HAYATIN MUCİZESİ
Bir telaş içinde geçen zamanın farklı bir boyutundaydım. Nereye yetişeceğimi, ne yapacağımı bilmez, kafamın içinde neyi nereye koyacağını şaşırmış bir haldi benimkisi. Karıncanın yüklendiği yük kadar ağır, arının enerjisinden yoksun. Hem sevinci hem hüznü bir arada yaşıyordum. Oğlumun üniversiteyi kazanmış olmasının verdiği sevinç (kim çocuğunun ya da bir sevdiğinin mutluluğunu önemsemez ve onun bu duygusuna ortak olmaz istemez ki?) ve ondan ayrılacak olmanın üzüntüsü. Coşkun ırmaklar gibi gürül gürül akarken bir yanım, diğer yanım durgun suyu andırıyordu. Ne garip, insan bir taraftan mutluluk hissederken bir taraftan hüzün denen duyguyla boğuşuyor.
Oğlumu gönderme zamanı gelip çattığında, endişelerimi saklamaya çalışarak, gülen yüzümü gösterme uğraşısı içindeydim. İyi insanlarla karşılaşasın çocuğum diyerek ve kokusunu içime çekip sarılarak. Kokunun üzerimdeki güçlü etkisini belki de o zaman fark ettim. Ve o andan itibaren kokusunu özlemeye başlamıştım bile.
İçimde hasret, içimde sevinç, içimde büyük bir boşluk hissi. Hiç yanından ayırmak istemediğiniz çocuğunuzu kendi ellerinizle ve tebessümle yolluyorsunuz başka bir şehre. Tek başına, başa çıkması gereken bir sürü sorunla karşılaşacağını bile bile.
Ah! Gözyaşlarımı bıraktım ardından, dökülen su niyetine.
Bu duyguların esirinde yaşamaya çalışacaktım artık, sağlam kelepçelerden kurtarabilirsem kendimi. Umut ederek, hayatın mucizelerle dolu olduğunu düşünerek, düşleyerek. Gökyüzüne daha fazla çevrilecek yüzüm. Ay’ın varlığı daha bir önemsettirecek kendini. Yıldızlara isimler verilecek, dilekler sunulacak. İnsan insanın yalnızlığıdır ne de olsa.
Hep öyle değil midir? Tam umudumuzu yitirdiğimiz yerden tekrar başlamıyor muyuz, kıyısından yaşamın. Ve sizden boşluk hissini alıp götürüveriyor bir anda. Başka amaçlarla yüklü bir sevgi selinin içinde buluveriyorsunuz kendinizi.
“Hayatın kendisi bir mucizedir.” diyen Albert Einstein’a katılmamak mümkün değil elbet. Nefes almak, sağlıklı olmak, bir şekilde yaşamı idame ettirmek, bu sözü doğrular nitelikte. Bir de mümkün olmayacağını düşündüğünüz bir şeyle yüz yüze gelmek var ki o bambaşka bir şey. Bir şey evet. Adını koyamadığınız ama sizin duygularınızı bambaşka boyutlara taşıyan bir şey. Zaman zaman istediğimiz ve hatta dilendiğimiz bir şey.
Sosyal medyanın zaman geçirme kısmından çok hoşlanmadığımdan mıdır nedir bilmem, Tik tok gibi uygulamalar da bana hiç hitap etmezdi. Ta ki, bize sunduğu şeyin sevincini yaşayana kadar.
Oğlumun gidişinden birkaç gün sonraydı sanıyorum. Kanepe de oturmuş kitabımı okuyordum. Kızım koşarak heyecan içinde, ‘anne çabuk bak şuna’ diyerek yanıma geldi ve telefonunu elime uzattı. Elime aldığım gibi ne yani Tik tok’a bakıyorsun ve bana bunu mu gösteriyorsun dedim. Ne var kızım bunda işte her zaman gördüğümüz kedilerden biri işte diye söyleniyordum bir taraftan da. Ama bu öyle olamazdı, kaçırdığım bir şey vardı sanıyorum. Baktığımda, kahverengi, sarı ve beyaz tüylerden oluşan her zaman karşılaştığımız sevimli tekir kedilerden birisiydi.
Kızımın açıklamaları sonrasında daha dikkatlice bakmaya başladım. Evet bu geçtiğimiz sonbaharda kaybettiğimiz ve bulmak için büyük çaba sarf ettiğimiz kedimiz Petito’ya çok benziyordu. İçime bir umut ışığı doğdu ve heyecanlandım. Onun olamayacağı düşüncesini de atmak istemiyordum beynimden. Zira, umut güzel şeydi ama, umudunun boşa çıktığını görmek büyük bir hayal kırıklığıydı. Kalbimin acımasını istemiyordum. Bir hazan mevsiminden diğer hazan mevsimine gelmiştik. Kaybolduğundan bu yana aradan aylar geçmişti.
Bir şekilde iletişime geçmemiz gerekiyordu bu fotoğrafı paylaşan kişiyle. Nerede çekilmiş olduğu öğrenmeliydik onu aramak adına. Ve geçtik de.
Sabah kalktığımız da gelen mesajla, tekrar bir heyecan kapladı içimizi. Bulunduğu yeri öğrenmiştik. Aynı yerde olabileceğine, bulabileceğimize dair çok ümidim yoktu fakat mucize olur belki diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Bize söylenilen yere gittik, aradık yoktu. Vazgeçmeye de bizim hiç niyetimiz yoktu. Ertesi gün, tekrar aynı yere gittiğimizde orada, başkalarının verdiği mamayı yerken bulduk. Güzel insanların hala var olduğunu görmek de ayrı güzeldi; zira çok aç kalmamış olmalıydı.
Evet minik kızım, büyümüş halde tam karşımda duruyordu. Aldık, sarıldık. Veterinere, oradan da evimize götürmek üzere taşıma çantasına yerleştirdik. Veteriner de neyle karşılaşacağımızı bilemeden. Kızımın hekimi sağlıklı olduğunu, yavrularının olabileceğini söylediğinde de adeta donup kaldık. Hani insan bazen ne tepki vereceğini bilemez, şaşırıp kalır ya, işte biz o haldeydik şimdi.
Evimin karşısında iki gün boyunca bağıran, evimize alıp onu büyütmeye çalıştığımız ve evdeki kedimizin de annelik yaptığı küçük kız büyümüş de anne mi olacaktı şimdi.
Günler geçtikçe karnı büyümeye başladı ve minik yavrularının kıpırtılarını hissedebilmek adına elimi karnına koyuyorum şimdi. Evet elimin altında kıpır kıpır bir şeyler var. İnanılmaz güçlü, inanılmaz güzel duygularla baş başayım. Doğumu nasıl olacak, kaç tane minik yavrusu açacak gözlerini dünya ya. Bunları düşünmeden yapamıyorum.
Hayat gerçekten de mucizelerle dolu değilse bu yaşadığımız nedir. İçim de oluşan boşluk hissinin yerini güzel duygular ve doğumuna dair endişelerle doldurdum şimdi.
Bana sunulan bu büyük lütfa hürmetle….
Ayşe Sevinç Erginsoy
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz