Hayata Zamana Dokunuşlarda, Modern Zaman Sürgünü Şair Hilmi Nar Şiirlerinin İncelemesi ve SAHİPSİZLER
Şair Hilmi Nar’ın kitaplarını alıp okumaya başladığımda hayatı fırtınalarla geçmiş, eskiden kızgın genç bir adamın şimdi ise anlamaya çalışan büyümüş bir şairin yıllara prangalı, duvarları, sınırları aşan çığlığını duydum.
Şairin yayımlanmış üç kitabı bulunuyor. İlk kitabı, Hayata ve Zamana Dokunuşlar (2012), ikinci kitabı Aykırı Kelimeler (2015), üçüncü kitabı Modern Zaman Sürgünü (2020). Aykırı Kelimeler kitabını edinemediğim için okuyup inceleyemedim. İlk ve son kitaplarını bir gecede okudum. Hani bazen markette dökme olarak sepetlerde satılan kitaplardan alırsınız kimi çok iyi çıkar kimi ise okuyup bitirdikten sonra sizde kazıklanmışsınız hissi yaratır.
Hilmi Nar’ın şiirlerini okuyunca ondan kazık yemediğinizi anlarsınız. Zaten şiire, şaire ulaşmak için özel bir çaba harcamalısınız. Soytarıların önünüze koyduklarıyla yetinmemek gerekiyor, güzel bir dize için karanlık sokaklara girmeyi, bilincinizin hepten mort olacağını bilmenize rağmen yazın şiir roman diye size sunulan bok kuyusuna girmeye cüret etmelisiniz. Hayat zaten nedir ki, cüret ve hareket?
Günümüz reklam-soytarılık döneminde bir şairin bir şiirin gözünüze çarpması imkânsızdır, televizyonlarda yazın, nazım, nesir, fikir işlerini tüccarlık olarak yapanlar dışında, şairleri yazarları göremezsiniz, radyo bültenlerinde adlarını duyamazsınız, sanat kanallarında yoktur. Bir şeyin varlığından haberdar olmamak başka bir şey, varlığından haberdar olup unutma kuyusunda boğmak, işte bu başka bir şey.
Hilmi Nar’ın kitapları günümüz internet, dijitallik çağında uzansanız hemen edinebileceğiniz kadar yakındır bir yandan İzmir Kemeraltı’nda adresini unuttuğunuz boyoz fırınını bulmak kadar zordur.
Şair, şiirlerinde kendisinin ait olduğu ama kendisinin bile kabul etmediği ekolün karakteristik özelliklerini sergilemiş, serbest şiir türünde dizelere imza atmış. Dörtlük, üçlük, beşlik dizeler, beyitler, redif, uyak düzeni, nazım türü, sözcüklerin dizilişi gibi konularla beni yormadığı için şaire müteşekkürüm.
Hayata ve Zamana Dokunuş kitabında şiir kitabını iki uzun şiir olarak yaratmış, İlk otuz beş sayfayı Hayata Dokunuş, devamında ise Zamana dokunuş olarak tamamlamış.
Şair, kâğıt ve kalemiyle baş başa kaldığında yalnızdır. Kimi insan yalnızlığı boşa gitmesin diye şair olur kimi insan gidecek yeri olmadığı için bazen de d şıkkı yani hepsi.
Şimdi şaire bırakıyorum sözü:
“Lanetli bir gezegendir artık dünya
Acılarıyla dönecek yörüngesinde
Sabahında savaşlar bekleyecek
Bir adam gitmek isteyecek gidemeyecek.”
(Hayata ve Zamana Dokunuşlar, Hilmi Nar, Rezan Yayınevi, 2012-İstanbul)
Burada benim seçtiğim dörtlükte şairin hayatının git gellerini değil gerçekten evini barkını ülkesini terk etmekle terk etmemek arasında boğuşan birini görüyoruz, kalırsa açlığa mahkûm ve bir hayatı olamayacak, anılar ve gölgeler arasında yok olup gidecek, giderse kimsenin bilmediği dilde batıda yalnızlar diyarında diğer yalnız ruhlarla birlikte yaşayıp çalışacak ve şair dün çeviremediği raundu bugün pata yarın belki galibiyet umudunu yanına alarak yollara düzülür.
“Herkes ne kadar da ev sahibi rollerinde
Bir biz kiracıyız.”
Işıkların ilk aşkların ilk kavgaların sokaklarından sürülen Hilmi Nar, yalnız ve gri göğün, yalnızların diyarında eskiden kalma anne babasının ninesinin diline sarılıyor. Batıdaki diğer sahipsiz dildaşlarının sesi CiwanHaco ile avunmaya başlıyor. Hayattaki ve dünyadaki tüm felaketlerin kendi ve kendi insanları başına geldiğini düşünmeye başlamışken, şiirinin bir yerinde işe gidip gelirken gördüğü kadının hayatına giriyor:
“Evsiz bir kadındı o
Altmışlara yaklaşmıştı yaşı
Gece ayazında donmuştu
Ve cüzdanında LedZeplin’le çekilmiş bir fotoğraf bulunmuştu.”
Yaşamak, nefes almak, elleriyle beyniyle terleyerek çalışmak için gittiği batıda, hala emeğinle yaşamamın ayıp olmadığı batıda, hayatın dışına süpürülen diğerlerinin hali şairi incitmiş, acımasızlığın çıplak hali karşısında “evini yüreğine” taşımış.
Zamana dokunuşlar nehir şiirinde şair kendine dünyada yeniden bir çıpa bir sabit noktası aramaya başlamış:
“Dalgakırandayım…
Önümde sisler içinde bir deniz
Uzaklarda yanıp sönen deniz feneri
Ardımda, cehennemini yaşayan bir…”
Şairin buradaki bahsettiği imgesel olmadığı düşünüyorum, dalgakıranı siyah bir denizin içinde, ilk aşkın ilk dokunuşun mekânı olmasıyla şiirine davet ettiğini düşünüyorum. Şairin dalgakıranı gerçek, sisleri gerçek, siyah denizi gerçek.
“Tuzlanmış gözyaşlarını silsek çocukların;
Sonra dokunsak on yedi yaş asiliğine
Gül bıraksak şehrin tüm sokaklarına
Şehir gül koksa”
Ha bari on yedi yaşındaki herkese iki tokat akşettikten sonra bir şift verseydiniz şamarlardan sağ çıktınız bravo aferin lansize diye, düşünmeden edemiyorum, düşünmek istemiyorum. Çünkü bizde herkes her alanda her konuda uzmandır, belagatsızbeyanatsız bir günümüz dahi olamaz, susuyorum.
On yedi yaşın dünyayı değiştirebileceğine inanan şair, şimdiki on yedi yaşların bilgisayardaadam vurarak günlerini geçirdiğini gördüğünde ne düşünüyordur?
Kaç kişi kaldı acaba, gençtir olur, durulur, aldırma diyen, kendi gençlerine komplo kuran, tuzak kuranlar diyarında? Neyse.
***
Modern Zaman Sürgünü kitabını daha derli toplu buldum, uzun nehir şiirlerden ziyade, adlandırılmamış. Bu bence daha kabul edilebilir. Şair dizelerini numaralandırılmış ve dizelerin birbirine üstünlüksüzlüğüne ulaşmış. İnsan zihni okuduğu ister metin olsun ister dize illa bir sabit noktası arar bir başlangıç noktası, şimdi gider bir dörtlüğe ad verirsin, derler ki niye bunu verdin, neden bu, neden şu, falan filan.
Şair etiketler çağında ruhundaki yaraları deşip dağlarken içeriği oyuna davet ediyor. Hayat denilen kavgada ilk raundu kaybeden şair, diğer rauntlar için fırsat buldukça ikinci evine İzmir’e geliyor her geldiğinde izliyor, düşünüyor:
“36.
bir martıya bir de denize bakıyor
koca kentin gürültüsünü unutarak
göçmen çocuk dönemez artık hiçbir yere
kalsa sürgün dönse sürgün”
(Modern Zaman Sürgünü, Hilmi Nar, Klaros Yayınları, 2020-Ankara)
Çıkışsızlığın denkleminde formüller, yollar yok, şair burada kaçacak yer olmadığını iyice fark etmiş. 55. Banliyöde (dizelerde) şairin farkına vardığı idrake ulaşmış.
“yılkı atları geçiyor gecemizden
Aşk tarih öncesi kabilelerin söylencesi yalnızca
Biliyorum bizonların yanına resmedilecek kederimiz”
Keşke o kadar bile resmedilse, dileğimi sunuyorum.
***
Şair Hilmi Nar’ın kitaplarını kütüphanemde ararken yirmi bir yıl önce kaybettiğim Türk Dili ve Yazını öğretmeni babam Niyazi Sabırcan’dan kalma Bekir Yıldız’ın Sahipsizler adlı öykü kitabına denk geldim. Şiir kitaplarının arasına alıp şiirlerden sonra ilk öyküyü okudum.
Şairin dizelerinin üstüne gelen ilk öyküden sonra kitabın tamamını okuyamadım, tamamlayamadım.
Sahipsizler adlı öykü çok ağırıma gitti, ilk giden göçmenler ve yaşadıkları, göçmen şair, sürgün Hilmi Nar’ı düşündürttü bana.
Benimkisi artık bir temenniden öteye gidemez, ne yapın ne edin oralarda ölüp gitmeyin. Kırk yıl bile olsa, ışıklı, yalnız, kayıp, adsız, dilsiz ülkenize dönün. Sentetik, plastik ve acımasız olan batı hayatında son nefesinizi vermeyin.
Hapırsanız da köpürseniz de karşılıksız bir sevda ile bir zamanlar sevdiğiniz ülkenize, halkınıza küsmeyiniz.
*- 1-Hayata ve Zamana Dokunuşlar/ Hilmi Nar, Rezan Yayınevi, 2012-İstanbul
2- Modern Zaman Sürgünü, Hilmi Nar, Klaros Yayınları, 2020-Ankara/ 3- Sahipsizler, Bekir Yıldız, Tekin Yayınevi, 1979-İstanbul
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz