Öykü

Havva Ağral ve Yeni Bir Öyküsü İle

***TOZ ARDINDAKİ PERİ KIZI

    İkindiden beri belli bir gerginlik seziliyordu. Sinem yılgın,halsiz, kıyametin sonrasındaki dinginliğe ve dalgınlığa bırakmıştı kendini… Ömer ile gözleri buluşmasın diye, bakışları belli bir noktada sabitlenmiş öylece duruyordu. Hümeyra hanım tiyatroda yaşanan gerginliği haber almış, ortalığı yatıştırmak adına, İzmir’den koşup gelmişti. Sebebini anlayamadığı bir hırçınlık ile karşılaşınca, afallamıştı. Ömer ve Sinem’in evliliği bitiyor olabilirdi. Ne yapmalı diye kendi kendini yiyip duruyordu. Sinem günlerdir doğru düzgün bir şey yemediğinden, oldukça halsizdi.Bu katılık eve nereden çöktüyse, tüm odaları gezen, gergin bir elektrik akımı hissediliyordu. Ömer artık dayanamadı. Bir şey bahane edip evden çıktı. Artık oyundan atılmış olabilirlerdi. Düşünceler aklında bir kelebek sürüsü olup, uğultu çıkarmaya başlamışlardı. Dimağındaki kelebek tozları gün yüzünde bile uçuşur olmuştu. Sinirlilik hali bazen yüzünde kaşıntıya sebep oluyordu. Bazen de şiddetli bir yüz ağrısına sebep oluyordu. Sonra burnunda hafif bir sızı. Kendi Duygularının semptomlara dönüştüğü anları hiç sevmezdi. Her şeyin gözünde darmadağın olduğu o anlar, gözünün kararmasına ramak kala bir ana da işaret eder. Ömer kendini çok iyi tanıyordu. Oyuncu olmasının bunda payı olduğuna inanırdı. Sabrı çok iyi bilir, kolay kolay gözünün kararmasına müsaade etmezdi. 

        Kendini dışarıya attığında teninde bir kararsızlık yaşadı. Hangi mevsim bu? Yanıyor muyum? Üşüyor muyum? Hava çocuk soğuktu. Ömer, kendi içindeki kararsızlığı ve bedenindeki karasızlığı duyuyordu sadece. İstanbul sen yap tercihini bugün ahmak ıslatanlarını salma üstüme.  İstanbul ile her zaman özel bir diyalog yaşıyordu.

   Hümeyra annem gitse, şu kızı karşıma alıp, bu evliliği bir masaya yatırsak. Adımlarını ne hızlı atmıştı. Kendini semtin sonundaki Pazar yerinde bulunca, kendi sinir hali ve sinir harbini  yadırgadı. Bastığım yeri bile görmeden yürümüşüm. Hızlı yürüdüğü her anı İstanbul’una ihanet sayardı. İstanbul, bulut bulut titreşerek, sitem etti Ömer’e. Ömer İstanbul’a mahcup oldu. Deniz kenarında martı vakti. Sarnıçta gün batımı, taşların rengi, surların arasından bir peri kızının oradan oraya koştuğu an! O peri kızının adı Sinem olsun. Nasıl bırakırım onu? İstanbul, onun gözlerinde, sarı kıvrımlı, onun saçlarında, boydan boya yakut izi. Ne İstanbul’a  ne de Sinem’e ihanet edebilirim…

   Kendi iç dünyasını defalarca yokladı. Düşündükçe korkuya ve sinirliliğe daha çok benzeyen farklı titreşimler duyuyordu. Nasıl olmuştu bütün bunlar? Ne cesaret gidip arşiv odasını dağıtmış, o koca kitaplığı nasıl devirmiş? İyi altında kalmadı. Tabi o gün prova da iptal edildi. Ömer tek başına arşiv odasını düzenledi. Rejisörden defalarca özür diledi. Sinem böyle bir kız değildir. Yahya ona çok yüklendi. Ne hakkı var ki? Derken kafasında bir şimşek çaktı. Sinem’in ayağını kaydırmak için yaptılar bunu. Tabi ya! Provaların tam ortası sezona ramak kalmış. Ne istiyorlar Sinem’den? Oyuncu arkadaşlarının, ona önceden ettiği şeyler aklına geldi. Oyunun tam ortasında, oyuncuyu manipüle ederler, bildiğini bile yapamaz hale gelen oyuncu, en son bu işi yapamayacağını söyler ve çekilir.  Yahya’nın tiyatro bölümü alt sınıflardan bir kızla çıktığını, kızı sürekli koltuğunun altında tuttuğunu biliyordu. Belki oyunun ona verilmesini sağlayacaktı. İnsanlar nasıl bu kadar hak tanımaz olabilir? Sinem bunu hak etmemişti. Oyunculuğu sırf hırs dolu bir kız. Dünyam, ipek kozasından yeni çıkmış mevsimi şaşırmış bir kelebek gibi ortalıkta geziniyor. Sonra tekrar düşündü. Oyundan atılırsak, sadece  maaşa kalacaklar, Ömer yine annesine boyun bükecek, ya da çeviri işi alıp, bir şekilde geçimini sağlayacaktı. Ama neden olsun bunlar? Sinem çok inanarak çalıştı. Gece gündüz ezber yaptı. Belki de bütün bunları ben kuruyorum. Ama haksızlık olmamalı. Ya atmışlarsa bizi bu oyundan…

 Ömer geçmişi hatırlıyordu. Sinem  ve Ömer  aynı evde büyümüşlerdi. Ömer’in annesi ile Sinem’in dedesi evlenince, Ömer’in yaşamına Sinem adında, dalgalı saçlı bir kız girivermişti. Birbirlerinden nefret ediyorlardı sözde. Hümeyra hanım da illa ki Ömer Sinem’e ağabeylik etsin isterdi. Sinem Ömer’e platonik aşık olmuştu. Aşk hastalığı demek daha doğru olur. Ama bunu ters bir yansıma ile gösteriyordu. Sık sık kavga ediyorlardı. Sinem yeni huylar edinmiş, eli vuran bir kıza dönüşmüştü. Resmen saç baş kavga ederlerdi. Sinem Ömer’i arkadaşlarının yanında da pek sık rezil etmeye başlamıştı. Ömer sezgisel olarak, Sinem’i kıskandırmanın, Sinem’i daha hırçın yaptığını fark ediyordu. Ancak Sinem’in çevresindeki insanlardan da, Sinem’i deli gibi kıskandığını fark etmişti. Tuhaf bir merkezkaç ilişki vardı aralarında. Yalnız durum zamanla farklı merkezkaç uçlara doğru kayıyordu. Ömer’ e olan aşk, Sinem’in tiyatrodaki hırsları ile yer değiştiriyordu. Ömer bunu da hazmedemiyordu. Sinem başarısızlıklarında Ömer’e sığınırdı. İçinden bir ses, oyundan atılalım, geçinmek için yine çiftlik evine dönelim, fide yetiştirmek için Sinem’in dedesine yardım edelim, ne bileyim işte, ortamdan uzak kalalım diyordu. Ama içindeki diğer ses, oyundan atılmak, haksızlık olur, bunu asla hak etmedi diyordu.  Yüzünün masum çilleri ile gözlerinin o azim ışıltıları ve benekleri bu kıza farklı bir boyut katıyordu. Hiç büyümeyecek gibi, karlar kraliçesinin soğuk öpücükleri gibi. Soğuk katlarından soyundukça, mağrur, taç yapraklarına büründükçe Anastasia, boynunu bükünce, sadece üşüyen bir gelincik… Hangi role girerse girsin, bir peri kızıydı…

       Ömer burnuna gelen yeşil ot kokusuyla nerede olduğunun ayrımına varmaya uğraştı. Kokunun tanıdık buğusu, fidelik, çiftlik ve toza bulanmış peri kızını çağrıştırıyordu. Kül tozu. Küller gübre yerine geçer derdi manevi babası Suat bey. Saman bölme makinesinin ardında Sinem okul harçlığını çıkarmak için, dedesine çiftlik işlerinde yardımcı olurdu. Kokunun ardındaki, acımsı anıyı tekrar tanıdı Ömer. Sinem saman balyalama makinesine saman yığınları atıyordu. Öyle tempolu çalışıyordu ki, saç örüklerinin çözüldüğünün bile farkına varamamıştı. Ve bir an da, tozların ardında, havada uçan saman çöplerinin arında Ömer,Sinem’i çırpınırken gördü. Sanki o an Ömer’in eli ayağı kilitlenmiş hiçbir şey yapamıyor gibiydi.  Neden sonra dedesi koşmuş, makineyi kapatmıştı. Sinem’in kafa dersinin bir kısmı, makinedeydi.  Sinem’in tekrar kendini toparlayıp, tiyatroya dönmesi iki yılını almıştı. Derslerinde ve sanatından geriye düşmüştü. Sinem ve Ömer’in o gergin gelgit ilişkisi bir an da şekil değiştirmişti. Ömer Sinem’i tekrar yaşama ve o yaşamın zorluğuna ama bir o kadar aşka adapte etmek için, ömürlük bir kılavuz olmuştu. Dünyasının uydusuydu şimdi. Taze otlar beş yıl öncesinin acı, sancı ve saman çürümüşlüğü gibi esip geçerken, Ömer bir çiçekçinin önünden geçip gittiğini fark etti. Geri döndü. Yeşil anıların ve tozların hayalini soludu. Şimdi beyaz güllere ellerini sürüyordu. Dükkan sahibi Ömer’e dikkatle bakıyordu.Keşke kırk çiçekleri olsaydı.

  Sinem’i altı yaşında,çiçekli, çok kirli bir elbisenin içinde, dereden kurbağa larvaları toplamaya çalıştığı o doğal halinde hatırlıyordu. O zamanlarda da çok açık sözlü bir kız çocuğu olarak tanışmıştı Sinem’i. Çocuk “ büyüyünce benimle evlensene senin gözlerinin kenarları çok güzel” demişti. Öyle sevimliydi ki, ona bir ömür ağabeylik, hamilik ya da eş olmaya o an karar verecek gibi olmuştu. Birlikte büyüdüler. Saman ve toprak tozlarının ardında, sonra şehrin sisine girdiler. Kalabalığa ve kavgacı dünyanın gri tozları arasına girdiler.

       Ömer elinde bir demet beyaz gül ile bir taksi çevirmeye çalıştı. Tüm gün amaçsızca, oradan oraya yürürken, içinde kımıldanmaya başlayan kaygı, şimdi kalbinde bir çığlığa dönüşmüştü. Sinem’e bir türlü ulaşamayacağını düşünüyordu. Garip bir acılık, bir yürek kalkması ve panik havasına girdi. Annem gitti mi? Sinem yalnız mı? Evi arayıp soran oldu mu? Tiyatrodan bir haber gelmiş olabilir mi? Ne vardı bu kadar uzun süre dışarıda kalacak? Sakin düşüneceğim diye telefonunu da almamıştı. Ömer taksiden umudunu kesmiş, durağa koşuyordu. Elinden gül demeti düştü. Dönüp alayım derken bir motosiklet ile   aniden burun buruna geldi. Motosikletli genç düştü. Ömer ona yardım etti. Durakta son dolmuşu da kaçırdığını anladı. Tekrar taksi bekledi. Soğuk ve duman saldırısı altında, taksiler bir türlü durmadı. Ömer uzun bir yürüyüş ile üstü başı çamurlu eve vardığında, komşular, oyundan arkadaşlar, herkes oradaydı. Tam altı saattir haber alamadıklarından, Sinem ve Hümeyra hanım ortalığı ayağa kaldırmıştı.

       Ona ne olduğunu soranlara, “ ne olsun aşığım, gördüğünüz gibi sırılsıklam aşığım.” Diyerek günlerin kavgasını bitirmiş, herkesin içinde Sinem’i uzun uzun öptü. 

HAVVA AĞRAL

***

1 Yorum

  • CEVAPLA
    Ayşe Baran Eren
    1 Ağustos 2022 at 16:00

    Tebrik ediyorum. Çok güzel.👏

Cevap Yazın