BU NOKTAYA NASIL GELDİK?
-İkinci Tur Seçimleri-
Sanırım her şey yaşama odaklanmakla gerçekleşiyor. Evrende, yaşadığımız anakaramızda imkanlar sınırsızdır. Bireyin algı, kavrama ve altyapı durumunu, yani -eğitimini- görgüsünü, sosyal ilişkilerini de bir köşeye yazmalısınız. Bir de şans faktörü vardır ortada. Aslında bütün bu yukarıda saydıklarımın toplamı şans faktörünü daha da bize yakın kılar. İnsanlar arasında sıkça söylenen bir söz vardır. “Şans adama üç kez güler.” diye. Kaç kez güldüğünü bilemem ama, mutlaka herkes için o şans bir gün gelip kapısını çalar. Geriye, onu ölçüp biçerek iyi değerlendirmektir. Bu zengin için de, fakir için de, eğitimli, eğitimsiz için de böyledir. Yeter ki siz o şansın kapınızı çaldığını ve sizi beklediğini görün. Artık top sizdedir. Ama eğer siz kapınıza kadar gelen bu şansı yastık yapar üzerine yatarsanız, sittim sene bir daha ona rastlayamaz, ele geçiremezsiniz. Tıpkı ülkemizde yapılacak olan şu ikinci tur seçimlerinde olduğu gibi. Artık geriye kaderinize küsmek kalıyor. Bundan böyle sittim sene bu pahalılık ve yoksullukla debelleşir durursunuz ve başkaları huzur maaşı diyerek sekiz on yerden maaş alırken, sen asgari ücrete talim edersin.
Aynı noktada biraz daha devam edelim isterseniz:
Şu şans faktörüne gelince: Örneğin önünüze ticari bir ortaklık fırsatı geldi ve koşullar çok uygun, elinizdeki maddi olanaklar da bunu karşılayacak durumda. Ama siz o günkü rahatınızı, yaşantınızı bozmak, öyle bir koşuşmanın içine girmek istemiyorsunuz ve: “Hayat uzun daha karşıma çoook fırsatlar çıkar. İnşallah bir dahaki sefere.” diyorsanız, o fırsat bir daha asla kapınızı çalmaz. Siz de koca bir yaşamı kaybettiğinizle kalırsınız.
Bence burada önemli olan, sizin hayata ilişkin bir planınızın olup olmadığıdır. Eğer bir plandan yoksunsanız, o gelen olanaklar bir çöp gibi gözünüze de kaçsa, siz onu göremezsiniz. Çünkü böyle bir hazırlığınız, bir öngörünüz, enine boyuna düşünülmüş elle tutulur bir planınız yok! Bunun adı “günübirlik yaşamak.” tır. Sizi, yaşamın akışına ve başkalarının yönlendirmeleriyle yaşıyorsunuz demektir. Böyle bir hayatın bir başka adı da edilgenliktir. Çoğu kez bu bireyler her daim başkalarının yönlendirmelerine ihtiyaç duyar, her defasında kendisi düşünmek yerine, ne yapması gerektiğini ve nasıl yapılacağını sürekli başkalarına sorar. Kuşkusuz eğitimli insanlarda da bu durum daha farklı değildir. Eğer insan kendi aklını kullanıp düşünmeye başladığında, bir çok şeyi de kendi çözer hale gelir. Çünkü düşünce, bilmeyi, bilmek de öğrenme hevesini tetikler.
Peki, bilmek bireyde ne gibi değişikliklere neden olur? Bilginin insana kazandırdığı en önemli olanak, o kişiye özgüven aşılamasıdır. Artık siz başı dik olarak toplumsal ve sosyal yaşamda yerinizi alırsınız. Kendinizi ezdirmez, kullandırmaz, insan değerlerine uygun hareket etmeye özen gösterir, karşınızdakilerin de öyle davranmasını istersiniz. İşte tam da bu noktada çevrenizdekileri yavaş yavaş elemeye başlarsınız. Örneğin, sözünde durmayana, yalancıya, küçük çıkarları ardında koşanlara, vicdanı ve adaleti öteleyenlere mesafe koymaya başlarsınız. Artık sizin için en önemli değer dürüst olmaktır.
Bir toplumda onurlu ve haysiyetli yaşamak için sizin/ bizim erdeme ihtiyacımız vardır. Bu doğrultuda oluşturulacak bir eğitim sisteminin yetiştireceği bireyler de tıpkı yukarıda altını çizmeye çalıştığımız gibi, çalmaktan, sahtekârlıktan uzak, ahlaklı, onurlu ve haysiyetli bireyler olacaktır. Arada çürük elmalar çıksa da, halk dediğimiz bu kitle, diğerlerini zaman içinde zaten öğütür.
Biz neden Uzak Doğudakilere, onların dürüstlüklerine özeniyoruz? Neden oralarda deprem ve afet zamanı yağmalar olmuyor, kimse kimsenin hakkını çalmıyor ve neden oralarda yanlış yapan, hata yapan, kusurlu olan derhal istifa edip, harakiri yapıyor. Neden orada halk, kendini sömürene eyvallah demiyor. Çünkü onlar bizimkiler gibi, afet zamanı bir çadır, bir şişre su, bile vermediği halde, görgüsüzce yarınlarını çalanlara koşa koşa gidip seçimlerde oy vermiyor. Çünkü o kitle sağlıklı, eğitimli, ahlaklı ve haysiyetli bireyler olarak yetiştirilmişlerdir.
Oysa bizde durum bambaşkadır ve başımızdaki iktidar 14 Mayısta sandığa giden bu edilgen seçmeni yirmi yıl boyunca bu günler için yetiştirdi, sizin haberiniz yok mu?. Bu çürümeye, bu kokuşmuşluğa rağmen ellerinden tutup onları düzlüğe çıkarsınlar diye. Aslında onları seçen kitle aynı zamanda bu iktidarın suç ortağıdır da. İşte onun için eğitim sekteye uğratılmış, onun için layık Cumhuriyet’in, Atatürk’ün ilke ve devrimleri hiçe sayılarak bu günkü noktaya gelinmiştir.
O nedenle on beş gün sonraki seçimler, 14 mayıstan çok daha önemlidir. Herkes bunu bilerek hazırlığını yapsın. Çünkü bu seçimler, iyilerle kötüler, hırsızlarla vicdan sahibi insanlar, onursuzlarla haysiyet sahibi insanlar arasında olacaktır. Bana göre bu ikinci tur seçimlerin kaybedilmesi demek, ülkenin, şu yüz yıllık Cumhuriyetin tüm kazanımlarının kaybedilmesi demektir… Öyle ki bu iktidarın artık ülkeyi bir AFGANİSTAN yapmaması için önünde hiçbir engel kalmamıştır.
-Seçime katılmak için asla yılgınlık gösterilmemeliyiz. Ve bu nedenle herkes aklını başına almalıdır.
Ali Özenç Çağlar
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz