Lafın Dönüp Dolaşıp Geldiği Yer
Uzun zamandır ilk defa Türkiye’den yazıyorum. Üzerimde yeniden eve dönebilmenin verdiği huzur ve merak var.
Huzurluyum, çünkü yeniden annem ve babamla aynı çatı altındayım. Uzun zamandır bana telefon ekranından anlattıkları her şeyi bir de kendi ağızlarından dinliyorum. “Anne rengi belli olmuyor, ışığa tutar mısın?” ya da “Baba, o makine ne büyüklükte resimden anlaşılmıyor.” demek yerine her şeye canlı canlı bakıyorum, dokunuyorum.
Bir yandan da merak ediyorum neler değişmiş ve neler aynı kalmış diye. Babamın ceviz ağaçları ne kadar büyümüş, annemin böreğinin tadı hala aynı mı, büyük halamın tavuklarına şimdi kim bakıyor, yaban domuzları nohutları yemesin diye geceleri tarlalara seyyar ışıklar konuyor mu… Aklımda işte bu sorularla gülümseyerek “Hoş bulduk!” diyorum, “Hoş geldin!” diyenlere. Gülümsediğimi göremiyorlar, çünkü maskeliyim. Eşim Elliot’la birlikte yaptığım 10 saatlik uçak yolculuğum ve uçuş öncesinde ve sonrasındaki 4’er saatlik araba yolculuklarım hemen huzur ve merakımın yanına bağdaş kurup oturuyorlar kardeş kardeş. Annem onlara da birer çay koyuyor, çaresiz.
“Eee yolculuğunuz nasıl geçti?” sorusunu duyunca da arkalarına yaslanıp çaylarını daha bir keyifle höpürdetiyorlar Yolculuk Kardeşler. “İyi geçti.” diyor Elliot, “Çok iyi geçti. New York’ta hava alanına kadar bir arkadaşımız bıraktı. İstanbul’dan Ayvalık’a kadar da araba kiraladık.”
“İstanbul’da kiralık araba ofisinde aracı bize hazırlayan amca yorgunluğumuzu ve şaşkınlığımızı anladı.” diye söze giriyorum ben, “Evladım dikkatli gidin, bu anahtarı da al bak, cebine koy.” diye sıkı sıkı tembihledi diye anlatıyorum. “Çok mu yorgun gözüküyordunuz acaba?” diye soruyor annem. Sesi hem sevinçli hem endişeli.
Beklediği ilgiyi göremeyen Uçak Yolculuğu’nun yüzü asılıyor. En uzun ve en sürprizli olan kendisi ama lafını bile eden yok. Olacak iş değil! Çok geçmeden “Uçak dolu muydu?” diye sorunca babam, Alice Harikalar Diyarında kitabındaki kedi gibi sırıtıyor malum kardeş.
Bir bir anlatıyoruz uçuş maceramızı. Öncesinde Kovid-19 testi oluşumuzu, aşı kartlarımızı hazırlayışımızı, uçakta taktığımız maske ve gözlükleri, uçuş sırasında acıkırsak en güvenli şekilde yemek yiyebilelim diye yanımıza aldığımız protein içeceğini. En çok da hava alanında bir adamın nasıl olup da negatif kovid testi ya da aşı kartı göstermeden uçağa alındığını, bizim bunu fark edip yolcunun kendisi ve yetkili kişilerle konuştuğumuzda aldığımız cevapları…
Makedonya, Polonya, Romanya ve Rusya ülkeye girişlerde negatif kovid testi ya da aşı kartı beyanını zorunlu tutmuyormuş. O yüzden de gideceği yer bu ülkeler olanlara İstanbul aktarmalı gidiyor olsalar bile hava yolu şirketleri belge soramıyorlarmış. “Diğer tüm hava yolu şirketlerine de sorabilirsiniz.” diyor görevli, “onları uçağa almaya mecburuz. Web sitemize yazdığımız kovid-19 kuralları tüm ülkeler için geçerli değil.” “Kaç kişi var bu şekilde uçağa binen?” diye soruyor Elliot. Önündeki ekrandan sayıyor görevli: 5 kişi var ve bir tanesi bizim önümüzde oturacak. “Bir buçuk yıl sonra sonunda dedemi ziyarete gideceğim. Ona virüs mü götüreyim?” diyorum.“Haklısınız.” diyor görevli. Koltuklarımızı değiştiriyorlar. Yeni uçuş kartlarımızı alıp pasaport kontrole doğru ilerliyoruz. Ne yapacağımızı, bu bilgiyi başka insanlara nasıl duyurabileceğimizi konuşuyoruz. “Sen görevliyle konuşurken resimlerini çektim.” diyor Elliot, “kanıtımız var yani.”
Hava yollarına şikâyet formu mu doldursak, sosyal medyadan hava yolu şirketini etiketleyerek yorum mu yazsak yoksa telefonla müşteri hizmetlerine mi ulaşsak diye konuşurken içimde kandırılmışlık hissi yanında bir de kocaman bir hayal kırıklığı beliriyor. Yalnızca hava yolu şirketi kuralları gerektiği kadar şeffaf şekilde sunmadığından ya da ülkelerin farklı kovid-19 politikalarından değil, yolcuların kendi düşünceleri ile değil sadece kurallar çerçevesinde hareket etmeyi seçmelerinden kaynaklanan bir hayal kırıklığı.
Hep birlikte bir kutuda on saat kadar yolculuk edeceksek ölümcül olabilecek bir virüs taşımadığımızdan emin olmak birbirimize karşı bir sorumluluk değil mi?
Bir çoğumuzun etrafında en az bir kişi ağır şekilde hastalandı ya da vefat etti. Virüse karşı bilimsel ya da politik tutumumuz ne olursa olsun birbirimizi kollamak insani olan davranış biçimi diye düşünüyorum. Yani mesele hangi politikacının ya da hangi bilim insanının söylediğine inandığımız değil, birbirimize sadece insan olduğumuz için ne kadar saygı duyduğumuz ve değer verdiğimiz.
Kovid-19’un sadece sıradan bir soğuk algınlığı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak bazı insanlar sıradan bir soğuk algınlığına karşı bile hassas durumda olabiliyorlar. “O zaman onlar da yolculuk etmesinler!” diye celallenenlere bunun çözüm odaklı bir yaklaşım olmadığını hatırlatmak isterim. Kaldı ki “yolculuk etmesinler!” demek, engelli rampası olmadığı için otobüse binmekte zorlanan engelli insanlara “O zaman sokağa çıkmasın!” ya da iş yerinde haksızlık ya da tacize uğradığını anlatan kadına “O zaman evinde otursun!” demekle aynı şey.yani; problemi ortadan kaldırmak için probleme maruz kalana “yok ol!” demek.
Tavrımızı değiştirmekle ya da haksızlığa uğrayanın yanında durmakla gururumuzu ayaklar altına almış ya da kendimizden taviz vermiş olmayız. Çözümün parçası olmak bir zayıflık değil. Zaten gururumuz sırf başka insanlara saygıdan yüzümüze takacağımız bir maske ya da olacağımız bir Kovid-19 testine bağlıysa demek ki o gurur zaten çoktan kırılmış ve biz yanlış sebeplere bağırarak aslında daha da büyütüyoruz gururumuzun aldığı o hasarı.
Asıl derdimizin ne olduğunu anlatma vaktidir belki de. Nedir herkesi bu derece hoyratlaştıran ve birbirinin hayatına karşı duyarsızlaştıran? Madem laf sürekli donup dolaşıp kovid maskesi ardında saklanan başka yaralara geliyor, o zaman konuşalım.
Bizim masada herkese çay var. J
Sevgiler,
Münire Bozdemir
Haziran 2021, Türkiye
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz