KÖRLEŞME DURUMU VE TİYATRONUN GÖSTERGESİ
Körleşme dediğimiz durumu çok geniş kapsamlı ele almak zorundayız. Görünen şey, ile ikna olmayan varlık, sorgulayan varlık, körleşme tehlikesini görece atlatabilir. Tehlikesi nedir? Tüm yaşamsal var oluşu bir sona, bir çürümeye doğru götüren şeyleri görememek durumu diyebiliriz. Gösterilen şeylerle yetinilen dünya, yarı kör, yarı sağır kalmaya, kendini ya da sevdiklerini, bu kör edilmiş algıya kurban vermek zorunda kalabilir insan. Savaşlar, körlüğün belki, en uç noktası. Niye, neden, kime, hangi amaç sorularını, hamasi bir ağız doluluğu ile sağır eden gerekçelerin, ardında hangi gerçeklikler yatar? Yaşamların teminatı üzerinden, yetkili birilerinin haritalarda gezinen parmakları, senin, benim hayatımı değil, silah şirketlerinin, emperyalizmin çıkarlarını gözetiyor olabilir. Ekonomik buhran zamanları, diğer yandan, başka türlü bir zenginliğin, başka bir yerlerde ekonomik şişkinliğin, sizlere söylenenin ardında ne tür bir gerçeklik var? Sistemler, kendi ekonomik sınıflarını icat ederken, insanı öteler. İnsan değil, kitle ve kafa hesabı yapılan işler,sizlere hizmet mi? Hezimet mi sunar? Pek çok olumsuzluk, aslında sonuçtur. Sonuçlar; hizmet gibi görünen şeyin, aslında hezimet olduğunu gösteriyor. Nedensellik boyutu, çok daha ötelere dayanır. Endüstriyel devrim, dünyada, kitleselin, bir total kazanç, bir kartel oluşturma halini ortaya çıkardı. İnsanları, kitle halinde hareket ettirebilme yeteneği, toplum mühendisliğinden de öte başka detaylar içeriyor. Kitle halinde hareket, dünyanın beş altı zenginine hizmet oluyor. Çok ilginç değil mi? Kitle kendisi için hareket etmek yerine, kendi varlığını ötelediği bir başkasının zenginliğine kendini adıyor. Bu şekilde hareket ediyor. Bunu nasıl başarıyorlar? Bilinç dışı alanı mı kullanıyorlar? İnsanların zayıf yönlerine hitap ederek, insanların olmayan şeylere ihtiyaç duymalarını sağlayarak,hırslarına, bağımlı yanlarına hitap ederek, kitleyi hareketli kılmayı başarıyorlar. AVM lere akın eden, tüketimi çılgınca yaşayan, etrafında ne olup bittiğini anlamayan bir kitle. Kocaman, devasa bir körlük var. Körlükler çeşitli, ama yine de belli bir totali eline alabiliyor. Canetti’nin körleşmesinde komik bir körlük resmedilmiş. Kibirden yanına varılmayan profesör Kien’in yaşamını alt üst eden şey, cahil bir kadının para hırsı oluyor. Romandaki pek çok karakterin, belli bir körlüğü var. Ve kör numarası yapan bir dilenci de bu romanda yer almaktadır. Profesör Kien’e yardım eden, psikiyatrist erkek kardeş, Kien’in körlüğünden dem vurur. Romandaki karakter, kitle dediğimiz, total’in moleküllerini, yani güdümlü insanı resmediyordu. Kimi içkiye, kimi dünyanın en ünlüsü olmaya dair, cılız yönleri ile hareket eden karakterlerdir. İşgüzar bir cüce, kurduğu hayallere ramak kala öldürülür. Aç gözlülük, bu uğurda, her yolu mubah gören zihniyetin, nelere yol açabileceğinin trajikomik hikayesini okuruz. Gerçek kişilik, insanlara sunulanın hemen ardında olabilir. Gerçek zenginlik, dürüst, ahlaki bir varlık olabilmektir. Nasıl bu hale geliyor insanlar? Sistem bir aldatmaca yaratıyor. Kendi çıkarları doğrultusunda, kendi zenginlerini yaratırken, particilik güderken, mubah gördüğü yollardan giderek, adaletsizliği, kısa yolları meşrulaştırıyor. Toplumu çürütmenin yolu, önce bir şeylere ihtiyaç uyandırıp, sonra peşinden koşturtmak ve bu yolda her şeyi meşru görmek. Başka yollarda var tabi. Tiyatro konusuna gelmeden önce; insan psikolojisini ele almanın öneminden söz etmek ve değişik, çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Blac miror dizisinde bir detay vardır. Her bölüm farklı bir konuyu ele alır bu arada. Ellerinde cep telefonlarının da ötesinde bir aygıtla hareket etmeyi öğrenmiş insanlar, kendilerine sunulanı kabul etmek zorundadırlar. Kahraman “ o kadar çok seçenek var ki, seçim felcine uğruyoruz” der. Diğeri de “ Her seçimde biraz daha yıprandığımız için, sonunda birine razı oluyoruz” der. Seçimde felç yaşamak. Algı da seçicilik, insan psikolojisinin bir tarafı. Eğer bu alan tokside olursa, yani zehirlenirse, insan yaşamında, istenç konusunda felç yaşar. Bu bilinç dışı alana da sirayet eden bir zehirlenme ve felç durumu değildir de nedir? İnsan seçimlerini, tercihlerini kendi mi yapıyor? Yoksa sunulanın ötesine gidemiyor mu? Binlerce reklama maruz kalan, haber fragmanları ile, şiddet görüntülerine maruz kalan, vakti öldüren , insanlara ne yapılmış oluyor?İşte tam bu noktada, göstergesinin ibresini insandan çekmeyen tiyatroya gelmek istiyorum.Tiyatro kendi metodolojisinde, insanın doğasını ötelemez. Her türlü çatışkı anını resmeder. Duyguları, erdemleri, ahlak ve moral değerleri vermenin metodolojisi de, her oyunun, bir önerme içermesi koşuludur. Oyunlar diyalektik bir dizayn ile, çatışkı, çatışkıların hakimiyet noktası gibi oyunu evriltecek bir çıkış yolu ile sonuca gitmenin yolunu izler. Bu yolda, oyuncu itencinden geri düşer ya da kazanır, mesele oyun içindeki çatışkının ne olduğu değil, mesele, izleyenin, düşünceye sevk edilmesi yolunun açık olmasıdır. Tiyatro da insana sunulan, insan kalitesinin yolunu tarif etmek, düşündürmek, sorgulatmak olacaktır. Gülersiniz, iyi vakit geçirirsiniz ya da ağlar, duygusal anlar yaşarsınız, ama sonra sizde, insana dair biz iz kalır. Tiyatro da işini bu şekilde yapmış olur. İnsan konusu, binlerce yıllık bir muamma olmakla birlikte, bilinen yollarla yine insana varmanın yolunu bir şekilde kurar tiyatro. Tiyatro reklam yapmaz. Satış alanı değildir. Vaktin katili bir yer değildir.
Sanal ortam şimdilik korkulduğu kadar kalitesiz bir ortam değil. Sonuç olarak, insan hemen her zaman sorgulayan bir varlık olmaktan henüz vazgeçmedi. Neler döndüğü konusunda, az çok bilgi sahibi olduğunu da düşündüğüm insanın, salt güdüsel bir beyni yoktur. Her zaman gelişim ve dönüşümden yana olan, komplike varlık, insan, ilk çağlardan beri sanatı kendinde taşıdı, yaşadı. Bu anlamda toplum mühendislerinin, sürü, güdümlü bir kitle yaratmak gibi hareketlerine direnç gösterecek olan yine insandır. Birlileri kısa yoldan kazanırken, birileri kendi ayakları ile adıma atar, birileri sizi aldatabilir. Ama kimse sonsuza dek aldanışı yaşamaz. Kimse dayatılanı sonuna dek almaz. İnsanlık, umudu içinde saklı tutar. Kitle dediğimiz şey, kendi içinde değişken, yüzlerce, binlerce suret değil mi? Kitle sabit ve durağan ve her an kandırılan bir total değil. Yüzler ve istençler değişiyor. Kimseyi sonsuza kadar kandıramazlar…
HAVVA AĞRAL
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz