YOL KENARINDA İKİ ÇOCUK
Birkaç asırlık kocaman çam ağaçları motorlu testerelerle pırasa gibi doğranıp selüloz fabrikalarında gazete kâğıdına dönüştürülmeden önceki yıllarda, orman işletmesi bölgemizdeki kızılçam sahalarından reçine elde etmeye başlamıştı. Bu nedenle de bölgemize kazma kürek ile bir orman yolu yapılmış, çay kenarındaki eski bir çeşmenin başına da reçine işçilerinin konaklaması için bir baraka inşa edilmişti. Bursa taraflarından gelen reçine işçileri bu barakada konaklıyorlardı. Altmışlı yılların ortalarıydı.
Çam ağaçlarından reçine (çam sakızı) elde etmek için, ağacın dip kısmında yarım metre kare alandaki kabuklar tıraşlanır, bu alanın tam ortasına dikine bir kanal açılırdı. Bu kanalın en alt ucuna galvanizli sacdan metal bir oluk, oluğun altına da çiçek saksısına benzer toprak bir saksı yerleştirilirdi. Bursalı reçine işçileri (sakızcılar) her gün kendilerine ait parselleri dolaşarak ellerindeki Mozaik denilen kesici bir alet ile bu kanalın iki yanına “V” şeklinde ikişer çizik atarlardı. Günler geçip çizikler çoğaldıkça koyu kıvamlı sıvı reçine çiziklerden kanala doğru akar, oradan da oluğun altındaki saksıda toplanırdı.
İki hafta sonra sakızcılar, bu sefer de ellerinde bir metal kova ile ağaçları dolaşırlar, saksılarda biriken reçineleri oval bir ıspatula yardımı ile kovalarına boşaltıp saksıları yine yerine takarlardı. Daha sonra ellerindeki reçine dolu ağır kovalarla orman içerisindeki patikalardan yürüyerek, kovalarındaki reçineleri orman yolu kenarındaki varillere boşaltırlardı. İki haftada bir orman işletmesine ait gri renkli tek kabin bir pikap gelir, biriken reçine varillerini alıp götürürdü.
Reçine varillerini almak için gelen gri renkli pikabın sürücüsü, Koca Değirmen’in karşısındaki bir tepenin üzerinden geçerken,her seferinde yol kenarına oturmuş iki küçük çocuk görürdü. Yolun üst tarafındaki yamaçta çam ağcının gölgesinde oturmakta olan üst başları yırtık pırtık yalınayak bu iki küçük çocuk,dirseklerini dizlerine dayamış, yanakları avuçlarının içerisinde meraklı gözlerle geçmekte olan pikabı seyrederlerdi. Üzerlerinde siyah alaca kumaştan elde dikilmiş beli lastikli birer don ve artan kumaş parçalarından yine elde dikildiği anlaşılan kısa kollu birer entari olan iki çocuk, pikabın her geçişinde istisnasız orada bulunurlardı.
Gel zaman git zaman bu durum pikap sürücüsünün dikkatini çekmiş olacak ki, bir gün çocukların önünde durup zaten açık olan sağ pencereden çocuklara seslendi;
“Merhaba çocuklar!” Çocuklar, tedirgin bakışlarını şoförden ayırmadan başlarını hafifçe öne eğerek selamı aldılar.
“Siz hep burada mı durursunuz?”
“Ha!”
“Peki, burada ne yapıyorsunuz?”
“Hiç!”
Verilen kısa ve keskin cevaplardan çocukların yabancılarla konuşmamaları konusunda tembihlenmiş olduklarını anlaşılıyordu. O nedenle anlayışlı şoför fazla üstelememişti. Daha sonraki günlerde pikap yine aynı noktadan geçerken çocuklar hala hep orada oluyorlardı. Ancak pikabın sürücüsü artık çocuklarla konuşmaya çalışmıyor, sadece el sallayıp geçip gidiyordu.
İşte o çocuklardan küçük olanı bendim. Pikabın sürücüsü bizi hep yolun kenarında otururken görürdü ama aslında biz sadece pikap gelip geçinceye kadar orada otururduk. Ağabeyim ile ben birkaç yüz metre yukarıdaki evde oturan çiftçi bir ailenin çocuklarıydık. Yazın, gündüz saatlerinde evimizin çardağında tütün dizerdik.
Ancak, o yıl tarlamızın kenarına yeni yapılan orman yolundan ilk kez araç gelip geçmeye başlamıştı. O güne kadar gıcırdayarak ilerleyen öküz arabasından başka hiçbir taşıt aracı görmemiştik. Motor gücüyle çalışan, kara lastik ayakkabılarımıza benzer lastik tekerlekleri olan, annemizin anlattığı “Tozkoparan Padişahı” masalındaki tilki gibi, hızlıca giderken arkasında uzun bir toz bulutu bırakan ve adına pikap denilen bu araç bizim için başka bir dünyadan gelmiş gibiydi. Her seferinde onu yakından görmek için can atardık.
Pikabın motor sesi tarlamızın alt başından duyulunca, hemen elimizdeki tütün iğnelerini olduğu gibi yere bırakıp bir depar atar ve pikap gelmeden önce orman yolunun kenarında seyir terasımızdaki yerimizi alırdık. Bol dönemeçli orman yolundan, yorgun ve homurtulu sesler çıkararak yavaş yavaş gelen bu ilginç araç önümüzden geçerken, geçişini zevkle ve hayranlıkla izler,Üstat Nazım Hikmet’in dediği gibi “Yanık benzin kokusunu,” içimize çekerdik.
“Gördün mü len, beyaz, camdan yuvarlak gözleri var?”
“Gördüm tabi, sen alttan duman çıkaran yerini gördün mü?”
“Gördüm. Yan taraflarında kulakları da var.”
“Oğlum onlar ayna, şoför arkasını görsün diye!”
Her ne kadar kamyonetin aksamlarının adlarını bilmesek de her gördüğümüzde aracın farklı bir özelliğini keşfederdik. Araç geçip gittikten sonra keşfettiğimiz bu özellikleri heyecanla birbirimize anlatır ne kadar iyi birer gözlemci olduğumuz konusunda birbirimizi ikna etmeye çalışırdık. Ön tamponunun iki köşesindeki Topuzlu flama direklerini ise, yolda karşılaştıkları kötü adamları dövmek için kullandıkları sopalar zannederdik.
Eğer pikabın sürücüsü, sonradan adının “Korna” ya da “Klakson” olduğunu öğrendiğimiz düdüğünü de öttürürse zevkten dört köşe olurduk. Sanki bizi görüp düdük çalan bir insan değil de aracın kendisiymiş gibi “Araba bize düdük çaldı!” diye heyecanla evdekilere anlatırdık. Araç uzaklaşırken ardında bıraktığı uzun toz bulutunu son bir kez daha seyreder, sonra da aracın toprak yol üzerinde oluşturduğu lastik teker izlerini zevkle bozarak eve döner ve tütün dizmeye kaldığımız yerden devam ederdik.
Sürekli toprak orman yollarında çalıştığı için üzeri toz toprakla kaplanmış gri renkli bu çirkin araç, altmışlı yılların ortalarında bizim hayatımızın en güzel rengiydi.
Necati Küçük Kimdir?
Küçük, 1962 yılında Manisa’nın Gördes ilçesinde dünyaya geldi. İlköğrenimini Yayakırıldık Köyü İlkokulu’nda, orta ve lise öğrenimini Demirci Öğretmen Okulu’nda, üniversite eğitimini de Dokuz Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu’nda tamamladı. Askerlik görevini yedek subay olarak yaptıktan sonra Antalya bölgesinde turizm otelcilik sektöründe çalışmaya başladı. Emekli, evli ve iki çocuk babası olan Necati Küçük, Almanca ve İngilizce bilmektedir.
Kitap okumayı, seyahat etmeyi, fotoğraf çekmeyi ve yazmayı çok seven Necati Küçük’ün“KAYALI” adlı ilk romanı Nisan 2022 tarihinde yayımlanmıştır. Halen bazı e-dergilerde, Az Efe adlı bolgsayfasında ve diğer sosyal medya hesaplarında haftalık yazılar yazmaktadır.
Necati KüçüK
( Az Efe )***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz