Necati Küçük Kimdir.
1962 yılında Manisa’nın Gördes ilçesinde dünyaya geldi. İlköğrenimini Yayakırıldık Köyü İlkokulunda, orta ve lise öğrenimimi Demirci Öğretmen Okulunda, üniversite eğitimimi de Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu’nda tamamladı. Askerlik görevini yedek subay olarak yaptıktan sonra Antalya bölgesindeki tesislerde turizm otelcilik sektöründe çalışmaya başladı. Evli ve iki çocuk babası olan Necati Küçük Almanca ve İngilizce bilmektedir.
Kitap okumayı, seyahat etmeyi ve fotoğraf çekmeyi çok seven Necati küçük emekli olduktan sonra yazmaya başladığı anılarını ve kısa öykülerini sosyal medya hesaplarında ve Az Efe adlı blog sayfasında takipçileriyle paylaşmaktadır.
— & —
Yazarın Bir denemesi aşağıdadır.
KÜÇÜK BİR MOLA
Hava kapalıydı. Canım pek yürümek istemiyordu. Balıkçı barınağındaki bir bankın üzerine oturdum. Orası balıkçı barınağı olunca, iskele kenarındaki bankları da minik bir kayığa benzetmişlerdi. Sadece yaslanılan arkalıkları biraz benzerliğe gölge düşürüyordu. Ama rahattı. Geriye yaslanıp ayak ayaküstüne attım. Ayaklarımın bir metre kadar önünde kara bitiyor, deniz başlıyordu. Sol tarafımda Kayıkhane, sağ tarafımda akşamları canlı müzik de yapılan birkaç kafe vardı. Kış aylarında olduğumuz için kafelerin etrafı şeffaf brandalarla kapatılmıştı.
Yanıma bir kedi yaklaşıp bankın üzerine çıktı. Havaya doğru diktiği kuyruğunu “Biraz beni sevsene” der gibi montumun koluna dokundurdu. Sevgi her canlıya lazımdı. Sağ elimin tersini başının üzerinde gezdirerek okşar gibi yaptım. Pek memnun kalmış olacak ki melodiler mırıldanmaya başladı. Daha fazla sevgi istiyordu. Bankın arkalığına çıktı. Bu sefer vücudunu kaplayan o temiz ve güzel kürküyle sırtıma sürtünüyor, bundan büyük bir keyif alıyordu. Yanımda dezenfektan yoktu. Ellerimi sabunla yıkayabileceğim bir yer de aklıma gelmiyordu. Ona daha fazla dokunmak istemedim.
Tam önümde yan yana beş tane ahşap balıkçı teknesi duruyordu. Hepsi de kamarasız ya da minik kamaralı, bez gölgelikli küçük teknelerdi. Birbirlerinin gövdelerine zarar vermemeleri için kenarlarına eski skuter lastikleri asılmıştı. Bez gölgeliklerin bir kenarına dikilen küçük metal direklerde, yağmurdan ıslanıp bir araya toplanmış Türk Bayrakları asılıydı. Hepsi de aynı denizin üzerinde ve aynı dalganın ritmiyle kıpırdaşıyorlardı. Kendi aralarında hoş bir ahenk vardı. Teknelerin aralarından süzülüp geçen minik dalgalar kenardaki beton duvara ulaştıklarında şip şip şip diye sevimli sesler çıkarıyorlardı. Her yanda yoğun bir yosun ve iyot kokusu vardı.
Balıkçılık veya denizcilik ayrı bir kültürdü. Teknelerin adları bile bu farklı kültürü anlatmaya yetiyordu. Atlas, Gayret, Halikarnas, Akdeniz ve My Way. Teknelerin burun ve kıç taraflarındaki düz alanlara evde eskiyen halılardan kesilmiş parçalar özenle yapıştırılmıştı. Muhtemelen birkaç kişi birleşip bu tekneleri kiralayabiliyor ve yarımadanın etrafında küçük bir tekne gezintisi yaparken Korsanlar mağarasını, Âşıklar mağarasını ve Fosforlu mağarayı yakından görebiliyorlardı. Halılar, bu gezinti sırasında yazlık kıyafetler giymiş olan müşterilerin rahatı içindi.
Hepsinin de bakımları yapılmış mavi, beyaz ve pembe tonlardaki boyaları yenilenmişti. Ama en ortada duran Halikarnas daha bir bakımlı ve güzeldi. Tümüyle beyaza boyanmış teknenin keskin kenarları ve ön tarafındaki minik pencerelerin etrafı pembe renge boyanmıştı. Bu haliyle kuaförden yeni çıkmış on yedilik zarif bir genç kıza benziyordu. Onu daha da güzel ve özel yapan şeylerden birisi tam önde burnun iki yanında birbirlerine simetrik olarak konulmuş iki Türk Bayrağı ve ikincisi ise öndeki iki minik pencerenin tam ortasına konulmuş K.Atatürk imzasıydı.
Nasıl, biraz dinlendiniz mi? Güzel bir hafta sonu dilerim. Sevgilerimle…
Necati KüçüK
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz