İlkel Toplumdan Günümüze
Bütün toplumlar, bir devletin varlığı ile nitelenmezler. Avcı ve toplayıcı kültürler ve küçük tarım toplumlarında devlet kurumları yoktur. Devletin doğuşu, insanlık tarihindeki ayırıcı (farklılaşma) bir geçişi göstermektedir, çünkü devlet oluşumunda söz konusu olan politik gücün merkezîleşmesi, toplumsal değişim süreçlerinde yeni dinamikleri ortaya çıkarır.
Ciddi anlamda, bilinen ilk devlet olan Sümerlerin devletleşmesi, aslında güç ve mücadeleyle gerçekleşmiştir. Göçebe bir hayat tarzı olan Sümerlerin Mezopotamya’da yerleşik hayat tarzı olan topluluklar üstünde egemenlik kurması ile birlikte ilk devlet ortaya çıkmıştır. Devletin çıkışıyla ‘egemen güç’ de devletin varlığı ile somut hale gelmiştir. Artık halklar üzerinde onları güdümleyen, -ister baskı, ister ödüllendirme olsun- sözü geçen bir kuvvet olarak kabul görür.
Sonraki dönemlerde, işte bu bağlamda ilkel toplumlar, ilkel toplumun özellikleri, siyasallaşma süreçleri, kavram olarak devlet’in ortaya çıkışı ele alınmış ve teorilerle otoriter yanı örtümlenerek konu açıklanmaya çalışılmıştır. İleri sürülen savın doğruluğunu tartışmak için Sümer, Mısır, İnka uygarlıklarıyla beraber Solomon Adaları, Trobriand Adaları ve bu, Bunyoro Topluluğuna kadar uzanılabilir. Kuşkusuz sonraki süreçlerde o geçmişteki ilkel yapılardan sıyrılarak, yavaş yavaş dişler bilenmiş ve en keskin, en acımasız haliyle onu oluşturan yapıların koruyucu bir aracı haline dönüşmüştür. Bu yapı çok az dönemlerde yoksul halk yanında yer almıştır. Çünkü süreç içinde devletin gücü, aynı zamanda toplumsal yapıların en üst kesiminde yer alan, başta kilise, yönetimi (Monark, -Monarşi-, Aristokrasi) olarak, varsıl güçlerin egemenliğine geçmiştir.
Thomas Hobbes, devleti Leviathan adlı eserinde Tevrat’ta bahsedilen Leviathan canavarına benzetmiştir. Bu ciddi ve yerinde bir tahlildir. Max Weber ise devletin meşru şiddet kullanma aracı olduğunu söylemiştir. (Levıathan-Thmas Hobbes/(YKY)2ö.bsk. 2020) Bütün bunlar günümüzde de dünya üzerinde 190’ı bulan küçüklü büyüklü devletler (sosyalist yapılar hariç) herbiri o ülkelerin egemenleri tarafından oluşturulmaktadır.
Bilimsel olarak devlet, toprak bütünlüğüne bağlı, siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık, siyasal bir birliktir… Bunun için her şeyden önce devleti kuran bireyler arasında kültürel birlik de gereklidir. Ancak kültürel birlik devletin yaşaması için yeterli değildir. Tarihte görülen birçok iç savaş, kültürel birliğin -devletin kurulmasında- yeterli olmadığını çok açık şekilde göstermektedir. Örneğin, Amerikan iç savaşının anayasal düzenin kurulmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyması ve savaş kültürü yerine hukuk devlet ilişkisinin kavranması açısından önemi hayli büyüktür. İşin bir başka yönü de şudur: Ana akım Uluslararası İlişkiler kuramları, devletin sistem tarafından hangi eylemlere zorlandığını ya da hangi davranış görüntülerini ortaya çıkardığı ile ilgilenir. Devletler, devlet olmanın temel işlevlerini yerine getirdikleri müddetçe, yani belirli bir ülke içinde ve halk üzerinde meşru şiddet tekelini kullanarak merkezi bir otoriteyi kurma işlevini yürüttüğü müddetçe, sorun yoktur. Bu durumdaki devletler için devletin dış politikadaki davranışlarını iç siyasetle ilişkilendirmek de şart değildir; hatta anlamlı da değildir. Realizm ve liberalizmin türevleri olan kuramlar, devletlerin davranışları ile ilgili temel varsayımlarında farklılaşsalar da, devleti bütünlüklü rasyonel aktörler olarak tasavvur ederler. (www.dergipark.org.tr) Fakat, uygulamalardaki süreçlerde zaman zaman ‘devlet’ değişik eğilimler içinde yeni yapılanmalara girebilir, girmektedir de.
Platon’un ‘DEVLET’ isimli kitabındaki ‘Devlet’in yapısal durumu.
Şimdi isterseniz biraz gerilere giderek, M.Ö ta, o şehir devletleri dönemine bir bakalım. Başlıkta da gördüğünüz gibi, Platon’un diyalogları arasında yer alan DEVLET isimli kitabı, bize devlet’i ve olması gereken devlet yapısının -gereklilik açısından- işlevsel bir yapıya nasıl dönüştürülebileceğini, adı geçen bu diyaloglarda nasıl anlatıyor. Kitap yaklaşık 372 sayfa. Bu gün bile hala -devlet yöneticileri açısından elden düşürülmemesi gerek mükemmel bir eser.- Doyumsuz bir okuma serüveni ile ben de bu eser sayesinde DEVLET’in nemenem şey olduğunu (öğrenmiş oldum) diyebilir miyim bilemiyorum. Çünkü öğrenmek ve bilgi, sonsuzdur. -Bana göre sadece aptallar her şeyi bilebilirler(!)- Felsefe’nin bile okullarımızda ciddiye alınmadığı bir ülkede yaşadığımız için, bizim ve bizim çocuklarımızın bu tür eserlere ulaşması, ancak onların özel çabalarıyla olasıdır.
Günümüzde durmadan devlet krizleri yaşayan bir çok ülke, bu bilinmezliğin eseri olarak, savaşlardan savaşlara koşarak hem kendilerini, hem de halklarını acılar içinde bırakıyorlar. Kuşkusuz her ülkede, devletlerde küçük mutlu azınlıklar oluşuyor, fakat HALK dediğimiz bir kesim var ki, onlar daima yoksul ve yoksun bir yaşam sürmeye mahküm edilmiş durumda. Gariptir ki, bir savaş çıktığında sürekli savaşan onlar, ölen onlar. Sağ kalıp geri döndüklerinde de açlığa mahkum edilen maalesef yine onlar olmaktadır ve bu, ne yazık ki binlerce yıldır değişmeyen bir gerçektir.
Bu durum belki de beş bin yıldır böyle. Yukarıda da belirtildiği gibi, kabile devletleri, şehir devletleri, Monarşi, Aristokrasi, İmparatorluklar, vs. sürüp gidiyor. Ancak yakından incelediğinizde, geçmişten farklı olarak insanlık adına, ne yazık ki değişen çok fazla bir şey yok!
İşte ben de salt bu yüzden, devlet ve devletin yapısı, oluşumu üzerine araştırma ihtiyacı duydum ve şimdi okuduklarımdan, altını çizdiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
‘Devlet’ nedir, ne değildir ve nasıl olmalıdır?
Platon’un diyaloglarından:
Diyaloglardan:
1- Halkın (politikacıların) sözüne inanmaması hiç de şaşılacak şey değil. Çünkü üstünde tartıştığımız düşüncenin hiçbir zaman gerçekleştiğini görmemiştir. Görmek şöye dursun, hep şu benim ağzımdan da kaçtığı gibi, bir sürü beylik boş laflar duymuştur. Erdemle ilişiği olan, erdemle özü ve sözü bir, bizimkilere benzer bir devleti yöneten bir insan nerede? Halk böylesinin bir çoğunu değil, bir tekini bile görmemiştir.” (Devlet. S.211)
2-Bugünkü devletlerin çoğunda olduğu gibi, bir rüya değil. Bu devletlerin başındakiler, gölgeler üstüne birbirleriyle cenkleşmede, sanki başa geçmek büyük bir nimetmiş gibi, kim başa geçecek diye birbirlerini yemektedirler. Doğrusu olansa şudur: Bir devlette başa geçenler, başa geçmeyi en az isteyenler oldu mu, dirliğin de, düzenin de en iyisi var demektir. Baştakilerin böyle olmadığı yerde ise, tam tersine, ne dirlik vardır ne düzen. (a.g.e.238)
3-Başa geçecekler, baş olmaktan daha üstün bir değere yükselmişler mi? Yükselmişlerse, bilin ki o devlet iyi yönetilen bir devlettir. Çünkü böyle bir devletin başındakiler gerçekten zengin kişilerdir. Altın zengini değil, akıl ve erdem zengini. İnsanları mutluluğa ulaştıracak da zenginliğin bu türlüsüdür. Kendi yararlarına düşkün, aç gözlü kimseler başa geçer ve başta olmayı keselerini doldurmak için bir yol sayarlarsa, burada artık iyi bir düzen arama. Çünkü herkes başa geçmek için birbirini ezecek ve bu iç kavgada hem kendilerinin hem de devletin başını yiyeceklerdir. (a.g.e 239)
4- Halkın başına geçen adam/lar, çokluğun kendine kul köle olduğunu görünce yurttaşlarının kanına girmeden edemez. Onun gibilerin hoşlandığı lekeleme yolunu tutar, onu bunu suçlandırıp mahkemelere sürükler. Vicdanını kirletip canlarına kıyar, ağzını, dilini, hısım akrabasını kanıyla boyar; kimini sürer, kimini öldürtür; bu arada halka borçların bağışlanacağı, toprakların yeniden dağıtılacağı umudunu verir. Böyle bir adamın kaderi bellidir artık. Ya düşmanlarının eliyle ölecek, ya bir zorba kurt olacaktır. (a.g.e s.297) (Hayret, nasıl da bizim başımızdakilere benziyor anlatılanlar.)
5- (Bir zorba seçildiğinde) ilk günler (o) zorba, dört bir yana selamlar, gülümsemeler, dağıtır, zorbanın tam tersi gibi gösterir kendini; (kendinin diktatör olmadığını halkı ikna etmeye çalışır) yakınlarına ve halka bol bol umut verir, herkese, hele kendi adamlarına topraklar dağıtır, dünyanın en tatlı, en cömert adamı gibi görünür… İlkin dış düşmanlarıyla uğraşır, kimiyle anlaşır, kimini yener, ama onlardan korkusu kalmayınca yeni savaşlar çıkarır ortaya, halkı hep buyruğu altında tutmak için. (…..) ona boyun eğmeyecek dik kafalı insanlar görürse, haklarından gelmek için, gene savaşa başvurur, düşmana salar onları. Bütün bunlardan sonra zorba, her zaman savaş kundakçısı olmak zorundadır. (a.g.e.s, 298,289)
*Devlet/Platon-diyaloglar/İş-Bank Kültür Yayınları/11. basım ocak 2020/İstanbul
Xxx
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz