“kadın zarifliğinde erkek”
Tarihsel olarak Ataerkil’den bu yana ‘erkek’, toplumlar içerisinde sürekli güç simgesi olmuştur. O, önceleri ailesini geçindirmek için vahşi av hayvanlarıyla boğuşur. Daha sonra ait olduğu kabilenin veya kabilelerin dıştan gelen saldırılarına karşı korunması konusunda da savaşçı olarak görevler alır. Fiziksel farklılığından dolayı ortaya çıkan koruyuculuk rolü, -üretim araçlarının da ele geçirilmesiyle- erkeği bir ölçüde içinde bulunduğu topluluğun sahibi kılar; bazen, aralıklı zamanlarda Anaerkil süreci yaşansa da, her daim erkek egemen güç ağır basmıştır ve yüzlerce, binlerce yılın geçmesine karşın, erkek tarafından bu rol ısrarla korunagelmiştir. Sonuçta yaşanan süreç ister istemez kadını ikincil plana iter. Artık gelenek ve görenekler, töreler, özdeyişler, yergiler ve küfürler, bu yaklaşımla temellendirilerek kadını aşağılayan, erkeği ise yücelten bir içerik alır.
Erkeği yüceltme olgusu, bir noktadan sonra fiziksel farklılığı aşan ruhsal ve psikolojik değişimlere de yol açar. Aile içinde erkek ‘sert’tir, ‘acımasız’dır, ‘otoriter’dir. Erkek vurabilir, dövebilir. Geleneksel toplum kuralları içinde bu normal, olağan bir olaydır. Aynı “gerçeği” dinler de benimsemiştir. Örneğin karşımıza ‘erkek’ olarak çıkan tanrı, zaman zaman din kitaplarında kadının dövülebileceğini, buyurmuştur.(!) Kader olgusuyla birlikte kadın da bunu kabullenir olmuştur artık. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de dayak konusunda yapılan bir araştırma sırasında bir çok kadın, egemen güçlerce oluşturulan algı yüzünden, “hata yaptıkları sürece, kocalarının kendilerini dövmeye hakları olduğunu”, savunmuşlardır.
Kızların, erkek çocuklara kıyasla aile içinde gördükleri farklı ilgi veya ilgisizlik, onları kimi zaman erkek olmaya özendiren bir isteme iter. ‘erkek gibi kız’, ya da ‘erkek gibi kadın’ deyimi bunun bir ifadesidir. Örneğin feminist hareketin önemli isimlerinden biri sayılan, yazılarını ve kitaplarını ‘George Sand erkek ismiyle yayımlayan Fransız Aurore Dupin (1804-1876) de, erkek giysileri giyip, erkek gibi puro içmesiyle tanınırdı.
Ama aynı şeyi bir erkek için söylediğinizde, aynı ‘kadın gibi erkek’ dediğinizde, deyim küfüre dönüşür veya öyle algılanır. Oysa şimdilerde erkeğe, “güçlü kuvvetli” dediğinizde, çağrıştırdığı şudur: “kaba, ruhsuz, kavgacı, yırtıcı, maganda, duygusallıktan ve sevgiden uzak bir birey” olarak kabul edilir. Böylesi bir değişim sonucu, yaşadığımız yüzyılda her şey giderek yeni içerikler kazanmaktadır. Bu da önemli bir aşama olarak kabul edilmelidir.
Yıllardan beri anlatılanların özü de, bu değişime işaret etmektedir. Yani gelişen toplumlarda, ağır da olsa, kendi yapısı içerisinde, gelenek görenek, inanış ve yüzyıllardır söylene gelen özdeyişlerin de değişimi söz konusudur.
Bir kadın heyecanla anlatıyordu adama: “Kadın gibi zarifti erkek, hayran oldum.” Ve açıyordu konuşmasını: “Yumuşak yapılı, içten, saldırganlıktan uzak, ölçülü hareketleri, duygusal ve sevgiye açık yüreğiyle tam bir insandı doğrusu.” Karşısındaki bakıyordu konuşanın yüzüne. Algılamakta zorluk çeken bir hali vardı. Deyim aynıydı aslında, ama içerik farklıydı. Üstelik ne kadını, ne de erkeği aşağılıyordu; tek güzel yanı, insanın yüceltilmesiydi.
Artık o klasik adam, “erkek” olmaktan kurtulmuş, İNSAN olmuştu. Bunu işiten erkeğin, sanki omuzlarından koca bir dağ inmiş gibi, gülümseyerek mırıldandı içinden: “İnsan olmak ne güzel!…”
Ali Özenç Çağlar
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz