Yazmak Bir Tutku mudur, YOKSA?
Ayşe Sevinç Erginsoy’un iki kitabı elimde, hatta geçenlerde facebook da birkaç satırla bahsettim sanırım. Kendisini kısa zaman önce tanıdım. Yazmayı seven, ancak iddiasız. Örneğin o, “olduğu kadar”, diyenlerden. “Canım kitap çıkarmak için yazmıyorum aslında” diyenlerden, “ ev işlerinden zaman bulursam yazıyorum işte” diyenlerden. Acaba öyle mi? Kör kendinden bilir, derler ya, bende soruyu önce kendime sordum: “Gerçekten öyle mi?” Yani insan istediği zaman yazar, istediği zaman yazmaz, ya da bir gece yarısı ilham gelir, kalkar oturur bilgisayarın başına ve sabaha kadar birkaç şiir, bir iki öykü, olmadı bir romanın ilk bölümünü döktürüverir. Kazın ayağı öyle değil işte. Çünkü siz isteseniz de istemeseniz de beyniniz o olguya bir kez konstantre olmuşsa, sizden bağımsız olarak artık onu düşünür ve oluşturmaya başlar. Ve küçük bir neden, bir bahane ile kalemi ele aldığınızda, gerçekten başlarsınız yazmaya, bu şiir olur, bir deneme, ya da bir öykü de olabilir. Bu durumda, ortaya çıkan metin artık sizindir ve size aittir. Eğer siz yazmasaydınız o yoktu. Siz doğurmasaydınız o çocuklar olmayacaktı, gibi düşünün bunu. Evet, artık onlar size ait. Bu eyleminizle siz bir şey yapmış oluyorsunuz; bunun adı da yaratmaktır. Bu da doğada sadece insana ait bir düşüneylem türüdür.
Sizin için ikinci bir evre başlar, yaratılana sahip çıkma; buna kendinizi de inandırma, diyelim isterseniz. Üçüncü aşama da bu eylemin sonuçlarını başkalarıyla paylaşma, onay alma, sınanma, beğenilme. Artık burada utangaç bir tavır takınmaya hiç gerek yoktur. Siz bir şey yaratmışsınızdır ve göğsünüzü gere gere onu başkalarıyla paylaşmalısınız. Bırakın yazmayanlar, yazamayanlar sizi kıskansın. Yazı yazmak, kitap çıkarmak, her toplumda değer ve saygı görür. Çünkü yazma eylemi sıradan bir iş değil, dünşünsel bir çabanın sonucudur, bilgi ve emek ister, okuma, araştırma, sırasında çalıştığın, -yazdığın- alanlarda felsefe yapmanı ister. Toplumlar işte o yüzden içten içe yazana saygı gösterir. Eğer bizler hala 2000, 2.500 yıl önce yaşamış olan Sokrates’İ, Homeros’u, Europides’i, Pindaros’u, onların çağımıza taşıdıkları Arkaik eserleri, okuyorsak, onlar yazdığı için okuyoruz. Öyleyse bizim görevimiz de bizden sonrakilere taşınacak eserlerin, birikimlerin altına imzalarımızı atmak olmalıdır. Bence çağdaş insan olmanın, entelektüel bir birey olmanın en asli görevi bu olmalıdır. Pisliğe bulanan egemen güçlerin yanında, yakınında durmak yerine, gelecek kuşaklara yeniyi, güzeli taşımak için, yazma eylemimize daha çok önem vermeliyiz diyorum. Her birimiz o utangaç yapıdan sıyrılıp, daha kararlı disiplinli şekilde yazmalı ve ürettiklerimizi paylaşmalıyız. Beğenen beğenir, beğenmeyen okumaz.
Sanırım bu kadar giriş yeter. Gelelim Ayşe Sevinç Erginsoy’n şiirlerine. Yazarımız, utangaçlığını kırıp, Klaros Yayınları aracılığı ile ilk kitabı olan SAKLI SANCILAR isimli ilk şiir kitabını yayımlamış. Çok güzel de yapmış. Yine ardından İzan Yayınları tarafından ikinci şiir kitabı Yüzleşme gelmiş. Birkaç aydır ÇAĞDAŞ EDEBİYAT’ta da şiirlerini okuduğunuz yazarımız, kısa sürede o amatör ruhu geride bırakarak, -bana göre- oldukça düzeyli şiirlerle edebiyat dünyamıza giriş yapmıştır. Kutlanacak bir başarı örneğidir bu. Yine her iki kitapta da derinliği olan, düşünsel ve felsefi boyutları olan şiirler, dizeler görürsünüz bu kitaplarda.
Yüzleşme isimli kitabındaki bir şiirinde şöye diyor şairimiz:
“Sus
Konuşma
Konuştukça dikenler batıyor her yerime
Kalbim intiharın eşiğinde
Bilinmezliğin ötesinde
Ötelerde ta uzaklarda buluyorum kendimi
Susağustos böcekleri de sustu bak
Kelebekler artık konuşmuyor mor sümbüle
Alev alaz yakıyor çimenleri sözlerin
Çölün ortasında su aratma bana
Dilim damağım kupkuru
Islamıyor düşüncelerinde
Islatmıyor dudağımı bakışların
Boğuldum güvensizlik denizinde
Sus/tum…
(Saklı Sancılar. S.76/ Ayşe Sevinç Erginsoy/İzan Yayınları.)
(…) Kurumuş yaprak misali
Savrulduk dört yana
Sonbahar yaşadı hep ömrümüzü
Baharda vaedı oysa.
(Saklı Sancılar: S.12)
Yazarın ikinci kitabı Yüzleşme: S.5’ den birkaç dize;
“(…)nefesimi donduran, ruhumu kanatan
Yaralarımdan oluk gibi özlem akıtan sen
Ben senin varlığına dönüştüm.
Yokluğun tuz gibi serpildi yollara
Biz en çok nerde anlaşmıştık,
Nerde kokusunu çekmiştik içimize narin papatyaları?”
Ayşe Sevinç Erginsoy’un her bir şiiri size, güzelliklere ayrı bir kapı açıyor sanki. Kitaplar, şiirler bittiğinde mutlanıyorsunuz. Ve “iyi ki şiir var, iyi ki şairler yazıyor” diyorsunuz içinizden. Çünkü şiir insanın yaşama sevincidir bir yerde. Bir tablo izlemiş, bir müzik parçasını dinlemiş gibi olursunuz birkaç şiir okuduğunuzda. Üzerinizdeki gün içinde oluşan tüm kötümserliğinizi atar, yaşama farklı bir pencereden bakarsınız artık. Bu bir ayrıcalıktır edebiyatla, şiirle haşırneşir olanlar için.
-Herkes şiir yazmalı bence, herkes geriye miras için mutlaka umut ve sevgi dolu birkaç mısra bırakmalıdır.
-Şiirle kalın…
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz