AŞK İMKANSIZI SEVER
Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Asuman ile Zevcan v.s günümüze kadar süre gelen Efsanevi aşklar. Dinsel ayrılıklar, sosyal statü gibi nedenlerle birlikte olmayı başaramamış aşıklar. İşte tam da bu nedenlerle günümüze kadar aşkları binlerce kez yazılmış, anlatılmış ve okunmuş. Kavuşmayı başarsalardı aşkları bu kadar büyük olur muydu? diye sormadan edemiyorum kendime. Efsane aşklar olarak günümüze kadar sirayet etmezdi sanıyorum. Arkasından şu sorular takılıyor kafama. Aşk yanmak mıdır? Tutuşup küle dönmek midir? Aşık olduğumuz kişi mi yoksa aşkın kendisine mi aşık oluyoruz?
Bir söz okumuştum. Orada diyordu ki “Aşkın ortaya çıkışı, insanı bir dürtüye estetik kazandırma uğraşıyla örtüşür”. Bu durumda aşk biyolojiktir diyebiliriz. Bedensel bir olay olarak bakabiliriz. Karşılık bekleyen duygularla örülü de diyebiliriz buna. Zira sevgi yoksa içinde karşılıklı aşk bedensel istekleri de içinde barındırır. Ruhumuzun doyumunun yanı sıra bedenimizi de doyuma ulaştırma isteği ortaya çıkar. Bu açıdan baktığımız da kavuşamamak aşkı güçlü kılıyor. Birliktelikle doyuma ulaşmanın verdiği haz zamanla, aşkı bir kemirgen gibi kemirmeye başlayarak bitiriyor. Bu aşamadan sonra elimizde eğer sevgi varsa ve onu güçlendirebilirsek ilişkiler devam edebiliyor. Çünkü sevgi aşk gibi karşılık beklemez. Ve daha yücedir. Kutsaldır. Aksi takdirde büyük mutsuzluklar alıyor yerini ve yeni istekler. Bir arkadaşıma bir soru sormuştum. Dedim ki eğer aşk tamamen biyolojik bir şeyse, uzakta ve kavuşma umudu olmayan insanlar neden hala aşığım diyorlar birbirlerine? Şöyle dedi bana; “aşık olduklarını kendileri söylüyor evet ama onlar aşık değiller. Farklı duygular barındırıyorlar içlerinde. Özlem, sevgi, hasret vs. Gibi.” Cinsellik boyutundan çok daha ötede bir şeyler olmalı diye düşünüyorum. Ama bulamıyorum. Günümüzde birbirlerine çılgınca aşık olduğunu söyleyen bir yığın insan var. Ve evlilikle birlikteliklerini sonlandırıyorlar. Sonrası muamma, sonrası ayrılık. O zaman işte diyorum ki aşk diye bir şey yok aslında. Sadece bizler bir isim bulmak istiyoruz ve adına aşk diyoruz.
Farklı bakış açısıyla da aşk yaşamanın dönüm noktası bir çok insana göre. Yaşamın da aynı zamanda elbette. “Sensin, kalbim değildir. Böyle göğsüme vuran” demiş, büyük üstad Sabahattin Ali .
Aşk ateştir, düştüğü yerde kalmaz. Bazen çeker gider, bazen üşür de hep yakmaz.
İnsan yandığı ateşe dokunduğu sürece aşk olur. Dokunmazsa aşk mı olur. Dokunursan tutuşur. Yanmayı bilmeyenler terk eder aşkın şehrini. Dokunamasan da bırak zamana mutlaka bir yolunu bulur. Kendini nehirlere atar boğulmaz denizlere akar sızlamaz. İşte bu yanmayı da insanın içindeki derinlik belirler. Ne kadar derinlik taşırsan o kadar yanarsın. Aşkın elini tutmayanlar veya tutmayı bilmediğini söyleyenler korkaktır. İnsanlar aşkın peşinden koşar ama aşkın anlamını bilen insanların kaybedeceği aşkı da olmaz. Elini tutmayanların, yüzünü görmeyenlerin sevdası, kalple ruhunu hep doyurmuştur. İşte, aşk onların peşinden düşe kalka gelir. Onları unutmaz aşk. Günümüzde aşkı beden de arayanların ruhunda sadece kanayan yaralar var. İşte onlar için aşk gecelik bir duygudur. Bir bedende başlar başka bedende son bulur. Ruhuyla aşka bakanlar seni derinden etkileyen bir insanın duygusuna aşık olmaktır. Onun suretini görmezsin bile.
“Ben her bahar aşık olurum” diyor Sezen Aksu. Ben de diyorum ki her kış da terk eder sevgiyi. Bunu söyleyen yaşayan ya da yaşadığını sanan insanlar arayış içindedir. Aşka her daim açlıktır bu. Aşk çaba sarf etmekle de olmaz. Çünkü , duygunun çabası olmaz. Duygu hissettiği müddetçe coşar.
Aşk, içimizde yaşayan ne büyük histir ki nice şair ve yazarlar ilmek ilmek işlemiş satırlarında. Kimi zaman şarkılarda, kimi zaman şiirlerde, kimi zaman kitabın herhangi bir satırında ve bazen de dışarıya öylesine bakarken bir ağacın dalında asılı kalır gözlerimiz. Gördüğümüz bir şey yoktur aslında. Biz o kadar anlam yükleriz ki, o kocaman, yedirenk gökkuşağı gibi aşk olarak çıkıverir karşımıza. Kalbimiz ağrır, acımaya başlar.
Eski zamanlarda beyaz bir sayfaya yazılırmış duygular. Buram buram sevda kokan mektuplar saklanırmış en özel kutularda. Gözyaşlarının mürekkep bulaşıklığıyla ve gözlerinden öperimle biten bir sürü adressiz mektuplar.
Bana bakınca yıldızlar iniyor yeryüzüne/ Ve us’um da binlerce delilik/ Kırılıyor bütün kilitler/ Kainat artık o an iki kişilik….
Ey aşk! Sen her şeye kadirsin.
Ayşe Sevinç Erginsoy
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz