-biz ve akıp giderken zaman- 1
Uzağımızdakiler bir kaç telefon tuşu,
yakınımızdakiler on . on beş durak mesafedeler.
Uzaktakiler – yakındakiler.
Yani sevdiklerimiz – yani dostlarımız – yani biz
Ulaşamıyoruz – Ulaşamıyorlar. Sevgimiz Baki.
Yaşamı ertelemek daha belirleyici oluyor, gelemiyoruz bir araya.
Kilometrelerin uzaklığında değil temel sorun, kafalarımızın içindeki uzaklıktır aşamadığımız.
Biliyoruz!
Birbirimizin kalplerinde, düşüncelerimizin enginliğinde birbirimize olan sevgimizi derinliğine hissediyor, günlere, haftalara, aylara hatta yıllara yüklüyoruz özlemi.
Kilometrelerin uzaklığında değil temel sorun
Kafalarımızın içindeki uzaklıktır aşamadığımız.
Duyguları, düşünceleri paylaşmanın önemi, önemli yer tutmuyor ’’dolu dolu’’ yaşamımızda. Kalplerimizi hücrelere dönüştürüyor, volta atıyoruz tek başımıza içlerinde.
Tüm derinliğiyle hıssediyor, yaşıyoruz sevdiklerimizi, dostlarımızı, uzaktan izliyoruz onları; onlar da izliyorlar bizi uzaktan. Yaşamsal önemini unutuyoruz görüşmelerin, birarada olmanın önemini kavramadan.
Bir adım öne çıkmak, sevdiklerimize yürümek yerine, uzakta olmayan gönül sarayımızda ’’esir’’ tutuyor, ağırlıyoruz birbirimizi
Yürümek onlara doğru.
Yüreklerimizin kapısını alabildiğine açmak,
’’İrademizle“irademizi bağladığımız prangalardan kurtulmak, ayaz‘da bıraktığımız sevgimizi, duygularımızı gün ışığına çıkarmak,
mengene içine aldığımız düşünceleri alabildiğine özgür bırakmak,
yakınlaşmak, yakınlaşmak, yakınlaşmak, duygularımızı, düşüncelerimizi, tepkilerimizi dile getirmek…
Öylesine kolay!
Ve
Öylesine zor!!!
Kilometrelerin uzaklığı değil sorun! 2
Kafalarımızın içindeki ‘‘ uzaklıktır‘‘ aşamadığımız.
Söyleşilerin güzergahında adımlarla derinliğine dalmak
Güzel olana sarılmak sevgi yumağının, moral dalgalarının bedenleri sarmasıdır.
İkircimsiz,sözleri oto sansürden geçirmeden, düşünce, duygu dünyamızı göz göze, dokunarak sevdiklerimize açmak, yürümek alabildiğine güzel, anlamlı olana doğru…
Olmuyor, gerçekleşmiyor çoğunlukla.
Yutuyoruz dilimizin ucuna gelen sözcükleri, atamıyoruz o çok kolay olan adımları.
Sözcükleri tutsak alıyor, ayaklara pranga vuruyoruz.
Biz
ya çok meşgul ya çok kırgınız.
Önemli – önemsiz, sayılamayacak kadar çok çok nedenler var örnek olarak verebileceğimiz!!!, kendimizi ‘‘haklı‘‘ çıkaracağımız.
Kaşlarının altında, gözlerinin üstünde kirpikleri var mesela sevdiklerimizin, dostlarımızın.
Öylesine usta, öylesine deneyimliyiz.
Tepeleri aşılmaz dağlara, gölcükleri geçilemez okyanuslara dönüştürüyoruz.
Birbirimize yakınlaşmada kötü çırak bile değiliz bir çoğumuz.
Her derdin ‘‘çaresi‘‘ zaman’a yüklüyoruz sevgileri, özlemleri.
Ve
akıp gidiyor zaman.
Biz hep içinde olacağız rahatlığı içinde göremiyor, hissedemiyoruz hızlanarak akıp gideni.
Oysa…
daha sonra…daha sonrası yok…
Uzaklaşıyor, yok oluyor bir bir sevdiklerimiz.
Biz de tükeniyoruz birlikte.
Ve sona eriyor bir anda her şey, beklentilerimizi, hayallerimizi yüklediğimiz yarınları yaşayamadan.
Yaşam güzergahında soluk aldığımız, adım atacağımız, elimizi uzatacağımız, sesimizi duyuracağımız, sevdiklerimize sarılacağımız an, yaşadığımız an’dır.
Daha sonra… Daha sonrası her şey’in bir an’da bittiği an’dır telafisi olmayan pişmanlığın girdabında.
…‘‘Gözlerinizi kapatın ve birlikte olduğunuz, ulaşamdığınız birinin gerçekten öleceğini düşünün! Önerisinde bulunuyor Doğan Cüceloğlu (sevgiyle, saygıyla anıyorum) ve sürdürüyor:
Dün akşamı nasıl geçirirdiniz?
Aynı iletişim mi olurdu?
Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz?
Aynı konular tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı?
Yoksa önemsiz hale mi gelirdi?
Bu sabah evden çıkarken bu son görüşünüzde ona derdiniz?
Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz?
Sıkça sarılmaya mı, ayna’ya mı çok zaman ayırırdınız?
Ona yüreğinizin ta derininden gelen bir ‘‘seni çok seviyorum‘‘ demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz?
Onun ölecek olması, (bir daha göremeyecek olmanız endişesi, düşüncesi..k.k.) sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz!
Acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz?
Kaçı gerçekten yaşam’da yakınımızdakinin, karşımızdakinin varlığından daha önemli?
Hangilerinde; ‘‘şimdi kalbini kırdım ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim‘‘ diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz?
Yarattığımız kırgınlıkları onarma olanağımız gerçekten var mı?
Buna Zamanımız gerçekten kaldı mı?‘‘…
Doğan Cüceloğlu – Keşkesiz Bir Yaşam İçin
Ertelediğimiz yaşamımız:
Kor misali yakan özlem.
Tipi sonrası başlayan ayaz misali
Telafisi olmayan pişmanlığımız.
Sarıyor duygularımızın dünyasını.
Ayrılmaz bir parçası oluyor benliğimizin…
Dost Olmanın – Dost Kalmanın adresi tektir… Dost:yardım çağrısını
– maddi – manevi – öğrendiği an an içinde nedenini sormadan
süreç’e yaymak düşüncesini bir an bile aklından geçirmeden
tüm olanaklarını değerlendirendir dostunun yanında olmak için…
Dost:
*Dostunun zor anlarında yanında olmanın daha ötesinde
dostunun başarısını sevincini mutluluğunu
tüm benliğiyle hisseden derinliğine yaşayandır…
Dost:
*Asla kaybolmaz dostunun yaşamından güneşin varlığı gibidir yaşadığı sürece.
Kaybolanlar, yanılgılarıdır yaşam güzergahının
Dost görünümlü maddi – manevi çıkarları öne çıktığında uzaklaşan
gerçek kişiliklerine yönelendir, süreç içinde oluşan birliktelik
alışkanlıkların olusturduğu boşluk yansımaları anılarda da yokolur kısa süreç’te.
Geleceğe yönelik arınmaktır dost görünenden…
Lafontaine anlatımıyla bir diğer pencerden:
‘‘Sokrates bir ev yaptırmış nasılsa
Eş dost başlamış kusur bulmaya.
Kimi içini beğenmemiş
Kızmayın ama demiş
şanınıza layık değil odaları.
Kimi cephesine çatmış.
Karşıdan görünüş berbat demiş.
Hepsine göre de çok dar’mış bu ev
Kim sığarmış bu kulübe’ye…
Ahhh demiş koca Filozof,
Keşke bu evin alacağı kadar
gerçek dostum olsa…‘‘
Kemal Kıraç
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz