UMUT ve ACI HAYAT
Hayat, acı tatlı sürprizlerle dolu. Bazı insanlara hak etmediklerini sunarken, bazılarına hak ettiğini vermez. Küçük mutluluklar serpiştirirken aralarına, sayısız acılar da sunar.
Ayşe ve Fatih’in iki çocukları vardı. Hiç hesapta yokken üçüncüsü gelmek üzereydi. Mutlu olmuşlardı ve Ayşe elbette bu çocuğu da doğuracaktı. Maddi olanakları da iyiydi. Üç erkek çocuk kulaklarına hoş geliyordu.
Fatih iki kardeşti. Kendilerinin üçüncü çocuğu olurken kardeşi Ahmet’in çok istemesine rağmen çocuğu olmamıştı. Tüm imkanlarını çocuk sahibi olmak için kullanmışlardı. Yıllarca uğraşmışlar ama elleri her seferinde boş kalmıştı. Onlar peşpeşe sevinç yaşarlarken, kardeşi bir baba deyişe hasretti. Kaderlerine boyun eğmişlerdi. Aylar geçmiş Fatih’in çocuğu doğmuştu ve çok mutlu olmuşlardı. Her taraf cıvıl cıvıldı yine. Bebeğin adını Umut koymuşlardı. Umut, yeniden doğan güneşi izlemekti, yaşama yeniden adım atmaktı.
Umut büyümeye başlamış 1 aylık olmuştu bile. Ama bu arada Ayşe ile Fatih’in farklı planları oluşmaya başlamıştı. Oturup, geceler boyu uzun uzun tartıştılar. Çocuğun doğumuyla ortaya çıkan yeni durum, zaman zaman ikisinin de içine ürperti veriyordu. Her ikisi de bir çözüm yolu arıyordu. O yüzden çok konuştular ve yeni doğan oğulları Umut’u kardeşi Ahmet’e vermeyi kararlaştırdılar..
Fatih bir akşam aradı kardeşini ve bu düşündüklerini ona da söyledi.
-Nasıl yani, dedi Ahmet. Çok şaşkındı.
-Oğlunun birini bana mı vereceksin? diye sordu. Sevinçten havalara uçmuştu Ahmet. Böyle bir teklif onlara sunulmuş bir mucizeydi. Neden diye kendi kendine soruyordu ama bu sorusunu sesli söylemeye cesareti yoktu. Ya vazgeçerlerse korkusu taşıyordu içinden. Farklı şehirlerde yaşıyorlardı. Yakında, onlara getirip bırakacaklardı bebeği.
Aradan iki gün geçmiş, Fatih’le karısı bebeği getirmişlerdi. Ahmet’in karısı bebek bakımından anlamadığını ama yapabileceğini söylemişti. Fatih’in karısı Ayşe, tamam ben gösteririm dedi demesine ama, Fatma’nın beklediği gibi olmamıştı hiç. Bebeği aceleyle yıkamış giydirmiş, eldivenlerini bile takmıştı. Ben yapayım dediyse de olmamış, izin vermemişti. Daha oturup sohbet bile edemeden alelacele gitmemiz gerek deyip bebeği bırakıp, kaçar gibi gitmişlerdi.
Ahmet ve karısı çok şaşkındı. Ne yapacaklardı? Nasıl olacaktı? Ama aynı zamanda çok da mutlu olmuşlardı. Bir çocuğun anne baba demesini hayal ederlerdi hep. Anne, baba ne güzel kelimelerdi. Büyüyecek ve duyacaklardı işte. Duygu yüklü yaşlar akıyordu zaman zaman gözlerinden Ahmet’in. Sabah akşam dua ediyordu onlara sunulan mucize için. Kardeşine ve eşine ne yapsalar azdı.
Aradan iki ay kadar geçmişti. Herşey çok güzel gidiyordu. Nazar değecek diye çok korkuyorlardı. Yine bir gün karşılarında oturan komşu kadın çaldı kapıyı. İçeriye girdi kanepeye oturdu. Bu sefer bir şey demek istiyormuşta diyemiyor gibiydi. Bebeğe bakıyordu ama konuşmuyordu. Ahmet’in karısı Fatma ne olduğunu anlamamıştı.
-Üç aylık oldu değil mi? dedi komşu kadın. Ardından;
-Size birşey demek istiyorum ama.. diye ağzında birşeyler geveleyip durdu. Fatma dayanamadı ve ;
-Artık söyle, dedi. Ne söyleyeceksen!
-Belki yanılıyorumdur ama başını iyi tutamıyor sanki bebek, deyiverdi. Bir tuhaflık var bebekte. Ama size söyleyip söylememek, arasında kaldım. Çok üzüleceksiniz biliyorum. Ardından bebeğe seslendi ;
-Bak Fatma, bakmıyor bana, görüyor musun?
Fatma şaşkındı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bütün sevinci yerini bir anda endişe ve korku dolu dakikalara bırakmıştı.
-İnşallah yanılıyorumdur. Ama bir doktora götürün isterseniz, dedi ve gitti komşu kadın.
Fatma’nın Dünya başına yıkılmıştı sanki. Her tarafını ateş sarmıştı. Eli ayağı birbirine karışmıştı. Sicim gibi yaşlar dökülüyordu gözlerinden. Telefonu aldı ve Ahmeti aradı: “Hemen eve gel çabuk!” diye bağırdı. İnsan kendisinin başına gelince kabul etmesi ne kadar zordu kötü şeyleri. Farkındaydı belki ama konduramamıştı çocuğuna. Kendine bile itiraf edemediği gerçekleri bir başkasından duymak okkalı bir tokat yemek gibiydi. Ahmet bir telaşla geldi. Olayı anlattı. Kadın “ haklı galiba!” dedi kısık sesle.
Ahmet:
-Yok canım. dese de içine kurt düşmüştü bir kere.
-Hemen yarın doktora götürelim dedi, Fatma’ya.
Gece bitmek bilmemişti bir türlü. Sabaha kadar sessis sessiz dualar okumuştu. Uykusuz endişe verici bir geceden sonra sabahı zor etmişlerdi. Fatma, Ahmet’e bir şey demiyordu ama Doktora gitmeye o kadar korkuyordu ki. “Sakın gitme!” diyordu içindeki ses. -Umut umudumuz gel bakalım – dedi ve kucağına aldı. Ahmet acele ediyordu. Yola çıkmışlardı bile. Ve işte doktorun kapısındaydılar. Kapıyı çalıp içeriye girdiler.
Doktor, 50 yaşlarında, uzun saçlı, bakımlı bir kadındı. Tebessüm ederek:
-Merhaba. dedi. Sorun nedir?
Fatma:
-Bebeğime bakar mısınız? dedi. Bebeğimizde anlayamadığımız bir sorun var mı?
Bunları söylerken sesi titriyordu kadının. Doktor bebeği aldı muayene etmeye başladı. Hareketlerinden bir şeylerin doğru gitmediğinin farkındalardı ama bitmesini beklediler. Yaklaşık yarım saat sürmüştü muayene ancak onlara yarım asır gibi gelmişti.
Anlatmaya başlamıştı işte. Evet bir sorun vardı. Boynunu tam tutamıyor, seslere tepki vermiyor, göz teması kuramıyordu Umut bebek. Üniversite Hastanesine götürmeleri gerektiğini, daha detaylı tetkik yapılması gerekliliğini söylüyordu.
-Çok üzgünüm ama umarım yanılıyorumdur. Belki bir şeyler yapılabilir. dedi.
Fatma’yla Ahmet’in dilleri lal olmuştu sanki. Umut’u aldılar ve birbirlerine tek bir kelime bile söyleyemeden evin yolunu tuttular. Eve geldiklerinde de hala suspustular. Uzun süre ne birbirlerinin yüzüne bakmışlar, ne de bir şey konuşmuşlardı. Aradan yaklaşık iki saat geçmişti. Fatma:
-Ne yapacağız? diye sordu.
Ahmet:
-Ben yarın sorup soruşturup öğrenirim gideriz, dedi. Maddi durumları iyi olmadığı için de endişe duyuyordu Ahmet. Ama, başka çare de yoktu. İlçede oturuyorlardı ama mutlaka İl’e gitmeleri gerekiyordu. Ahmet soruşturmuş ve randevu almıştı Üniversite Hastanesinden. Bir hafta sonraya verilmişti randevu.Günler nasıl geçecek diyordu Ahmet, “nasıl geçireceğiz yüreğim daralıyor” diyordu kendi kendine.Kardeşine haber vermelimiydi bilmiyordu. “Haberleri olmalı” diyordu sonra. Ahmet kararını verdi ve telefonunu eline alarak aradı kardeşini. Kardeşine olanları anlattı.Üzülmüştü bu duruma ama nedense onlar kadar şaşırmamıştı. Bu durumu Fatma’ya anlattı. Fatma bir şey düşünecek durumda değildi ki. Umut’a bakarak iç çekiştiriyordu. Ağzı kıpırdayıp duruyordu. “Ah zaman geçsen mi geçmesen mi bilmiyorum. Mutluluk bu kadar az mı yanımda kalacaktın. Ah Allahım bunu çok görme bana.” diyordu, mırıldanır bir sesle.
Randevu günü gelip çatmıştı. Kasabadan İl’e gitmek için erkenden yola koyuldular. Hastaneye geldiklerinde Fatma bayılacak gibi olmuştu. Kocası, “dayan dur bakalım” diyordu. Ama değişen bir şey olmadı.Bir dizi tetkik yapılmış, çeşitli testlere tabi tutulmuştu minik Umut. Sadece bekleyip göreceklerdi neler olduğunu -şimdilik- yapacak bir şey yoktu. Durum değişmemişti. Fatma’nın artık göz pınarları kurumuştu. Ağlayamıyordu. Sadece Umut’a bakıyordu sürekli. Ahmet son umudunu da kaybetmenin çöküntüsü içindeydi… Evlerine gelmişlerdi yine.
Zaman geçiyordu ama Umut iyiye gitmiyordu. Onlara önerilen bir sürü doktora gitmişler fakat çare bulamamışlardı bu duruma. Yürüyordu, bilinçsizce konuşuyordu, garip hareketleri ve gülüşleri vardı. Bu arada 9 yaşına gelmiş, sünnet olmamıştı. Onu sünnet ettirmeye karar veren Ahmet, kardeşini de çağırmştı. Çocuğu hiç görmeye gelmeyen Fatih ve Ayşe ilk defa sünnet düğününe gelip Umut’u görmüşlerdi.
Yıllar akıp gidiyordu. Umut’un büyüdükçe zapdedilmesi de zorlaşmıştı. Karı koca, ikisi de çökmüşlerdi sanki ve Umut’a zor sahip çıkıyorlardı. Evden kaçıyordu, anlamsız hareketler, gülmeler sergiliyordu kendi kendine. 17 yaşındaki zihinsel engelli bir çocuğa bakamıyorlardı artık. Zaten iyi olmayan maddi durumları daha da kötüleşmişti. Sonunda bir karar vermeliyiz diye aralarında konuştular. Ahmet kardeşini arayacaktı ve Umut u almalarını söyleyecekti. Fatma’nın hiç gönlü razı değildi bu duruma ama çıkış yolu da bulunamıyordu. Sonunda “tamam” dedi “Ahmet’i ara. Paraları da var bizden daha iyi bakarlar” diye devam etti konuşmasına. Ahmet içi sızlaya sızlaya aradı kardeşini durumlarını anlattı ve çocuklarını almaları gerektiğini söyledi. Fatih “olmaz” dedi. O artık sizin çocuğunuz ve bakmak zorundasınız. Ahmet ne kadar anlatmaya çalışsa da anlamak istemiyordu karşı taraf. “Hayır almayacağız!” dedi ve telefonu kapattı. “Bir çözüm bulmalıyız” dedi Ahmet Fatma’ya. Aralarında konuştular ve mahkemeye başvurmaya karar verdiler. Gerçek anne babasının çocuğu almaları gerektiğini söyleyeceklerdi. Ve istedikleri oldu. Mahkeme gerçek anne babasına verilmesini uygun gördü Umut’un. Fatma son kez sarıldı Umut’a. Gözyaşlarını tutamıyordu. Affet oğlum affet diye söyleniyordu içinden. Ahmet de çok üzgündü. “Oğlum sana yetemedik.” dedi ve ayrıldı.
Çocuğun gerçek babası olan Fatih ise, sanki kendi çocuğu değilmiş gibi davranıyordu Umut’a. Umut bu yaşananların farkında değildi. Ayşe, sürekli ben baş edemiyorum bu çocukla diye bağırıp çağırıyordu. Umut’un abisi eve geldiği zamanlarda ilgilenebiliyordu sadece. İşleri çok yoğundu. Anne babası gibi davranmıyordu ama ah bu zamansızlık deyip duruyordu. Fatih ve karısı Umut ‘u verebilecekleri bir yer arıyorlardı. Maddi durumları iyiydi ne de olsa. Sonunda bir bakım merkezi bulmuşlar ve vermişlerdi çocuklarını. Herşey bir süre sonra normale dönmüştü. Taki işlerin başındaki büyük çocukları hasta oluncaya kadar. Oğulları aniden hastalanmış ve kanser olduğu anlaşılmıştı. Dördüncü evredeydi kanseri. Çok zaman geçmeden oğullarını kaybettiler. Cenazeye başka şehirde yaşayan erkek çocukları da gelmişti.
Ölüm insanoğlunun başedemeyeceği kadar gerçekti. “İçimde bir kor var” diyordu Fatih’e karısı. “Yanıyor sürekli ve hiç sönmüyor”. Bu acı dayanılacak gibi değildi. “Allah bizi cezalandırdı mı yoksa?” dedi Fatih’e. “Öyle mi dersin?” diyerek ağlamaya başladı kadın. Hiç bir şey hafifletemiyordu acılarını.
Aradan geçen zamanda, Umut’un gerçek annesi Ayşe, çok değişmişti. Başını kapatmış ve kendini dine vermişti. Vicdanını rahatlatmak için bir çözümdü belki onun için. Bir oğlu dışarda görev yaparken, diğer oğlunu kaybetmişti. İçinde sakladığı sırrın heryerini kemirmesine izin vermemeye karar verdi. Bunu anlamasa da anlatmalıydı oğluna. Ertesi gün kendini Umut’un yanında buldu.
Ağlayarak Umut’un elini tuttu ve:
–Ah evladım, ah!… Biz, sen doğduğunda bir şeylerin ters gittiğini fark etmiştik ve o yüzden seni amcanlara verdik. Üstelik senin bu duruma gelmene sebep olan da yine benim. Çok canım acıyor evladım. Çünkü sana hamilelik dönemimde, doktorlar o kadar ısrar ettikleri halde ben, ne alkolden, ne de sigaradan vazgeçmedim. Düşüncesizlik ettim oğlum. Zararın bu kadar olacağını hiç düşünemedim. Nerden bilebilirdim ki, senin böyle engelli doğacağını? Affet bizi Umut’um, affet yavrum.
Umut ise, öylece annesinin yüzüne bakarak gülümsüyordu.
Şimdilerde Umut hala bakımevinde kalmaktadır.
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz