraşınız edebiyatsa, onunla adeta bütünleşmelisiniz. Çünkü insan ancak yazdıkça yetkinleşir, yazdıkça iyiye, güzele daha çok yaklaşır. Aksi ise, ego’ya yelken açmak ve büyük yazar havalarında ortalarda dolanmaktır. Ne yazık ki her şey o kadar kolay ve basit değil.

Bir de madolyonun öteki yüzü vardır. O da, her zaman açık açık söylenmesi, itiraf edilmesi zor olan yüzü: Kişinin, bireyin, yazan, kalemin konumlandığı yer; yani yaşadığınız toplumsal yapı içerisindeki yeriniz. Siz nerede duruyorsunuz? Yani emekten, demokrasiden, adalet ve hukuktan, yana mısınız, yoksa egemen güçlerin, oluşturduğu soygun düzeninden yana mı? “Ben işime gelenin düdüğünü çalarım.” diyorsanız, size söyleyecek sözümüz yok kuşkusuz. Siz yine bildiğiniz yolda devam edin.

Elbette ki bir yazarın misyonu, bizim misyonumuz haraminin karşısında durmak olmalıdır, katılırsınız katılmazsınız; ama öyle pembe bulutlarda dolanıp, yangın yerinde çiçek toplamaya kalkmakla bunlar olası değil maalesef…

Ali Özenç Çağlar

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

1 Yorum

  • CEVAPLA
    Ayşe Baran Eren
    1 Mayıs 2022 at 10:09

    Yazar adaylarına kapı açan ve doğru yolda yürümenin pusulasını veren çok güzel bir yazı. Teşekkürler Ali Özenç Çağlar hocam.

Cevap Yazın