Öykü

Necati Küçük ve Yeni Bir Öyküsü

KOCA ALİ DAYI’NIN ÇEŞMESİ

Yaz aylarında öğleden önceleri koyunlarla kuzular ayrı ayrı otlaklarda güdülürdü. Öğle sıcağını yazlık ağılın gölgesinde geçiren koyunlar sağıldıktan sonra kuzularla karıştırılır, akşamüzerleri de hep beraber otlatılırdı. Ben kuzu çobanıydım. Benden üç yaş büyük ağabeyim de koyun çobanı. Bazı günler otlaklardan dönüp kuzuları ve koyunları kendi ağıllarına kapattıktan sonra yakın komşumuz Koca Ali Dayı’nın tarlasına karadut yemeye giderdik.

Koca Ali Dayı’nıntarlası kızılçam ormanlarıyla kaplı bir tepenin eteklerindeydi. Koca Ali Dayı ve ailesi tarlanın ormana yakın bir bölümünde, güneye bakan hanay bir evde otururlardı. Koca Ali Dayı, adı üstünde etine dolgun, iri yapılı, büyük suratlı kocaman bir adamdı. Çoluk çocuğu büyümüş bazıları evlenmişti. O nedenle kendisi tarla, bağ bahçe işlerinde pek çalışmazdı. Al bir beygiri vardı. Binek eyerini beygirin sırtına vurur, özel yapılmış deri püsküllü halı heybesini eyerin üzerine atar ve üzerine de kendisi binerek yakın köylere cuma namazına veya gezmeye giderdi.

Koca Ali Dayı’nın evinin önünde, kurnasından gürü gürülçam kokulu sular akan bir taş çeşme, çeşmenin önünde hayvanların su içmesi için yan yana üç tane de yalağı vardı. En sondaki yalaktan aşağı dökülen sular, çeşmenin önündeki patikanın altından geçerek alt taraftaki beton sulama havuzuna akardı. Beton havuzun iki yanında, heybetlerinden önceki asırlardan kaldıkları anlaşılan iki tane karadut ağacı vardı. Karadut ağaçlarının koyu gölgesi, çeşme yalaklarında ve beton havuzda biriken suların verdiği serinlik, kurnadan akan suyun şırıltısı ile birleşince huzur dolu güzel bir atmosfer oluştururdu. İnsanın canı hemen gölgenin en koyu yerine kıvrılıp uyuyuvermek isterdi.

Koca Ali Dayı’nın evine varınca kendisini selamlar, karadut yemek için izin isterdik. Karısı Fatıma Abla “Çocuklar, bana görünmeden sakın gitmeyin ha!” diyerek bizi tembihlerdi. Bildiğiniz gibi aileden olmayan yaşlı kadınlara teyze, hala ya da nine diye hitap edilir. Ancak bazen sevgisini, şefkatini, hoşgörüsünü diğer insanlardan esirgemeyen öyle iyi kalpli kadınlar vardır ki kaç yaşında olurlarsa olsunlar onlara hep “Abla” diye hitap edilir. Çünkü onlar insana bir abla kadar yakındır. Koca Ali Dayı’nın eşi Fatıma Abla da öylesi bir kadındı.

Evi geçince hemen birkaç metre ilerdeki karadut ağaçlarına tırmanır, üstümüzün başımızın mos mor boyanmasına aldırmadan karadut yemeye başlardık. Arada bir ağaçtan iner, çeşmeden elimizi yüzümüzü yıkayıp su içer tekrar karadutlara saldırırdık. Ağzımızdan burnumuzdan gelinceye kadar yedikten sonra bir miktar da evde tütün dizen kardeşlerimiz için toplardık. Evin çardağından bizi izleyen Fatıma Abla, dut yemeyi bıraktığımızı görünce “Hadi bakalım çocuklar, yemek vakti, sofraya buyurun!” diyerek bizi eve çağırırdı. Midelerimizi karadut ve soğuk su ile doldurmuş olsak da, evinin önündeki küçük bahçesinde kendi yetiştirdiği yaz sebzelerinden hazırlanmış nefis yemeklerden yedirmeden asla bizi evimize göndermezdi.

Yetmişli yıllarda vefat eden Koca Ali Dayı, vasiyeti üzerine bu güzel çeşmenin üst tarafındaki çimenliğe defnedilmişti. Muhtemelen, ebedi istirahatini karadut ağaçlarının huzur dolu gölgesinde, çeşmenin şırıltısını dinleyerek geçirmek istiyordu. Fakat zamanla iklimlerin değişeceğini, çeşmelerin ve bahçelerin kuruyacağını,yeni nesillerin bu dağ başlarından şehirlere göçüp gideceğini, evlerin yıkılacağınıve kuru çeşmenin başında yalnız bir mezar olarak kalacağını düşünmemişti.

Necati Küçük

( Az Efe )

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın