DİRENEN YANIYLA TİYATRO HEP BİZDEN YANA
Tiyatro politik arenalarda kendine bir yer aralamak ister mi? Hitler bir kürsü tiyatrosu icat etmek için uğraş verdirtmiş ancak bu alanda muvaffak olamamıştır. Tam tersi sanatın göçüne vesile olmuştur. Sanatta da, tıpkı kendi politikasına uygun hareket imkanı bulduğuna inanan Hitler; Sanatta da kendince bir arındırma yoluna gitmeye çalışmış, tiyatro içinde bir tavsiye hareketi başlatmış, kendi anlayışına uymayan entelektüel, edebi, sanatsal pek çok eser ve sanatçı saldırılara maruz kalmıştır. Yazarlar, eleştirmenler, aktörler, akademisyenler bu saldırılardan ve tasviye hareketinden payını almıştır. Sonuç içi boşaltılan alan, hiçbir işe yaramamıştır. Dönemin Nazi gazetesi sahibi völkischer Beobachter modern sanata karşıydı. Son olarak Hitler ırk tandansında bir sanatsal çizgi kurgulamaya uğraştı. Bu Nazi sanatı kendince, antik dünyadan temellerini alan, imgesel beden dilini bulmaya çalıştı. Arı ırkın üstünlüğü gibi yersiz bir şiarla, ulusun bütünlüğü, devletin yüceliği, kadın erkek rolleri ile kusursuzluk arayan bir model tasarımlanmıştı. Ancak onlarca donanımlı sanatçı İngiltere’ye göç etmek durumda kaldı. Hitler kendisini bir Haçlı komutanı olarak lanse edebildiği bir tiyatro arenasına kavuşmuştu. Özellikle doktor Joseph Goebelles tarafından gazete, dergi, kitap, halk mitingleri, radyo gibi alanlarında ele geçirilmesi yine Hitler tasarımı yapay bir iletişim faunası kurulmasına uğraşılmıştır. Naziler Almanya’daki tüm kitapçıları ve kütüphaneleri bastı. Önceden hazırlanan kitap listeleri dayatıldı. Öğrenciler birer kobay gibi bu düşüncelere maruz kalmış oldu. Ve o yitik nesillerin köktenci tezahürleri günümüze kadar, gücünü zayıflatmış olsa bile ulaşmıştır.
Bugün Almanya’da bu tarz düşünceler radikal sayılıyor. Ancak dünyaya bir bakış attığımızda, köktenci düşüncelerin farklı tezahürleri ve türevlerini yine görebilmekteyiz. Ancak, bu defa sanki farklı metotlar deneniyor. Bilinç dışı alana denk düşen, alt metinler söz konusu. Ekonomi ve coğrafyaların kendi iç dinamikleri bu alt metinleri besleyen birer argüman bulmayı kendince biliyor. Faşizm uzun zamandan beri insanlığın içinde dolaşan kötücül bir hortlak gibi aramızda. Acılar gün geçtikçe artan devasa bir yaraya dönüşüyor. Kan kaybının dinme ihtimali yok gibi. Emperyalizm kendi kötücül dinamiklerini, hortlaklarını insanlığın üzerine saldı. El kadar çocukların kanından, gıdasından beslenen doyumsuz bir emperyalizm, eline geçen kötücül her devinimi kendi işlerliği için son raddesine kadar kullanacak. Bunun adı tv de eğlence programı, best seller bir kitap, Geobelles‘lerin yayın evi sahibi olduğu, ya da oto sansürün dehşet sağırlığı ortasında sanatın cılız bir varlığa dönüşme ihtimali… Bu kadar karamsar bir tablonun içinde her şey o kadar da kötü mü? Hayır direnen ve karşı koyan insanın varlığını hissediyoruz. Tiyatro son dönemde izleyici sayısını ve koltuk kapasitesini arttırdı. Çünkü insan kendi doğasındaki direnişin, en güzel tezahürünü, kendi içsel arınmışlığı olan tiyatroda bulur. Bu şu demek, ırksal değil, fikirsel, insani, katarsis bir durum… İnsan kendini en çok yine tiyatroda bulmuş demektir. Hangi sınıftan olursa olsun insan kendi temaşa haline meraklıdır. İnsan kendi varlığı boyunca mimler, roller ve grotesk unsurlarla kendi duygu dünyasının ifşasını inşa eder durur. Tiyatro insanın simgesel bir varoluşudur. Kendini simgelediği yer üç duvarın çevrelediği koca bir dünya. Tiyatro bugüne değin antropoljik varlığımızın bir uzantısı. İnsan grtoteks bir eylemcidir. Mimlerle vardır. Kendini sürekli arayandır. Kendinde bulduklarıyla yetinemeyen ve hep bir eksiklik duyacak olan mükemmeliyetçidir. Doğal seleksiyonun bir ürünü ve seçilimi olan insan, yine doğası gereği seçici eleyici ve aktarımcı hali ile tiyatroyu tercih etmişse kendice doğru bir şeyi yapmıştır. Tüm bu geçmiş ve bu gün, insanın ayıplarını, kayıplarını hafızasını diri tutacak araçları elinde bulundurmaya devam edecektir. Hitler, Goebelles, Musollini, vs. ait oldukları yere, tarihin ayıplar sahnesine yazılacaktır. Neruda, Atatürk gibi, halkın yarattığı kahramanlar sahnede devasa altın birer kalbe dönüşecek hepimizin ışığı ve hafızası olmaya devam edecektir.
Önemli olan insanın geçmişi ve bilgiyi bir yük gibi değil, bir düşünüş metodiğinin materyalleri olarak algılayabilmesidir. Düşünmek, irdelemek, tabiatınca yaşayabilmek, işte bütün bunlar ve fazlası insanın sanattan da yetiler alması, bu yetilerin ve bilginin kombinasyonları ve enstrümanları aracılığıyla kendini tekrar görebilmesi, anlayabilmesi döngüsündeyiz. Anlamlandırabildiğimiz oranda, insanlık denilen soyut, simgesel yolun yolcusu olarak yol alacağız. Amaç o simgesel yolun, yine insan için acısız, erdemli adımlarla yürünmesi. Tiyatro hayatlar kurtaramaz. Tiyatro kurtarılmış zihinler yaratmak için vardır. Kötücül zihniyetlerin ifşası ile kendine şifa olmayı deneyen bir yapı olarak da tarif edebiliriz.
Peter Brook “Tiyatro için; tiyatro saniyelerle gelişen bir devrimdir.” İnsanı o sembolik insanlık yolunda ilerletebilmenin en güçlü dinamiğini sunar.
Ülkemiz darbeler ve acılar tarihi, kendi geçmişimiz kendi kayıplarımız, kendimize ettiğimiz ayıpların tarihidir. Sanata dört kolla sarılmak bir mecburiyet. Ülkemiz coğrafi bir yangın yeri, bugün de yarın da bizleri bekleyen kayıplar ve ayıpların tam ortası. Bu anlamada toplumun hafızası olmak, haykırmak, insanlık dediğimiz sembole, sembolik sanatsal bir dil olmak ahlakidir. Ve sanata hevesli binlerce insana bu vicdanı hatırlatmak bu hafızaya sahip çıkmak gerektiğini göstermek zorundayız. Popüler kültürün, sansürcü zihniyetlerin tekelinden kurtulmak için insan tiyatro izlemeli, izletmeli, elinden geliyorsa sanatçı olmalı. Sanat bir bilinçlenme ve bilinci yayma eylemi olarak her an insanla birlikte, insan için var olacaktır.
Süreyya Karacabey in alternatif bildirisi o kötücül zihniyetlere verilen en güzel cevap olmuştur. Ve tiyatronun nasıl bir vicdan olduğunu anlatıyor. Bir kısmını buraya taşımak istiyorum.
“Senin zamanın küldendi diyecek tiyatro, kanlı bir manzaradan sessizce geçip gidenlere, haksızlık karşısında dilsizleşenlere, çocuklar ölürken kafasını çevirene, uzlaşmadan bilgelik devşirenlere. Senin zamanın küldendi diyecek tiyatro ve yağmurun şarkısını söyleyecek.. Bir söz nereye ulaşır diye kendisine soracak tiyatro, kendi kıyısında çürürken ömürler, kan izleriyle çizilirken bütün sınırlar, açlığa, işsizliğe, ölüme büyürken çocuklar, soracak tiyatro kendine, sahnenin sınırı nerede diye….”
İnsanlar neden sembolik ifadelerle bir dünya yaratama ihtiyacında? Çünkü gündelik dünyayı idealize edemiyor. Ama, içinde hala vicdan taşıyan insanlık çürümenin farkında. İnsanlık baskının ortasında, insanlık, tüketici toplum olmayı dayatmanın, harcanan benlik duygusu olduğunun farkına varacak. Tüketirken, tükenen insan olmanın ötesinde, alternatif bir duruş, insanlık bu duruşu özler, yolunu gözler bir durumdadır. İnsanlık; insanın özlediği kendilik diyarı, o da sembolik bir var oluş hikâyesidir. O anlamda, Süreyya hocamızın alternatif bildirisi yerinde bir sesleniştir. Kaldı ki, kendisi KHK ile mücadele eden, hakkında sürekli davalarla uğraşmak durumunda kalan bir akademisyendir. Tiyatrodan ziyade hepimizin vicdanına bir sesleniştir onun bildirisi. Bu anlamda sanatçının ve tiyatronun ezilenden yana ve hep bizden yana olduğunu ifade etmeye çalışır. Politik arenaların perde arkası, düşürülen maskeler ya da masklarla ifade kazanan şey; sokalar, insanlar, politikacılar, iş yerleri, kırsal kesim vs. Bütün bunları kendine dert ve konu edinen sanattır, sanatçıdır.
HAVVA AĞRAL
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz