Deneme

Necmiye Alpay (Basından) Güzel bir deneme.

HALÛK AKER

Halûk Aker hayatını kaybetti… Sevdiğimiz saydığımız bir insan ölünce, o

insan ‘hayatını’, biz de o insanı kaybetmiş oluruz, öyle deriz, ama gerçeklikte

kaybetmiş midir o insan, hayatını? Belki dirimselliğini kaybetmiştir ama,

hayatını gerçekten kaybetmiş midir?

Düşünüyorum da, deyim bazen gerçek olsa bile, hayatını kaybetmeyen

insanlar vardır. “Ölümsüz” dediğimiz durumlardan söz etmiyorum. Hayatını hiç

kaybetmeyenimiz yok denecek kadar azdır, kaybetmelerimiz ise derece derece,

çeşit çeşit. Bazılarımız hayatını kaybetmek şöyle dursun, tıka basa doldurmak

gayretindedir, ünle, güçle ya da parayla; böyle tanımlıdır hırsla sarıldıkları

hayat. Etik problemleri ya yoktur ya da göstermeliktir.

Halûk Aker ise hayatını bu anlamda bulmaktan çok, derinlemesine

anlamanın yollarına koyulmuştu. Okurlar olarak açıkça görebiliriz ki dönem

dönem yıllarca ortalıkta olmayabilmiş, demek kendisini geride tutabilmiştir.

1960 kuşağı şairlerinden ve ilk dergicilerindendi. Onu hep koltuğunun altında

yeni çıkmış birtakım dergi ya da çıkacak dosyalarla hatırlarım, her heceye sanki

gırtlağında beyninden gelen bir vurguyla güç kazandırdığı konuşma tarzıyla,

“Cöntürk” derken, “İkinci Yeni” derken. Kuşaktaşı olan şairlerden bir iki yaş

büyüktü, oysa kitabını onlardan en az on yıl sonra, 1978’de çıkardı. Üstelik tek

kalacak ve bir daha basılmayacaktı o kitap. Baştan sona adının geçtiği diğer iki

kitap ise, yıllar sonra çıkacaktı, bu kez şiir kitabı olarak değil, dostluk ve

zihinsel derinlik yollarında bağını koparmadığı iki düşünürün ön planda olduğu

mektup kitapları olarak: Kendisinden on yaş büyük Bilge Karasu ve yirmi iki

yaş büyük Hüseyin Cöntürk ile ömür boyu sürmüş diyaloglarının yer aldığı

mektup kitaplarıdır bunlar: Halûk’a Mektuplar 2  ve Eleştirmenin Arzusu:

Hüseyin Cöntürk’ten Halûk Aker’e Mektuplar 3 . Diyalog diyorum ama, Halûk

kendi mektuplarına kitapların ilkinde az da olsa yer vermişken, ikincisinde hiç

yer vermemiştir. Belki bir gün diyaloğun Halûk cenahı da yayımlanır,

bilmiyorum. Ancak halihazırdaki bu tek yanlılığı Halûk’taki benmerkezcilik

karşıtlığına, kendini öne çıkarmaktan alabildiğine kaçınacak kadar sıkı duran

etik tavrına bağlamak eğilimindeyim. Ortaya çıkan kitaplar şu halleriyle elbette

edebiyat tarihi ve eleştiri açısından önemli, ama öte yandan postmodern bir

romansal metinler toplamı gibiler.

Eleştirmenin Arzusu’nu hazırlayan Eren Barış’ın Hüseyin Cöntürk

konusunda Halûk Aker’le yaptığı ve kitabın sonunda yer verdiği söyleşide Aker,

edebiyattan geri çekilmiş olmasını “bir arada olmak” gerekliliğine bağlıyor.

Şöyle diyor tam olarak: “Edebiyat öyle bir şey ki yalnız okumakla olan bir şey

değil. Canlı tutmak için bir arada olmak lazım. Meselelerin içinde olmak

2

gerekir. … Uzakta bir yerde olduğunuz zaman meselelerin içinde değil,

uzaktasınızdır. Benimkisi böyle…” (s. 404)

“Uzakta olmak”tan kasıt Almanya olduğuna göre bu argüman pek ikna edici

gibi görünmüyor. Bana kalırsa “mesele” daha çok Halûk’un kişiliğinin yukarıda

değindiğim, şu dünyaya pek uymayan egosuzluğudur. Şiir kitabı Sürgün

Hızı’yla birlikte her üç kitaptan da hem yayımlanma tarihi hem de tavır olarak

aynı egosuzluk okunur. Şiirlerindeki çokseslilik özelliği de bunun

göstergelerinden. Öte yandan, mektuplara ve belli ki Halûk’un onlara vermiş

olduğu karşılıkların çoğu boş kalmış yerlerine bakınca, “yazısız yıllar” sözü

anlamını yitiriyor. Mektupları yazıdan saymamak olacak iş mi? Özellikle bu

kitaplarda yer alan türden mektupları?

2006 yılında, Halûk’taki çoksesliliği ve Sürgün Hızı’nın bütününü ele

almaya çalıştığım bir yazı yazmış  ve bu vesileyle yılların ardından Halûk’la

(önce telefon, sonra eposta yoluyla) haberleşmiştim. Şimdi Halûk’u kaybetmiş

olduğumuzu düşünürken, mektup kitaplarındaki zincirlere bir halka

ekleyebilirim gibi geldi.

Necmiye Alpay

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın