tiyatro

Havva Ağral ve Bir Tiyatro Yazısı Daha

BELLEK VE TİYATRO

   Bellek neden önemli? Bellek bizden önce yürünmüş yolların izlerini sürmek açısından önemlidir. Bize sistem tarafından atılmak istenen o formatın kodlarını çözecek anahtardır. Kapitalizm insanı nerede görür? Sanat ve bilim insanı nerede görmek ister meselesinin özünü bellekte bulacağız. Toplu bir hafıza kültürümüz olsaydı, çektiğimiz acıların ne kadarını çekmeden yürürdük?

       İnsan belleği ile toplum belleği arasında çok ilginç farklar vardır. İnsan alakasız pek çok şeyi hatırlar. Bunların ne manaya geldiğini çözemez bile. Kendi ile ilgili nirengi noktalarını bazen hatırlamaz. Bazen de çok ilginç bir detay, o nirengi noktanın bitişiğinde durur. Aslında çağrışan şey, bireysel bellekte o önemli noktaya çağrışım yapan, bir perdelemenin kendisidir. Bu bir savunma mekanizması olarak da işleyebilir. Bazen bilmenin korkuttuğu anlar, insan psikolojinin perdelemesi ile bir şeyleri bildiği halde hatırlayamaz hale getirir. 

     Psikiyatri ve otorite bilim içinde yaşadığımız dünya için bir arayüz tanımı koymaya çalışmışlardır. Biz nasıl algılıyorsak, öyle görüyor ve yaşıyoruz demeye çalışıyorlar. İnsanın kendine format atabilmesi yöntemselliği üzerine düşünülen bir çözüm noktasına varmaya çalışıyorlar. Bellek burada ne işe yarar? Bu gün bize gösterilen dünyanın arayüzün, gerçek dünya olup olmadığını sorgulamak ve neydi bu dünya demek olabilir. Bir örnek verelim. Göbeklitepe’nin  kültürü nereden doğdu? Günümüz donatılarına uymayan yanları var. Bu arayüzün aldatıcı  bir yanı mı var? Birileri size spiritüel öğretiler dayatıyorsa, arayüzü daha sevecen mi göstermeye ya da bir kopukluk mu yaratmaya çalışıyorlar?  Şimdi bu arayüzün milyonlarca argümanı var. Hangisi biziz? Post modernizm mi , popüler kültür mü? Kapitalist yaşam tarzı mı? Bireysel olarak; “ Sen değiş dünyan değişsin” meselesi biraz alengirli gelmiyor mu? Gerçeğin çıplaklığı nerede? Bu güne varmaya, bugünün konforuna gelmeye, aştığımız yolda en çok yitirdiğimiz şey, bellek. Ve bazı şeyleri hatırlamaktan ziyade, tekrar keşfetmek zorunda kalıyoruz. Sümerler Türk müdür? Piramitleri uzaylılar mı yaptı? Büyük anıtları kim dikti? Yazılı tarih olmadıkça, ya da bunu çözülmeyecek donatıdan uzak oldukça belki de hiç keşfedemeyeceğiz biz kendi geçmişimizi. Kimyagerler, kriptologlar, antropologlar, histoloji, epistemoloji… Yolculuk hep kaybettiğimiz belleğin parçalarını bulmak adına birer bilim ve disiplin alanı çabadır.

    Bireyde belleğin türleri vardır. Kısa süreli bellek, uzun süreli bellek, kodlama, özümleme, imgeleme, bilginin örgütlenmesi ve bağlamsal bellek. Ve toplumlar inşa olurken bu tür bellekler ile bu işi kotardılar. Sonra ne oldu? Sonra insan yani beşer, her yeni atılımda, devinimde,konjönktürde bir öncekini yıkıma uğratmayı mı tercih etti?  Tarihsel ve toplumsal belleğin konusu sadece icatlar ve devrimlerin tarihi değildir. Tarih yıkıcılığı da anlatıyor. Bugünü de bir gün tarihle anacağız. Ve bellek için bir şeyler yapmak istiyoruz. Bu günün de bir yıkıcılığı var. Üstelik bu yıkıcı olan şey, tam da belleği yıkacak güçte bir şey. Dijital ekranlar, sanal dünyalar, simülasyonlar, her anı kendi dimağ ve gözlerimiz yerine ekrandan gören insan beyni, belleği, o ekranın yerine koymaya başladı. Bu yıkım belki bir gün her şeyi unutturacak. Tarih, kültür, sanat ve değerler olarak tüm yaşamı unutma anına gelmek. O zaman geçmişini kaybeden bir yapı, her türlü tehlikeye açık hale gelecektir. Çünkü önce bellek, sonra deneyimler, sonra yaşam pek çok şey birbiriyle bağlantılı olacak kopuşu yaşayacak. Yaşamın halatını koparmak istiyorsanız; Ekran ve dijital ortamı kendi beynimizin yerine kullanmaya devam edersek olacak olanlar bunlardır. İşte bu tam anda devreye belgesellik giriyor. Sanat bu belgesel alana değgin işler yapıyor. Pek çok sanat dalı kendilik ve öznellikten başlayıp toplum belleğine doğru, bir insan yolculuğuna çıkıyor. Yani bilim ve sanatın yolu insana ve belleğe dair oluyor. O anlamda bilimsel olana en yakın alan  sanattır. İlkesellik ve metodikleri de benzer bir hatta ilerler. Yeter ki insan bir yerlerde halatını koparıp aklını, deneyimini, özgürlüğünü ve ifadesini bir yerlerde unutmasın. Gündelik çıkar ilişkileri, doğanın katledilişi, konformist yaşamlar, sorgulamaktan geriye itilmiş beyinler, insanın köleci sistemlere alternatif düşünemeyişi, eğlence anlayışları, arabesk ve hezeyanlar, tecrübenin bilinmezliği, dayanışmanın yerini abartılı başka türlü melankolik düşüncelerin alışı vs bugünkü insan hallerini ortaya koyuyor. İnsan sanattan uzağa düştüğünde, kendinden, kendi geçmişinden geriye düşüyor. Bellek bir veri yığını olarak bilgisayarda, bizden uzak bir parça olarak kayıtlı duruyor. Biz bizdeki belleği bir yerlere depo edip, onu unutunca geriye fazla bir şey kalmıyor. Herkes  tam bir insanlık belleği ile donatılamayacağına göre bu tezi güçlendirmenin yolu ne olabilir?  İnsanlık birbirinin tamlayanı bir dayanışma ile gerçek insan belleğini yerine oturtabilir. O zaman çevre bilinci, sanat sevinci, kaygısız bir gelecek kurgulamanın yolu açılabilir.

       Tüm yaşam semiyotik ve bir diyalektik bir kurgunun ve yoğun emeğin sonucunda inşa edildi. Bu semiyotik varsıllığı besleyecek olan alanlardan biri de sanat olacaktır. Tiyatro konu ve görselliğinin içine bilim ve belgeselliği katacaktır. Duyguları, sözcükleri katacaktır. İnsan kendini bellek aynasında bir kez daha görsün diye. O bellek aynasında dünya arayüzüne bakarken, eleştirel, kültürel, entelektüel ve her şeyden önce duyarlı birer yaşam insanına dönüşmenin yöntemselliği, lirik, trajedi, şiirsel, komedi vs yollarla verilecektir. Sorgulama ve yolculuk sonsuza dek gider. Mesele felsefenin güttüğü amaca yakın bir meseledir. Tüketim çağında bellek yitimi bir döngü de ısrarla türetmek. Soru ve cevapları türetirken, kendi varsıllığını ve var oluşunu bu dayatılana dayatmak…

                                HAVVA AĞRAL

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın