Roman

İKİ KİTAP, İKİ YORUM, Ali Özenç Çağlar

İKİ YENİ KİTAP ÜZERİNE İKİ YORUM.

Mehmet Ünver: ‘Çöpteki Meşin Defter’

Orhan Aksoy: ‘KARAR’

Dünya küçüldü. Yarın kalktığınızda kiminle nerede, nasıl tanışacağağınızı asla bilemezsiniz. Gerçi tüm bu olanakları bize sosyal medya sunuyor ama, yine de güzellikleri arayıp bulmak sizlerin elinizde. Şu kısa zaman içinde ne kadar güzel ve nitelikli, değerli insanlar tanıdım, saymaya kalksam inanın sayfalar almaz. Tabi, bir de okuma, yazma hastalığınız varsa, o zaman işin boyutları da değişiyor kuşkusuz. Geçen hafta İnternetten dört kitap ısmarladım. Hepsi de Flora Yayınlarındandı. Biri, Büyüme Ağrısı, Eray Erdem’i, ikincisi, Uygarlık 2.0, Musa Can Durmaz, Üçüncüsü, Çöpteki Meşin Defter, Mehmet Ünver ve sonuncusu da Orhan Aksoy’un KARAR isimli uzun hikayesi. Sadece Mehmet Ünver’i facebook’tan takip ediyordum. İyi, çalışkan ve alt yapısı sağlam bir yazar. Ancak diğerlerini yeni tanıyacaktım. Tabi ki eserlerini okuyarak. Bu konuda oldukça sabırsızlanırım. Kitapları aldığım gün Mehmet Ünver’in Çöpteki Meşin Defter’ini ilk olarak okudum. Öykü hareketsiz, durgun, ama güzeldi, kurgusu da içeriğe uygundu; ancak metnin baştan aşağıya yöresel dille yazılması, okurken beni yordu. Yer yer öykünün konusuna göre salt çağrışım yapması açısından, yöresel dil tabi ki kullanılır ama, bir kitabın baştan aşağıya o dille yazılması, -hele o yörelerden uzak iseniz- maalesef okuyucuyu zorlatır; zorlattığı gibi, içeriye yönelik ilgiyi de aşağıya çeker. Yazarın bir öyküye, bir romana başlarken, bana göre bu konuyu çok, çok iyi düşünmesi gerekiyor.

Bu tür metinlerde şu bilinmelidir ki, her söyleneni, her diyaloğu yöre diliyle yazmak zorunda değilsiniz.

İkinci yerde, Orhan Aksoy’un, KARAR’ını elime aldım. Önce bir on sayfa okudum. Kitap bana tercüme gibi geldi. Her ne kadar yer, dağ, sokak, köy, isimleri tanıdık gelse de, kullanılan dil, kitabın kurgusu, konuyu anlatıştaki ustalık, yaratılan atmosfer, nedense bana  Alberto Eho’nun Gülün Adı ve Foucault Sarkacı’ı hatırlattı. Öykünün bütünlüğü bakımındanda, aynı Stefan Zweig’ın öykülerini andırıyordu. Uslup yalın ve yumuşak, konu iyi araştırılarak ele alınmış, ya da yazarın çok iyi bildiği bir konu; okuyucuya güven veren biçimde sunuluyor hikâye. Hatta bir ara, yazarının, o bölgede yaşayan azınlıklardan olabileceğini düşündüm. Fakat sonunda Orhan Aksoy’un Mardinli oluğunu öğrenince taşlar yerine oturdu. Ama her şeye karşın, yazar kurgusunu ele aldığı konuyu mükemmel bir şekilde işlemişti.

Ben bir çok kitap okuyorum. Beni etkileyen kitapları ayrı yere koyarak, onun beni etkileyen yanlarını bulup çıkarmaya çalışıyorum. Peki, O.Aksoy’un kitabında beni etkileyen neydi. Dilin sadeliğini ve yalınlığını yukarıda söyledim… Bulmuştum sonunda o noktayı; öyküde olayları anlatırken, konuya ilişkin gerginliği abartısız ve dengeli bir biçimde okuyucuya hissettirmesiydi bu. Yani siz bir olayın bitiminden hemen sonra, diğer -ne olacak-‘ı düşünüyorsunuz. Bu durum hiç de öyle söylendiği kadar kolay değildir. Çünkü, işin dozunu kaçırdığınızda, bütün kurguyu berbat etmiş olursunuz. Yazar işte bunu çok iyi başarmıştı.

Bu noktadan sonra siz artık o yazarın yanlış yapmayacağını düşünüyorsunuz. Ama ne yazık ki öyle olmamış, o güzelim 117 sayfalık öyküde, -bir şeylere yenilerek- kendi yarattığı o sanal gerçeklikten kopup, bize, Ferrarisini Satan Bilge – Robin Sharma’yı hatırlatır şekilde bir hataya düşüyor. “Kahraman, ‘Kadim Manastır’da geçirdiği 90 günlük esaretten sonra, yaşadığı kente dönüyor ve orada bir çay bahçesinde yanına gelip onunla adamın yatmak isteyip istemediğini soruyor. Adam da onu reddediyor. Ancak kadının paraya çok ihtiyacı olduğu için bu yola baş vurduğunu, kendisinin fahişe olmadığını, kocasının yüklü bir borcu olduğundan kendisine zarar vermesinden korktuğunu anlatıyordu. Kahramanımız ona, önce cüzdanını çıkarıp yanındaki, -henüz kiracısından yeni aldığı- iki aylık kira bedeli olan 2000 bin lirayı verdi. Ertesi gün yine aynı yere gelmesini ve bu sorunu çözeceğini söylüyor. Kahramanımz, 40 bin lira değerindeki evini satarak parayı, kadınla birlikte gelen kocasına verip, bu aileye böyle bir iyilik yapıyor… Şimdi, Kahramanımızın, o, 90 günlük esarette, tefekkür sonucu, ruhsal arınımla bu noktaya geldiğini öğreniyoruz. Ner var ki öykünün bütünlüğü içinde böyle gerçeklikten uzak yapay bir zorlamanın hiç yeri yoktu aslında. O yüzden de ne yazık ki öyküyü sıradanlaştırıyor. Oysa öykü bitmiş, üstelik mükemmel bir şekilde. Yazarın neden böyle bir parçaya ihtiyaç duyduğunu anlamış değilim. Fakat her şeye karşın, yine de kitabın bütünü içinde, böyle bir hata elbette kusur sayılmamalıdır. Çünkü KARAR isimli bu kitap, herkese tavsiye edebileceğim ilginç, sürükleyici ve yer yer gerilimleri olan düzeyli bir kitap olmuş. Buradan, Yazarını, bu çalışması için, yürekten kutlamak isterim.

_                                                                                                                                   _

*- Çöpteki Meşin Defter/ Mehmet Ünver/Flora yayınları/1.baskı/Temmuz 2021/S. 168

*- KARA / Orhan Aksoy/ Flora Yayınları/ Birinci baskı/ Mayıs 2021/ İstabul…../S.  117              

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın