HİÇLİK ve AİDİYET
Hiçlik mümkün müdür?
Mümkünse eğer insanın doğası hiçliğe ne derece uygundur?
Hiçlik, sistemde meydana gelen boşluğun getirisi olan kaosu minimize etmek için ortaya atılmış bir şey midir?
Hiçlik şey midir?
Herkes ve her şey, hiçlik hiç bir şeydir…
Hiçlik sınırına ulaşana kadar insan her şey olduğunu hissediyor yahut olmasını diliyor. En basitinden “ben olmazsam bu iş yürümez, ben vardım ondan başarılı olundu, ben gençken, ben ben ben…”. Bu ifadeler bir bakıma yenilgiyi kabulleniştir ama bunu kendimize itiraf edemiyoruz. Bu yüzleşmemenin en önemli sebebi belki de gerçekliğin korkusudur.
Hiçliğin neden işe yaramamazlıkla yenilgiyle, boşlukla bir tutuyoruz? Bu düşünüşü de ayrıca ele almak ve irdelemek gerekir.
Hiçlik şey midir yahut hiç bir şey midir? Şey diyelim gitsin ayrıca her varlık şey değil midir? Eğer öyleyse yokluk da şeyden öte değildir. Bu şey korkusu yani hiçlik korkusu dinlerde ve otoriter yönetimlerde de kendini çeşitli şekillerde göstermektedir. Örneğin ortaçağ kilise döneminde cennetten arsa satılması teokratik yönetimin hiçlik korkusunu empoze ederek servetlerine servet kattığı dönemdir. Bunun öncesinde ilkel dinler ve yönetimlerde mumyalama ile yahut eşyaları ile ölen kişiyi gömme hiçliğe karşı birer alternatiftir. Buradan sınıfsal ayrımı da açık bir şekilde görüyoruz. Cennetten arsa alan sıradan vatandaş satan ise üst mertebe, mumyalanan kişi üst mertebe ya geriye kalan milyonlarca halk.. Koca bir hiç!
Bir başka açıdan baktığımız zaman ise hiçlik üst bir seviye olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum bana Descartes’in deliliği yüceltmesini hatırlatıyor. Descartes deliliği kabul ettirmek için belki yüceltme yoluna gitti. Anormalliğin yahut farklılığın korkusunu, kabullenilmeme korkusunu bu şekilde ortadan kaldırmak istedi. Kim bilir, belki…
Aynı şekilde hiçliği yüceltmek belki de hiçliğin getirdiği korkuyu azaltıyor yahut ortadan kaldırıyor. Artık cennetten arsa da satılamayacağına göre…
Hiçlik felsefesi ise hiçliği anlam arayışının başlangıcı sonucunda ortaya çıkan anlamsızlık olarak tanımlıyor. Varoluşsal nihilizm ise hayatın hiçbir anlamı yok ve olmayacak diyor. Bu tanım ile bütünleşen Schopenhauer’ un “İnsan hayatı, yenileceğinden şüphe etmeksizin var olmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır.”Sözü ayrı bir anlam kazanıyor.
Varoluş, aidiyet duygusu ve hiçlik kendi aralarında birbirlerini tamamlayan bütünsellik içindedir diyebilirim. Aidiyet duygusunu kimi zaman bir mekânda kimi zaman bir eşyada yahut insanda tadabiliyoruz. O nesne artık her neyse elimizden kayıp gidince çaresizlik, boşluk ve hiçlik ile baş başa kalıyoruz. Tam da bu noktada akla ilk gelen şiir Yahya Kemal Beyatlı’nın Sessiz Gemi şiiridir.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Sevgilinin gidişi ölüme benzetilmiş ve sonrası koca bir boşluk! Hiçliği, gidişi, ayrılığı, ölümü, boşluğu yoğun duygular içinde yansıtıyor Yahya Kemal Beyatlı.
Geçen gün defterin bir köşesine karaladığım aidiyet üzerine yazının bir bölümünü buraya aktarıyorum:
Hala hiçbir yere ait değilim ve bu aidiyetsizlik duygusu fırtınalara davetiye çıkarıyor. Zira bir kere ayrılmışsa limandan bir gemi ve parçalanmışsa kayalıklarda irili, ufaklı. Her ne kadar onarılsa da o gemi eskisi gibi olmayacak ve hiçbir liman artık yuva değildir.
Çocukluk diyecek Freud. Ne derse desin demek geliyor içimden ancak çok da haksız sayılmaz. Neden Freud’a sığınıyoruz sorusunun cevabı da bir muamma. Belki bizi sadece Freud anlıyor belki en bilindik o…
Beck ise düşüncelere ağırlık veriyor. Çok düşünmeyen yahut kalıplaşmış düşünceler içerisinde yüzdüğümüz için mi dile getirmiyoruz.
Adler de açıklığa kavuşturabilir bu durumu, ah o da psikanalizci. Klasik, klas!
Nihilist bakış açısına göre; “Eğer hiçbir şeye inanmıyorsan, hiçbir şey inandığın şeye dönüşür.” Deyip yazımı noktalayayım.
İdris Meriç
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz