Felsefe Öykü

Ali Özenç Çağlar ve Gerçek Akhisar Öyküleri

Mermerci Baki Bey ve

Kim Kimdir Müzesi

“Kim Kimdir Müzesi”… Ben yukarıdaki başlığı yanlış mı attım yoksa? Zaten kimliğimiz kişisel değil mi? “Kim Kimdir” diyerek kafa mı karıştırıyorum yoksa? Yani bana, sana, bize ait karakter, kişilik, kimlikler. Bir de “kimliksiz” diye bir tanım var. Kimliksiz ne demek; az kimlikli, çok kimlikli gibi. Uyruklu tamam da, kimlikli nasıl olur? Hiçiç kimlik’siz insan, birey olmaz sanırım. Ancak kötü kimlikli insanlar olabilir mesela; kaba, ilkel, yozlaşmış, hatta çürümeye yüztutmuş kimlikli bireyler; bölünmüş, parçalanmış kimlikler vs. Üzerinde düşünmekte yarar var sanırım.

İşte kafamdan geçirdiğim böyle bir Kimlik Kimdir Müzesi’nin oluşturulması. Sonra herkes gelsin o müzede kendi kimliğini ya da en beğendiği kimliği bulup yakından incelesin, varsa eksiklerini tamamlasın. Zaten yukarıdaki başlığı da bunu düşünerek seçmiştim. Geriye bunun altının doldurulması kalıyor herhalde. Gerçekte böyle bir kimliğin ortaya çıkarılması için konuya bir soruyla başlamak gerekiyor: Mesela: “Ben kimim?” Ardından da o kimliğin içinin doldurulması kalıyor. Galiba en zor olanı da burası: Başlıyalım o zaman:

-Ben Kimim. Nasıl bir insanım? Bu sorunun cevabını kocaman bir boy aynasına bakarak da cevaplayabilirsiniz. Ne dersiniz, başlayalım mı?

Aslında insan herkese yalan söyleyebilir ama, kendine asla. Tabi ki bu sözüm sağlıklı bireyler için geçerlidir. Öyle şizofren, psikopat, varlığını kötülükler üzerine kurgulayarak yaşamaya çalışanlardan bahsetmiyorum. Çünkü onlar başkalarına olduğu gibi kendilerine de rahatlıkla yalan söyleyebilirler. Ama sonuçta onların da -hastalıklı da olsa- bir kimliği vardır… Bu konuya daha sonra tekrar değineceğim. Ancak ondan önce, kimliğine, kişiliğine hayran olduğum, örnek sayılabilecek bir güzel insandan bahsetmek istiyorum sizlere. İnanın sizler de seveceksiniz onu. Sonra, nacizane önerim, acaba sizlerin de çevrenizde kaç tane böyle değerli insan var? bir sormalısınız, sormalıyız derim. Çünkü böylesi yapıdaki karakterli, sözü dinlenen, kişiliği ile karşısındakine güven veren insanlar bu toplumu ayakta tutan yapı taşlarıdır. Onlar sosyolojik anlamda, günlük ilişkilerimizde bizlerin ters akıntılara sürüklenmemizi engelleyen karakterlerdir. Onlar bizim kötü, fırtınalı günlerimizde sığınacağımız bir limandır adeta. O, köşedeki Bakkal İbrahim amca, alt kahvede sık sık karşılaştığımız PTT emeklisi Raşit Efendi, ya da yan komşunuz Makbule Hanım, veya Hashocalı Sevim teyzedir. Şu İğneci Mehmetali’nin eşi. İşte böyle birilerinden bahsediyorum sizlere.

Bir örnek mi istiyorsunuz, buyurun: Mermerci Baki:

Onun adı Mermerci Baki. Ona, Mezarcı Baki de diyor arkadaşları. Çünkü mesleği her boy mermerden mezartaşı yapmaktır. Ortanın az altında boyu, hafif topluca, her daim traşlı, soğuktan kızarmış gibi yer yer allaşan cildi ve dostça gülen gözleriyle sizi kucaklamaya hazır bir insan evladı. Onunla karşılaşıp iki kelam ettiğinizde hiç şüphesiz rahatlamış olarak yolunuza devam edebilirsiniz. Konuşurken şuursuzca laf sokmaz, dedikodu yapmaz, onu bunu çekiştirmez, kendi küçük çıkarları için kimseye yalakalık yapmaz. Hani “adam gibi adam” derler ya, işte öyledir Mermerci Baki.

Bu sabah acele adımlarla süt almaktan gelirken tam Baki’nin evinin önünden geçerken, arkamdan: “Ali Bey… Ali Bey!…” diye seslenince döndüm. Bahçedeki ağaçların arasından bana el sallıyordu. Yürüdüm yanına. Gülümseyerek elini uzattı ve merhabalaştık.

-Yahu Ali Bey, bu sabah erken kalkınca bahçeye indim. Şu evin önündeki fazlalık otları görünce hemen ayıklamaya başladım. Bak seni de göreceğim varmış. Diyerek sohbete başladık. Aramızda bir tel örgü vardı, o bahçede, ben de yol tarafındaydım; elimde de plastık torba içinde aldığım süt.

Konuşurken konu gele gele, o yukarda giriş yaptığım kimlik sorununa geldi. Baki Bey dertliydi. Önce ben sordum, ardından da o gerisini getirdi zaten:

-İyi de Baki Bey, bahçedeki otları hep siz mi ayıklarsınız, diğer kiracılar, komşularınız da temizleyip bakmazlar mı? dedim.

Öylece gülümseyerek yüzüme baktı. Eleştirmekten çekinir bir ses tonuyla:

-Ali Bey, davranışlarından dolayı kimseyi suçlamak istemem. Fakat nedense diğerleri -her kiracı gibi- bahçeyle uğraşmayı bir angarya saydıklarından, pek el atmazlar. Galiba bu bir kimlik, kişilik sorunu. dedi. Aslında ben bu otları kimse için temizlemiyorum. Kendim için, kendim istediğim için, ortalığı pırıl pırıl, tertemiz, çiçekli görmek istediğim için yapıyorum. İnanın bu da bana huzur veriyor. Senin anlayacağın, bu kirlenmiş rezil dünyayı biraz güzelleştirmeye çalışıyorum.

Çok doğruydu söyledikleri, haklıydı da. Gerçekte ben de bizim bahçeyle, bahçenin  düzenlenmesiyle, kardeşimin ve eşimin de yardımıyla kendim önemsediğim için yapıyorum. Sanırım bu da bizi mutlu ediyor…

Karşımdaki Baki Bey’e baktım, her zamanki gibi yine traşlıydı, koyu yeşil gömlek, siyah takımı ve başındaki fotörüyle, sanki bir öykü, bir masal kahramanı, Dostoyevski ya da Tolstoy romanlarından fırlmamış sevimli bir menşevik gibi oldukça bakımlıydı. İşte bu onun gerçek kimliğiydi. Hayata gülümseyerek, iyimser bir pencereden bakan ve çevreyi de öyle görmek isteyen, göğün maviliğini, ağaçların yeşilini, kuşların uçuşunu önemseyen bir bakışla hayatı kucaklayan sağlam bir karakteri vardı Mezarcı Baki’nin. Konuşmalar, sohbetler uzadıkça aralara, Ömer Hayyam’dan, Cemal Süreyya’dan , Karacaoğlan’dan deyişler de sıkıştırarak daima an’a renk katardı.

Saat 10.30’u gösteriyordu. İki kumru, kanat seslerini de bana duyurarak başımın üzerinden havalanıp, İlerideki Doğuş Hastanesine doğru uçtular…Sakince Baki Bey’in elini sıkıp telörgüden ayrılıp yolun karşı tarafına geçtikten sonra tekrar döndüm. O hala ağaçların arasından bana gülümseyerek el sallıyordu. Yaşı yaklaşık 78’i bulan bu güzel insanın imrenilesi karakteri, kişiliği, kimliği, o yukarıda bahsettiğim düşler müzesinin başköşesinde yerini almalıydı diye geçirdim aklımdan. Neden olmasın… Oysa çevremizde bu tür insanları çoğaltmak bizim elimizde, nasıl mı, biz de onları kendimize örnek alarak. Şu düzenin içimize bıraktığı çürümüşlüğün tortularını güzelliklerle yıkayıp, iyimser olmaya çalışarak yaşamak gibi. Evet… evet, neden olmasın. Unutmayın bir daha dünyaya gelmeyeceksiniz. Ellerinde kitaplarla, din çığırtkanlığı yaparak sizleri öbür dünyaya hazırlamaya çalışanlar, sizler fark etmedin hepimizin en en güzel günlerimizi çalıyorlar; artık bunlara fırsat vermeyin. Kendiniz için, sevdikleriniz için düzeyli bir şekilde insan gibi yaşayın, yaşayalım. Bizler bunu sonuna kadar hak ediyoruz çünkü. BU HAYAT BİZİM!…

Ali Özenç Çağlar

***

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın