DOST PORTRELERİ, ANILAR… Ahmet Yiğenoğlu 1
“Ülke’deki politik gelişmeler ilgimi çekiyordu. Fakat daha çok gazete manşetleri, ilgili haberlerle sınırlıydı. Yorumlar ilgimi az çekiyordu…”
ALMANYA, KÖLN’E GELİŞİM –BABAM’IN BENİMLE İLGİLİ HAYALİ
1971 Mayıs’ında Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in Binbaşı Erkan’ın evine sığınmak zorunda kaldıkları gün sıkıyönetim ilan edilmişti İstanbul’da. Saat 16.30’ da sona ermesine az kala yaşıt bir kaç arkadaşla sokağa çıktık, plastik topla oynarken, bina’nın kapıcısının, ‘‘camları yeni sildim, oynamayın burda toz yapıyorsunuz‘‘ uyarısını dikkate almadık.
Sonra topu eline geçirip vermek istemedi, elinden almak istedim, cebinden çıkardığı çakı ile patlatmak istedi, çıkan itişme’de tokat atmak istedi, atik davranıp attığım yumruk kaşına denk gelince patlayan kaşı kan içinde bıraktı.
Sonrası karakol şikayeti, evden alınmam, 5 . 6 saat nezaret’de tutulmam, ülkedeki sosyal, politik hareketlilik, yapım gereği etkilenip öğrenci hareketine katılabileceğim endişesiyle 1972 Şubatında Köln’de fabrika işçisi olarak çalışan babam beni yanına getirdi. O sıra lise birinci sınıftaydım.
Babam öğrenimimi sürdürmem için çok çabaladı. Hayali, mutlaka eğitime devam etmem ve doktor olmamı istiyordu. Hafta bir gün hastaların muyanesini parasız yapacaktım. Çok çaba gösterdi, ısrar etti. Ben ise bir an önce çalışmayı, ehliyet ve sonrası araba almayı, evlenmeyi, olanaklar oranında ülkeler görmeyi istiyordum(*). Kabul etmeyeceğimi anlayınca çalıştığı fabrika’da bulunduğu bölüme aldırdı beni; 1972 yılının ekim ayıydı.
(*)(Ehliyetim yok. Şöforlük eğitimi başvurusu bile yapmadım 18’ine girdiğimde.
Evlendiğimde 33 yaşındaydım. Biraz başarılı olduğum alan ülkelere yaptığım geziler oldu)
YİĞENOĞLU İLE TANIŞMAM VE YAŞAMDAN YAŞAMIN İÇİNE YOLCULUĞUMUZ
Kozan’lı Ahmet Yiğenoğlu ile tanışmam fabrika, işçi yaşamımın ilk günü 16 Ekim 1972 yılında böyle başladı. Beni onun Yanına verdiler. Yaşım küçük olduğu ve iş alanını iyi kavramam için bir yıl kadar. Bu süre zarfında daha çok Yiğenoğlu’nun yanında, onunla birlikte çalıştım.
İşinden fırsat bulduğu her an yanımda, benimle ilgileniyor, makinenin çalışma sistemini anlatıyor, gösteriyordu. Sabırlı, iyi öğreticiydi Yiğenoğlu. 9 yaş büyüktü benden ve abilik konumu ile değil, arkadaş olarak yaklaşıyordu. Ahmet diye seslenmemi teşvik ediyordu. Öyle de kaldı. Filistinlierden kalan sesleniş olarak dilime yapışan Ehmeet olarak sürdü, sürüyor.
İyi insan etiketi yapışmıştı adeta üzerine, 350 kadar işçinin çalıştığı halle’de sevgi, saygı görüyordu yaşam biçimiyle, birikimiyle, karşılık beklemediği yardımcı olmak ve girişimiyle.
Az da olsa içten yaklaşımını, yardımını sindiremeyen, laubali davranışlarda bulunanlar da oluyordu küçümsercesine. Gereken dersi veriyor, ama duruşunu değiştirmiyordu.
Ağırlıklı, Traktör motorları ve traktör üreten KHD’nin (Klöckner Humboldt Deutz) ikinci Hallesinde motor silindirlerinin bitirildiği, kontrolden geçirildiği bölümde çalışıyorduk. Yoğunluk yoktu, dikkatlilik gerektiren bir bölümdü.
KÜÇÜK ÇAPLI HİLE İLE YİĞENOĞLU‘NDAN BELEŞ KOLA İÇMEK
İşimiz kolaydı ve süreç baskısı altında değildik. Aşırı dikkatlilik gerektirdiği için, teknoloji günümüz aşamasında olmadığı için. İş yoğunluğu olmasa da göze batmaması için dikkat ederek küçük çaplı iddiaları oyun haline getiriyorduk. Gün‘de en fazla bir kez koşuluyla.
Küçük çaplı iddiaları sonraki yıllarda, aralıklarla da olsa sürdürdük değişik versiyonlarla
20 yıl çalıştığım KHD’de aynı bölümde hep beraberdik Yiğenoğlu ile. İlişkimiz yaş farkına takılmadan derinlik kazandı.
Yılını şu an tam anımsamıyorum, yetmişli yılların sonları olmalı.. Öneride bulundum ‘‘spontan‘‘(!!!)
Yağ kaçırılmaması için silindirlerde kullandığımız küçük vidaları oyuna dahil etmek fikri geldi aklıma. Kazanan içecekleri üstlenecekti. İki hafta olarak belirledik süreyi
silindirleri önce iş tezgahları üzerine diziyor, kartonlardan avuçladığımız vidaları deliklere takıyor, makine ile sıkıştırıyorduk.
İddialı oyuna neşe katmak, biraz da Yiğenoğlunu kızdırmak için
Hinlik yaptım, boşalan küçük vida kartonunu atmadım, içine saydığım (45) vida koydum, bıraktım göz önünde olmayan bir köşe’ye.
Çoğunlukla öğle saatlerinde farkettirmeden içinde Benim bildiğim, belirli sayılarda Vidaları karton’da bırakıyor, aniden soruyordum elimde kaç tane vida var? Tahmini sayıyı söyleyince, kaç tane aldığımı bildiğim için söylediği sayılara daha yakın sayıyı söylüyordum. En yakın sayıyı tahmin eden kazanacaktı.
Hiç şüphelenmedi ve bir kez bile bu sefer ben avucuma alayım vidaları düşüncesi oluşmadı Yiğenoğlu‘nda. Bir haftadan fazla sürdü bu durum, sonunda sayılı vidaların olduğu kartonu gizlediğim köşeden alarak önüne koydum ve söyle kaç tane var kutu’da doğal sorusunu sordum. Her zaman uzattığım avuç yerine karton önünde, şaşkınlıkla ve bu kartonu nerden çıkardın? sorusuyla karşıladı beni; sayı söylemek yerine Anlattım nedenini
Sonrası! ulan bacak kadar boyunla…. seslenişiyle koşu turuna (!!!) çıktık bölüm içinde. Bu ani koşuşturmanın – kovalamacanın nedenini , merak edenlere kahkahalar eşliğinde anlattı…
HİLE İLE KAZANMAYI BU KEZ YİĞENOĞLU UYGULAMAYA KOYDU VE…
Haftalar sonra karşı öneri ile geldi Yiğenoğlu.
Bir aylığına yazı tura atalım, kaybeden öder önerisine, olur dedim
Ben hep yazı, Yiğenoğlu tura diyordu. Ilk hafta şansı yaver gitti, attığımız para tura olarak geldi ve içecekleri ben ödedim…
İkinci hafta başında ara öneride bulundum. Bir hafta değişmezse yazı – tura, arada kazanan içecekleri alsın bir günlüğüne, önerimi kabul etmedi. Yiğenoğlu
Olmaz dedi. Bir haftadır hem de hile yapmadan beleşten içiyorum kola’yı. Arada bir arkadaşlardan gelen önerilere teşkkür ediyorum ; benim kola ağacım var, (adımı vererek) biraz sallayınca düşüyor sepetin içine. Bir kaç gün daha bu minval üzerine salladı kola ağacını Yiğenoğlu.
Ve tersine döndü sonra. Atılan para hep yazı ile karşılar oldu beni. Ben yalnız kola ile yetinmedim tabi. Her fırsatta anlatır oldum benim kola ağacının ne kadar verimli olduğunu.
Yazı – Tura’nın son haftasına girerken ben öğle sonrası çalışıyordum. Yiğenoğlu sabah vardiyasındaydı.
Çoğunlukla yarım saat kadar erken gidiyordum iş başı yapmadan önce iş arkadaşlarıyla laflamak için.
Geçerken Yiğenoğlu’na uğradım. Elimi uzattığımda iki elinin baş ve işaret parmakları sargıllıydı.Şaşkınlıkla nedenini sormayı düşündüğüm an, yan makine’de çalışan iş arkadaşımız tokatlı Ali’nin sesini duydum.
Saniyeler sonra yanımızdaydı. Ahmet iyi arkadaşın, güvenilir dostun mu dedi Ali. Tabi dedim, bilmeyen yok ki bunu. Güldü Ali. Bir bilsen senin için düşündüğünü ve hazırladığı tuzağı? Selam verir misin, bilmiyorum, dedi, makinesine doğru gitmeye hazırlanırken, benimle birlikte Ali’yi dinleyen Yiğenoğlu, tezgah’ın üzerine 20 pfennig koydu ve Ali bunu kastediyor dedi.
Merakla aldım 20 pfenniği ve ne var bunda, 20 pfennig’i niye alayım? şaşkınlığı yüz hatlarımda kalakaldım. Ali, çevir ve dikkatli bak dedi. Çevirdim gayrı ihtiyari, bakıyorum 20 pfennig işte. Yineledi Ali iki tarafına, ama dikkatli bak değişikliği görürsün… Yahu bu 20 pfennig işte ne değişikliği yanıtını vermeye hazırlanır ve elimdeki 20 penniği çevirmeyi sürdürürken gördüm. İki tarafı da resimli, tura’yı gösteriyordu
Dayanamadı Yiğenoğlu: “Ulan dedi iki haftadır neredeyse tüm Halleler duydu, kendimi kola ağacı görmeye başladım. Sabahtan beri uğraştım, parmaklarım yandı bunu yapasıya kadar.”
Sabah iş’e daha başlamadan yandaki halleden bir işçi arkadaş takımhane’ye giderken Yiğenoğlu ile karşılaşıyor, takılıyor, duydum kola ağacı olmuşsun, bize yok mu Ahmet, türü şaka yapıyor.
Sonrasını Ali anlattı:
Kendisinde bulunmayan 20 pfenniği ben verdim . Önce kalınlığını ölçtü ve usta başı, halle müdürü sorarsa, taşlama bölümüne gitti dersin, önemliyse çağırırsın dedi ve elinde bazı aletlerle, takımhaneden aldığı mıknatıslı ‘‘pense‘‘ ile (ucu ile 20 pfenniğe dokununca yapışıyor) gitti – geldi… gitti geldi, 20 Pfenniği ölçtü özel ölçü aletiyle… Öğle saatlerine doğru Ambulns“a gitti, döndüğünde iki elinin baş parmak ve işaret parmakları yara bantları ile sarılıydı.
Tüm dikkatine karşın taşlama arada bir parmaklarını da traşlamış!!!
Sonra incelttiği iki 20 pfenniği özel yapıştırıcı ile birbirine özenle yapıştırmakla uğraştı… Yapıştırma işlemi bitince, iki taneden tek’e dönüşen 20 pfenniğin kenarlarını ince zımpara kağıdına sürtmeye başladı bir hizada olsun diye, parlaklığını karartmak için de ayrı çabaladı. Çok uğraştı çok. Saatlerce çalışması sonrası biçimlendirdiğ iki pfeniği bire dönüştürdü; çok dikkatli bakılmasa, ortaya çıkan ‘‘Şaheserini‘‘ bana duyurmasa, günlerce, belki haftalarca beleş kola içecekti benden Yiğenoğlu.
O günün hatırasına hafta sonuna kadar kolaları ben aldım…
Anı olarak saklamak istediğim ‘‘Şaheser‘‘i maalesef bir zaman sonra kaybettim…
Kemal Kıraç – Köln
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz