Kitaplar

Değerli İsim, Mehmet Ay Ve bir Kitap Tanıtım Yazısı

 

‘KÖKEN’

Babamın  babası büyükbabam yani, babam çok küçükken Yemen’den dönememiş.  Bilindiği üzere, Osmanlı’nın son yıllarından  Cumhuriyetin kuruluşuna kadarki dönem,hep savaşlar ve onların getirdiği yıkımlar ve acılarla dolu. Ve gariban  İç Anadolu’da bu acılardan nasibini almayan aile yok gibi.  O yüzden büyükbaba yüzü göremedim.

Büyükanne dersen, o da ben daha yaşama merhaba demeden göçüp gitmiş. Sadece sararmış bir fotoğrafta; kucağında  rahmetli en büyük abimin bebeklik haliyle, başında uzun beyaz eşarbıyla bir sandalyede oturur haldeki  pozu kalmış gözümün önünde, hayal meyal…

Anneannemi hatırlıyorum ama sürekli,  öteki dünya ile bu dünya arasında bir yerlerde dua okuyup teşbih çektiğinden olsa gerek bende fazla bir izi yok ne yazık ki.

Ama adını bile zor anımsadığım babaannemi merak edegeldim hep. Beni acaba nasıl severdi –ki mutlaka severdi-  ve  nasıl konuşurdu, eskilerden hikayeler masallar anlatır mıydı –ki mutlaka anlatırdı- ve ben onu  nasıl severdim – ki mutlaka severdim- neler konuşurduk? Bilemiyorum tabi…

Ama,  baba tarafından tek akrabam olan  Ame’mi  (bizim oralarda hala yerine söylenir) anımsayınca; bizleri nasıl sevdiğini, nasıl sarıp sarmaladığını, ne kadar tatlı masallar anlattığını aklıma getirince, büyükannemiz de sanırım öyle olurdu diyorum.

Bir kısmınız kibarlığından bir şey söylemese de, bir çoğunuz da kibarlığa falan takılmayıp;  şimdi durup dururken nereden çıktı bu büyükanne muhabbeti diyebilirsiniz, haklı olarak.

Ben de açıklıyorum işte; geçlerde alıp  okuduğum Sasa Stanici’nin  “Köken” isimli anı-romanı getirdi aklıma  bütün bunları,  değerli kitapseverler.

Tito’nun  Yugoslavya’sı’ nın  dağılmasının ardından Avrupanın orta yerinde, Emperyalizmin kaşımaları sonucunda patlak veren, deyim yerindeyse komşunun komşuyu  boğazladığı ve daha çok Sırp Milliyetçilerin  büyük bir acımasızlıkla,  Müslüman Boşnakları ve diğer insanları katlettiği  o korkunç savaşı hatırlarsınız.   

Annesi Bornalı Müslüman ama Marksizm öğretmeni, babası Sırp olan  küçük  Sasa’nın ailesi, bu kanlı boğuşmadan canlarını kurtarabilmek için  doksanların başında çareyi Almanya’ ya göç edip Heildenberg’ e yerleşmekte bulmuşlar. Geride yaşlılar  ve mezarlar kalmış.

He şeyiyle yabancı bir şehirde, kendilerine yeni bir yaşam kurup bir yandan  var olmaya çalışırken, diğer yandan kan ve ateş içinde kalan yakınlarından haber almaya çalışmışlar.

Sürekli bir özlem, kaygı ve merak halinde  günler, aylar ve  uzun yıllar geçmiş…

Sonra küçük Sasa, büyüyüp eğitimini tamamlamış ve yazarlığa adım atmış.

Ve sonunda; Emperyalistler, büyük bir umursamazlıkla seyirci kaldıkları,  Sırp faşistlerinin soykırıma varan katliamlarını yeterli görmüş olacaklar ki,  Nato’ nun müdahalesiyle bu vahşete son vermişlerdi. Zorunlu olarak barış sağlandığında; artık ortada Yugoslavya diye bir ülke kalmamıştır. Aslında hiçbir şey kalmamıştır insanlık namına… Ne  sokaklar, ne evler, ne dostluk, ne komşuluk…  Anılar bile perem perem olmuştur…

Yıllar sonra,  Sasa döndüğünde ailenin yaşlılarından bir tek; aklı fikri dağılmış, gerçekle hayal arasında gidip gelen bir  babaanne bulabilmiştir.

Ve birlikte dağılan anılar arasında gezinirken; bazen yıllar önce ölmüş büyükbabayı ararlar, bazen mezarlar arasında dolanırlar ve  bazen de babaannenin gençliğine giderler.

Torunla babaanne arasında geçen her konuşmada, her  sayıklamada  yaşlı kadınının aklı gidip gelse de tek sabit kalan,   büyük bir sevgi ve özlemdir .

Okudukça hep kendimi Sasa’nın yerine koydum ve gözlerim doldu.

Ve tuhaftır,  şimdiye kadar hiç görmediğim bilmediğim, eşini genç yaşta savaşta kaybedip geride  iki küçük çocuk ve çaresizlik içinde kalakalan  babaanneme karşı, bilinçaltımda kalmış özlem duygusu açığa çıkmıştır belki.

O yüzdenmiş belli ki,  birbirlerine büyük bir sevgi ve özlemle bağlı olan bu   babaanne/torun öyküsünü okudukça  içimin bir tuhaf olması…

<mehmetay56@hotmail.com>

*– Sasa Stanici’nin  “Köken” isimli anı-romanı

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın