TRAVMALARIN ÖĞRETTİKLERİ DOĞRULTUSUNDA SİNEMA
Travmaları pek çok başlıkla birlikte ele almak gerekiyor. Yunanca yara almak kelimesinden türeyen travmanın salt yaşanan olaylar olmadığı, bazen olumsuz olarak duyulan sözlerin de, belki beklenti ve umutların da boşa çıkması vs anlamlara geldiğini görmeliyiz sanırım. İnsanlığın aldığı yara ve incinmelerin uzayıp giden o alt alta toplanışı bizlere neyi öğretir?
İnsan kendi varoluşuna patolojik bir yanıt olmaktan öteye gidebilecek mi? Varoluşu adına, doğasına aykırı olan şeyler yapan insan, hem ilerleme hem de farklı sıkıntılar yaşayarak deneyimlemesini sürdürüyor. Buna doğaya karşı bir hadsizlik demek mümkün mü? Ve belki de insanoğlu bu hadsizliğin başından beri farkında ve doğayı tanrısallaştırırken ona kurbanlar adaması kendini sürekli bağışlatma talebi olarak günümüze kadar geldi. Kendini doğaya karşı borçlu hissetmek belki de bir kanonik incinmedir. Doğanın karşısındaki yetersizliği ya da güçsüzlüğünden ziyade insanoğlunun aykırı gidişinin hep farkında olması ile ilgili bir incinmesi vardır. Varlıksal anlamda insanın sınırlılığı doğaya içkindir. Doğada bir uzantıdır. Tüm davranışsal tepkilerin, dünyada ve doğada bir parça olmamızdan kaynaklı yani dürtüsel olduğu gerçeği de bir incinmedir. Tüm bunlar nasıl incinme oldu? Çünkü insan öğrendikçe kutsiyet atfedilen pek çok şeyi de boşa çıkardı. İnançların boşa çıkarılması öyle kolay olmuyor. Her öğrenilen yeni bilgi kültürden davranışlara ve dolayısıyla tüm yaşama sirayet ediyor. Hatta acılarla dolu insanlık geçmişinin öğrenme yetisinin rolü en baştadır. Her şeye rağmen insan mitsel ve kutsiyet yanını bırakmak istemiyor. Çoğu coğrafi bölgelerde hala çok can yakan bu inanış şekilleri yaşamlarını idame ettiriyor. İnsanlığın geçmişini dönemlere ayırırsak, mitsel olanı uzunca bir çocukluk evresi olarak tanımlamak mümkün olabilir diyorum. Freud içinde bulunduğu çağı; kültürel bir huzursuzluk çağı olarak ilan ederken, insanın üstte söz ettiğim doğaya içkin oluşun, dürtüselliğin bastırılmasından söz ediyor. Dürtüsel olanı bastırırken, kültürel bir patolojiye varmaya çalışıyor. İd ve egonun arasına sıkışan ve aile tanımı içinde ayrıca köşeye kısılan insanın patolojisinden söz ediyor. Kültürel şizofreni ikiliği ve bastırılmışlık, travmaların ana kaynağı gibi. Yani insan her an yaşamsal bir çentik ve çizgi alarak yaşıyor. Onay görme ihtiyacından, varlıksal başka problemlere kadar hep acının türettiği bir benlik kuruyor kendine. İnsan beyni sorun algılarken, çevresine olan bakışı, duruşu, bazen kendine bir şifa, bazen de beynin yarattığı cevabın sorun oluşu ile uğraşmak durumunda kalıyor. Şöyle açıklamaya çalışayım; bir şeyler yolunda gitmiyor dediğimizde, beyin cevap olarak orada bulunmak istememenin mesajlarını, kişiye salmaya başlıyor. Buna bilinç dışı alan dersek, stresli, güvensiz bir ortamda olmak istememeyi, sakarlık, kapanıklık, somatik sıkıntılarla yaşamaya başlar. Bilinç dışının verdiği cevaplar böyle dolaylı oldukça, stres ve olumsuzlukların katlandığı durumlar da söz konusu olmaktadır. Gittikçe artan semptomlar katlanır ve katlar üzerine katlanır. Sonuç olarak psikozlar, nevrozlar doğar. İnsanların maruz kaldığı hayat yaralayıcı bir hayattır genel anlamda. Bu şekilde gördüğümüz yerden sanata uzandığımızda, insanlığın hep derdini anlatmaya çaba gösterdiğini görürüz. Daha mağara resimlerinde, bir bizon karşısında kendi cesaretini göstermek adına, çıplak ve ereksiyon halinde bir savaşçı resmi çizerken bile; insanoğlu doğa ve yaşama karşı savunmasızlığını elemine etmeye uğraşmıştır. Mağara resimleri korkunun ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Bugünkü yaşamlarımızda ki korunaklı evlerimizi o korkunun kodları ve mirasıyla planladık ve yaptık. Mağara resimlerinin yerini de aksiyon anlamda sinema almıştır. Sinemanın literatüründe bu böyle geçmektedir. Bizler aldığımız yığınla yaranın, korkunun, ıstırabın neslinden gelmişiz. Ölümün bilinci, bizlerin ilerleyişindeki en büyük sıçrama tahtası gibidir. Mağara resimlerindeki aksiyon bugün aksiyon sekanslarının akışı ile sinemada karşımıza çıkmıştır. Elinde bıçağı ile teninden sülükleri koparan Rambo karakterinin yarı çıplak oluşu, hem doğaya hem düşmanlara karşı giriştiği savaş, mağara adamının hareketli halidir. Aynı zamanda bugünün kanonik dünyası bu tür bir savaşıma eleştirel bakar hem de insanın mücadelesine farklı boyutlar getirileceği cevabını da vermeye çalışır. Şiddeti küçümser. Çünkü icat ettiği kurguladığı korkunaklı dünyanın içine kendini de kurgulayarak sokmuştur. Öyle bir dönüşümdür ki kendi varlıksal, dürtüsel varlığını yadsıyan hale gelmiştir. Aksiyon filmleri sadece belli bir alımlayıcı kitleye indirgenmiş durumdadır. Bu kanonik yapıda her şey önceden bellidir. İnsan nerede nasıl giyinmesi gerektiğinden nerede nasıl hareket edeceğine kadar kendini, öğrendiği her şeyde biraz daha kurgulamıştır. Evrimsel varlıksal dönüşüm; bilindiği kadarıyla hemen her yirmi beş yılda bir adım öndedir. Yani pek çok jenerasayon, bir öncekinin üst modelidir. Kurguların üzerine tekrar ve tekrar kurgulanan varlıksal ontolojik canlının, varlıksal dürtüsel yanını çoktandır yadsıdığı bir dönüşüm söz konusudur. Yeni nesil insanların teknoloji ve bilgisayara yatkınlığını da belki bu şekilde görmeliyiz. Bilgisayar oyunlarından, simülasyon birebir ortamlara gidilen dünyada insanın kendi varlıksal duyumuna gösterdiği özenin de, evrimsel bir dönüşümü söz konusudur. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, daha kendi bedensel bütünlüğünden, kişilik oluşumuna kadar pek çok insani büyüme evresi, sadece bilgisayar önünde geçen çocukluk yıllarının, sonraki versiyon yani jenerasyonu hakkında belki de umut verici konuşmak mümkün olmayacak. Bedensel aktivite, bedensel duyum eksikliği, küntlük belki başka türlü bir açmaz. Baştan otistik, içe dönük, katotonik bedenler ve patolojiler de yeni nesli bekliyor olabilir.. Patolojinin evrimsel ve çözümsel uçları ne denli yaratıcılık olursa, çözümsüz kalmak da, bir o kadar derin sorunsallık barındırıyor olabilir. İleride ne türlü sorunsallıklar insanları beklemektedir? Her gelişen ve sorgulanan alanın kendisi de bir şekilde dönüşümsel anlamda sorunlar oluşturabilecektir. Değişim ve dönüşümlerin kaçınılmazlığı ileriye dönük bir bilmece gibi bizleri beklemektedir. Her şeye rağmen insanlık umudu içinde saklı tutar.
Havva Ağral
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz