Deneme

Kemal Kıraç / Dost Portreleri

SEFER İŞİTMEZ ve SAĞIR.

İşitmez ailesi hem Dernek üyeleriydi hem de yıllardır Sefer –  Selver’le özel bağlar vardı, karşılıklı ev ziyaretleri olurdu..
Sefer’de  unutkanlık sorunu yoktu, Dalgınlığı sonucu yaşadıkları – yaşattıkları ile gündeme gelirdi.

Derneğin nöbetleşerek açıldığı dönem. Ben açıp kapatıyordum o hafta. Derneğin zamanında açılması, içeceklerin, tost gibi yiyeceklerin hazırlanması, servisi, toparlamak göreviydi nöbetçi olanların.

Sefer, Hüseyin ve Metin geç saatlere kadar kaldık söyleşi ortamında. Sefer, akşam 21.00 gibi ayrıldı. Bir saat kadar sonra birlikte toparladık. Dernek Lokalinin anahtarını almak için oturduğumuz masa’ya yöneldim, yoktu anahtarlar. Sağa sola bakarlarken arkadaşlar, öylece dikilmiş, biraz düşünceli ben çektim dikkatlerini. Ne oldu Kemal dikilip kalmışsın dedi Metin. Boş yere aramayın, anahhtarların nerde, kimde olduğunu biliyorum, yalnız yarım saat kadar beklememiz gerekiyor dedim ve ekledim “anahtarlar Sefer’de. “Şaşkınlıkla oradakilerin yükseldi sesleri; aynı anda Hüseyin ile Metin’in. Sefer de mi? Evet dedim, Sefer götürmüştür giderken.

(Sefer’de sıkça rastlanan alışkanlıktı. Kalkarken oturduğu masa’dan, çakmak, kalem, anahtarlık gibi şeyleri farkında olmadan kendininmiş gibi birlikte götürür, Derneğe de cepleri dolu! gelirdi. götürdüklerini masalardan birine bırakırdı. EKSİKLERİ OLANLAR Sefer’in gelmesini beklerlerdi!!!

Bu durum espri konusu oluyordu sıkça olmasa da…’’Sefer gidiyor, kontrol edin çakmak, kalem anahtarlıklarınızı!!!’’ Özellikle ben üzerine fazla giderdim, Karşılığı kısa olur, ‘’ulan Kemal’’ der, yüzüne yakışan gülümsemeyle.
Sefer’in dalgınlığına tavan yaptıran yan etken ise, Maden İş’in sürdürdüğü büyük Grev dönemi. Tetiklemişti Sefer’in dalgınlığını –

Dayanışma için çıkarılan kalem, çakmak ve anahttarlıkların değişik renklerden oluşu, birbirine benzemeleri, çekim noktası oluyordu sefer için ve bir çoğumuzda bulunurdu bu kalem, çakmak, anahtarlıklardan.

Aradım.
çok çalmadan Sefer çıktı telefon’a.

-Sefer merhaba…

-Biraz şaşkınlık yansıtan ses tonuyla, merhaba Kemal… hayırdır?
-Derneği kapatamıyoruz Sefer.
-Kapatamıyor musunuz, neden?
-Anahtarlar sende Sefer, anahtarları getirirsen, kapıyı kilitleyip çıkacağız.
-Derneğin anahtarları bende ne arasın Kemal, sen açmadın mı bugün Lokali?
-Ben açtım. Masanın üzerindeydiler, cebine bak istersen ama seni anahtarlarla bekliyoruz!

-Saniyeler sonra, tamam Kemal haklısın…cebime koymuşum ayrılırken, getiriyorum…

Sefer, makine mühendisliği mezunuydu. Koşullar, Türk Danış Kurumunda Danışman olarak iş yaşamına yönlendirmişti. Mühendislik alanına oranla daha rahat bir çalışma ortamı vardı bu sosyal alanda.

Vahap abi ve Sevim İşitmez Ford fabrikasında çalışıyorlardı. Almanca’ya hakim değillerdi.
Seferlere misafir oldukları bir akşam, doldurulması gereken bir evrak dosyasını Sefer’e veriyor Vahap abi.
Yemekten sonra çay servisi yapan Selver’ in nasıl olduysa (meraklı yönü vardı Selver’in) dikkatini çekiyor doldururken evrakları Sefer’in yazdıkları…
*Selver’in anlatımıyla sonradan öğreniyoruz:

-Sefeer! ne yapıyorsun, o nasıl yazmak öyle?

-Ne yapacağım evrakları dolduruyorum gördüğün gibi.

-Peki o yazdıkların ne oluyor Sefer?

-Benimle kafa mı buluyorsun Selver?

-Sefer görmüyor musun soyadı bölümüne yazdıklarını, okur musun yazdıklarını?

-Çıldırtma beni, yıllardır yaptığım işi bana mı öğretiyorsun şimdi?

-Sefeeer!, görmüyor musun gerçekten yazdıklarını? Vahap SAĞIR, Sevim, SAĞIR… ….?
-Tamam işte ben de Sağır yazmışım…

-Sefer! şimdi sen çıldırtacaksın beni, İŞİTMEZ yerine hep Sağır yazmışsın…
-Ne farkeder canım, ikisi de aynı değil mi? ha Sağır – ha İşitmez…Ve İşitmez ailesinin şaşkınlığı!!!


Yıllardır tanımasak, ilgisini, sevecenliğini bilmesek alay ettiğini düşünmekten alamazdık kendimizi diye anlatıyordu Vahap abi Sefer kendisine özgü gülüşüyle dinlerken.
Arkadaşlar olarak bu gibi yaşananların birebir tanıkları olmasak da söyleşilerde mutlaka konu oluyorlar, dönem dönem gülmek krizine! girenlerimiz oluyordu

***

Seksenli yıllar, 1986/87 Aralık ayı. Genel üye toplantısının son gündemiyle yılbaşı eğlencesini büyük bir salon’da örgütlemeyi konuşuyor, tartışıyoruz.
Örgütleme işini Hüseyin, Çetin,  Ahmet üstlenmişler, bizlerin önerilerini not ediyorlar.
Sefer, Ahmet’in yanında oturuyor.
O gün Yılmaz hoca diye seslendiğimiz mesleği müzik Öğretmeni, ayrıca Keman ustası  olan arkadaş da dernekte.
Toplantıya ara verildiğinde bizlerle birlikte Yılmaz hoca’da dışarı çıktı, nüfus kağıdını, önceden ilettiği doldurulması gereken evraklar nedeniyle Sefer’e verdi. Sefer ceketinin sol üst cebine (mendil cebine) koydu.
Öneriler sürerken toplantı,Yılmaz hoca derneğe Satranç oynamaya gelmiş tanıdık iki arkadaşın Satranç oyununa dalmış, konuşulanlara ilgili değil.. .

Sefer, “öneride bulunmak istiyorum.”  dedi. Çoğunuz tanıyorsunuz, aramızda bir arkadaşımız var…(o an ismini unutmuş), kendisi keman çalıyor, soralım bir engeli yoksa renk katar gecemize…
Sessizlik oldu bir an, dernek üyesi olmayan üç arkadaş var, ikisi Satranç oynuyor, diğeri ilgiyle onları izliyor. Yılmaz hoca’yı tanıyanlarımız bir elin parmakları kadar.
Bakışlar ister istemez oraya yöneldiğinde, (Sefer elini cebine uzatıyor, çaktırmadan nüfus kağıdındaki ismi görüyor)… yıldırım, yıldırım arkadaşa soralım dedi birden…
Her ne kadar kendi ismi anılmasa da, keman sözü ve bakışların üzerine yönelmesi eklenince kastedilenin kendisi olacağını düşünerek, “Galiba beni kastettiniz Sefer bey… Yalnız benim adım Yıldırım değil, Yıldırım babamın adıdır.” dedi.

 
Ahmet, nüfus kağıdının Sefer’in cebinde olduğunu bilmediği ve Sefer’in çaktırmadan baktığını görmediği için, Sefer’in kulağına eğiliyor:
‘’ilahi Sefer, aşkolsun! Adamın adını bilmezken, babasının adını nasıl bildin’’? diyor gülerek…


kemalkirac@ymail.com

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın