GÖKYÜZÜ HALA MAVİ
Başını uzun süredir yerden kaldırmayan Dicle, gökyüzüne doğru baktı. “Hala mavi” dedi. Şaşkın gülümseyen bir ifadeyle..
Ne kadar zaman geçti, kaç yıl, kaç ay, kaç gün, saymayı bırakmıştı artık.
Aşka güveninin gitmesine neden olan eski evliliğinin izlerini hala taşıyordu üzerinde. Bataklıktan çıkarılmış bir kadın gibi üstü başı çamur içindeydi.Ne çok katlanılmışlık vardı ve işkence.Her bir yanda kalpler uçuşan iki sevgiliydiler.Her gördüğünde çiçekler açıyordu gamzelerinde.Kuşlar kanat çırpıyordu yüreğinde.Gofretli çikolatayla birlikte bir de yüzük vardı ilk evlilik teklifini aldığında.En sevdiğim şeyle birlikte ne hoş demişti.Her taraf bir anda bembeyaz olmuştu. Herşey ne kadar da güzel başlamıştı. Zaman içine düştüğü yanılgıydı.Nerden bilebilirdi ki aylar içinde bu kadar değişebileceğini. Merhametten uzak biri olduğunu.
Hergün, onun için matem havasında geçiyordu artık. Serdiği beyaz çarşaf simsiyah görünüyordu gözüne. Kaneviçe oyalı kenarlıklar vermişti annesi çeyizine. Çok demode gibi görünseler de annesinden ona kalan en son şeydi.Ve bunu bir ömür sürecek evliliğinde kullanmalıydı. Ama hiçbirşey beklediği gibi olmadı.Sürekli aşağılama ve hakaret dolu sözler kendine olan güvenin yitmesine neden oluyordu.İki yıl geçirmişti.İki asır gibi gelmişti ona. Yapamıyordu, bitmeliydi hikaye.Bunu ilk söylemeye yeltendiğinde hakaretler, küfürler dizili boncuk gibi ardı ardına sıralandı.Ama yapacaktı. Dilekçesini verdi ve beklemeye koyuldu.Bir süre sonra tebliğ gelmiş mahkemeye çıkmış ve boşanmıştı.Kendini gökyüzünde uçan kuş gibi özgür hissediyordu.Eski evliliğin izlerini taşıyan hiçbir şey istemiyordu çevresinde.Her gördüğü eşya hakaretler savuruyordu. Edilen küfürler tokat gibi çarpıyordu suratına. Bir artı bir ev kiralamış yeni eşyalar almıştı.Butiğinde iyi parada kazanıyordu. En azından kirasını karşılıyor,taksitlerini rahatlıkla ödüyordu.Tek kişilik bir dünya kurmuştu evinde. Kitapları ona başka umutların, hayallerin kapısını açıyordu. Bol bol okuyordu.Uzun açık kumral saçlarını topladı, müziğin sesini açtı ve dans etmeye başladı. Dönüyordu mesneviler gibi. Ruhu o kadar dinlenmişti ki huzurla uzandı tekrar kanepesine. Ney sesini dinlemeye başladı.
Aşk, Barış ve Dicle bir üçgenin kenarlarını oluşturuyorlardı.
Dicle’ye gelen bir telefonla başlamıştı herşey.Merhaba dedi .-Merhaba- diye karşılık verdi Dicle. İnşaat işleriyle ilgili birşeyler anlatıyordu karşıdaki kişi. Dicle değildi aradığı kişi belliki; ama ses o kadar etkileyici geliyordu ki bir müddet dinlemeyi tercih etti. Kahverengi gözleri parladı elmacık kemikleri çıktı gülmekten. Bir süre sonra karşıdaki kişi bir aksilik olduğunun farkına vardı ve -Fatma sen degil misin? -demesiyle bir kahkaha patlattı Dicle.-Ben Barış siz kimsiniz- dedi, sesinden biraz bozulmuş olduğu belli olan kişi. Dicle kendini tanıttı.Yanlış aradığını ve bu olayın ona komik geldiği için dinlediğini söyledi. Barış -afedersiniz tamam ben kendimi tanıtmadan bodoslama daldım da siz niye birşey demediniz- diyerek biraz çıkıştı. Dicle özür diledi.Bu arada yumuşayan Barış -belki arkadaş olmamıza neden olmuştur bu durum- dedi.Belki de dedi, Dicle ve görüşmek üzere diyerek kapattı telefonu.Allahım iyice dengen bozuldu sen ne yapıyorsun diye kendi kendine söylenmekle beraber yaşadığı olay onu hala gülümsetiyordu. Kanepesine uzandı.Bu kanepe en sevdigi mavi renkten oluşuyordu. Sehpalarını da beyaz seçmişti.Sehbadaki kahvesinden bir yudum aldı.Kitabını okumaya başladı.Güzel bir aşk hikayesiydi bu.Yaşadığı evliliğin ilk günlerini buluyordu içinde. Ya sonrası? Onu hatırlamak bile istemiyordu.
Barış;
Evet, Barış İnşaat mühendisiydi. Esmer, yeşil gözlü, saçları hafif döküktü. İşlerinin yoğunluğu çok bunaltmıştı onu son zamanlarda. Kız arkadaşı vardı ama onunla da yolunda gitmiyordu hiçbir şey. Kız arkadaşının doğum günü için birşey bakmalıydı.Belki araları biraz düzelirdi. Oğlum Barış, dedi.Hadi bakalım son kez dene.Fularları çok seviyordu kız arkadaşı. İyi bir hediye olabilirdi ona.Arabasına bindi ve bir mağaza ya da butik aramaya başladı. Park etmeliydi beyaz arabasını.Zar zor bir yer buldu.
Sırasıyla geziyordu mağazaları.Bulamamıştı onun isteyebileceği gibi birşey. Arabasına giderken bir butik çarptı gözüne.Şansımı denemeliyim dedi ve içeriye girdi.Butik işleten kadın nasıl birsey aradığını sordu. Tam bilemiyordu Barış, değişik alternatifte fularlar sundu kendi boynunda göstererek.Barış en son bağladığı fuların kadına ne kadar yakıştığını düşündü.İki tane almaya karar vermişti.Farklı desende bir tane daha aldı, ayrı ayrı paket yaptırdı ve çıktı.Evine gitti. Paketin bir tanesini bıraktı ve diğerini alarak kız arkadaşının evinin yolunu tuttu. Kız arkadaşının evi beş dakika yürüme mesafesindeydi. Çaldı kapıyı ve adı Fatma olan aynı zamanda meslektaşı olan kadın içeriye gülümseyerek aldı. Güzel görünen bir akşam geçiriyorlardı. Dışarıdan yemek siparişi vermişler, şaraplarını slow müzik eşliğinde içiyorlardı. Hediyeyi verme zamanı geldi diye düşünerek yanağından öptü, iyi ki doğdun sevgilim dedi ve hediyesini uzattı.Fatma hiç heyecan duymamıştı bu durumdan.Sıradan birisi birşey vermişti sanki ona. Açtı ve teşekkür edip sandalyenin üstüne bıraktı. Oysa Barış bir sürü mağaza dolaşmıştı bunu bulabilmek için.En azından boynuna dolar diye düşünmüştü.Neyse dedi aldı ve boynuna doladı Fatmanın.Ama o kadar fütursuz bir hareketle çıkartmıştı ki boynundan.Ben senden daha özel birsey beklemiştim diyordu sanki gözleri. Oysa Barış en sevdiği şeylerden birisini almıştı.O an tekrar anlamıştı ki bir şeyler iyice kopmuş ve bir araya gelmesi mümkün değildi. Hayal kırıklığını bir türlü atamıyordu üzerinden. -Gitmeliyim -dedi Barış. Fatma şaşkındı, ne olduğunun farkında bile değildi.Barışın gözlerindeki matlığı bile fark etmemisti. Barış sanki bir ev çökmüş altında kalmış gibiydi. Hızlıca ceketini aldı ve evden çıktı.
Evine geldiginde butikci kadının gözlerindeki ışığı düşündü bir an. Fatma’yla ne kadar farklılarmış oysa.Bir yıl nasıl geçirmişlerdi. Üzgündü. Onu çok sevmişti ve bu sevgi birçok şeyi görmesini engellemişti belliki. Oysa ne kadar farklı bakıyorlardı yaşama. Farklı değer yargıları günden güne bitirmeye başlamıştı bu ilişkiyi. Bu gece sonlanmıştı işte. Zaman güzel şeyler sunarken insana acıyla karışık ne çok sey de ögretiyordu hayata dair.
Duş kendime gelmemi sağlar diye düşünerek girdi banyoya.Suyun akması arındırıyordu sanki tüm bedenini Fatmadan.Duştan çıktı mozart dinlemeye başladı.Gözlerini yumdu ve düşüncelerini arındırdı. Sabah olmuştu. Yeni bir yaşam dedi içinden ve giyinip büroya gitti. İsleri çok yoğundu onlara vermeliydi kendini.Koşuşturmalar arasında ara sıra yıldız gibi parlayan Dicle’nin gözlerini düşünüyordu.Gitsemiydi acaba yanına.Ne diyecekti.
Zaman ah zaman ne kadarda hızlı geçiyorsun dedi Dicle.Yalnız yaşamın verdiği zorluklarlada baş etmeyi öğrenmişti.
Butiğinde düşüncelere dalmışken Barış içeriye girdi. Daha önce ordan alıp paket yaptırdığı fuları elinde tutuyordu.Buyrun dedi Dicle.Merhaba daha önce buradan bunu almıştım diyerek paketi masasına bıraktı.Dicle anlamadığını belirten gözlerle ona baktı. Bunu size hediye etmek istedim.Hala birşey anlamamıştı kadın. Bu sizin gözlerinizdeki ışığı ortaya çıkarmıştı deyiverdi. Dicle saşaşkındı Ne diyeceğini bilemeden baktı ve teşekkür ederim diyebildi. Kalakalmiş ve Barışa bakıyordu.Sizin enerjiniz o kadar iyi geldiki bana, bunu kaçırmak istemiyorum, dedi.Sohbet ilerledikce ses diyordu.
Arkadaşlıkları ilerlemişti. Birlikte zaman geçirmek büyük keyif veriyordu.ilişkileri birlikte yaşam sürmeye doğru gidiyordu.
Aşk, karmaşanın diğer adıydı.Ve bu karmaşaya girmek istemiyordu. Yok! dedi. Yok… hayır; aklım karışmamalı. Rüyalarım hep renkli olmalı gökkuşağı gibi. Kötü rüyadan uyanınca ki karabasan görmüş halimi sevmiyorum diye geçirdi içinden.
Bunları düşündü düşünmesine ama aşkla akıl bir arada olmuyordu ,karşı koyamıyordu duygularına.İşte korktuğu başına gelmişti ve evlilik teklifini almıştı. Ve muhteşem bir düğünle evlenmişlerdi.
Zil ısrarla çalıyordu, kapıya yöneldi, açtı. Karşısında bir bey ve sahiplendiği minik kediyi gördü. Rüya gördüğünün farkındalığıyla gülümsedi. Minik kediyi kucağına aldı, pencereye doğru gitti ve başını gökyüzüne doğru çevirdi.
Yüzünde çiçekler açtı, renk renk kelebekler havalandı gökyüzüne. Ve gökyüzü hala maviydi…
Ayşe Sevinç Sivri Kimdir?
Özyaşamı:
Yazar, Ayşe Sevinç Sivri, Samsunun Vezirköprü ilçesinde doğdu. Yaşamının önemli bir kısmını orada geçirdi. İşi gereği, Aydın’ın Bozdoğan ilçesine tayin nedeniyle geldi..Kilometrelerce uzağa taşınmış olmak, Ayşe Sevinç Sivri’de özlem yangınları oluşturdu. Yazar, “Nazım Hikmet RAN okumak hayatımın her döneminde vardı ama bu dönemde daha da sıkı sarıldım şiirlerine. Ve şiir okuma eylemimi yazmaya dönüştürdüm. derken, şiire her zaman anlaşılır olması tarafından baktım. En alt kitledeki insanların da algılayabilmesi için çaba sarfettim, ediyor.” Yazara göre şiiri, duygularını, hissettiklerini, gözlemlediklerini, duyumsadıklarını en güzel ifade biçimidir.
Klaros yayınlarından ilk şiir kitabı olan Saklı Sancıları yayımlandı. Yaşamdan sonra kalıcı birşey bırakmak müthiş bir duygu. diyor, şair Ayşe Sevinç Sivri.
Yazar, şimdilerde, Aydın merkezde yaşamını sürdürüyor. Bu arada şiir ve öykü çalışmaları konusunda da hayli yol aldığını yayınlanan ürünlerinden görüyoruz. Ayşe Seviç Sivri: “Bana göre okumak, yazmak, aydınlığın diğer yüzü.” diyerek de, edebiyata, şiire, nasıl bir perspektifle baktığını ortaya koyuyor.
Bize göre Ayşe Sevinç Sivri, önü açık, ileriye yönelik umut verici bir şairimiz…
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz