Nalan Hanım
Yaşamlarının sonbaharında olan iki güzel insanın evinde yaşam tekdüzeydi artık. Günler planlanmış gibi hep aynıydı. Sabah kahvaltısı, televizyon, gazete okuma, yemek ve ara boşluklarda düşen enerjilerini yükselten atışmalı konuşmalarla süren renkli zaman dilimi. Her ne kadar atışmalar üst perdede olsa da, sonunda konuyu tatlıya bağlamayı bilirlerdi. Ya Haluk Bey dışarı çıkar ya da sade bir kahveyle ortamın havası yumuşatılırdı.
Günlük gazete haberlerine kendini kaptıran Haluk Bey Nalan’ın dediklerini duymuyordu. Sanki kendi kendine konuşuyor gibi devam eden Nalan;
“Bizim gençlik zamanımız ne güzeldi, o günlerin kıymetini bilememişiz. Kadınlar böyle zulüm yaşıyor muydu? Hayat bu kadar pahalı mıydı? Uyum sağlamaktan zorlanıyorum. Bizim zamanımızda diyorum Haluk Bey, bizim zamanımızda bu kadar sorun var mıydı? İnsanlarımız bu kadar bozulmuş muydu? Bizim zamanımızda demeyi sevmem ama mecbur kalıyorum.” dedi televizyonu kapatırken.
“Sevsinler seni, geçmişi ne zaman dilinden düşürdün ki. Kadifemsi dilinin ince havları döküldü, geçmişi anlatmak zorunda kalıyorum deyip duruyorsun…” derken Nalan’ı dinlemediği, her zamanki serzenişlerinden bir olduğunu varsayarak konuştu.
“Amaaan sen de amma tahammülsüz oldun. Şimdiki insanlara baktıkça ne dememi bekliyorsun… Tabii senin gibi geniş değilim ki her şeyi yutayım. Benim her şeyim dilimde, bilmem anlatabiliyor muyum Haluk Bey!”
“Bak şimdi o konulara girme Nalan Hanım. O konular derin konular. Senin yerinde olsam bu konuya hiç dokunmam. Bırak dokunmayı üstünü bile açmam.
Göbeğim gözüne batıyor tabii… Ben senin o değirmen taşına dönen kalçalarına hiç toz kondurdum mu? Yok! Bir gün olsun gündeme getirdim mi? Yok hanım yok! En iyisi susmak…”
“O da ne Haluk Bey, bakıyorum pek alıngan olmuşsun, yanılıyor muyum? Her şeye bir bahane bulma, lafı tersinden anlama, bir alınganlık sanırsın yağmur bulutları senin üstünde dolaşıyor. Of ya bir zaman kıyaslaması yapayım dedim, nereden nereye geldik. Sözü başka yöne çekmeyi nasıl beceriyorsun hiç anlamıyorum. Kalçalarıma değirmen taşı dedin ya bunu unutmayacağım. Bak hele aklından neler varmış da bilmiyormuşum. Öyle olsun Haluk Bey! Bil ki beni çok incittin.”
Nalan Hanım darmadağın olan gururu ve incinen yüreğiyle kırgınca kalktı. Bozulmuş moralle kahveleri yapıp pencerenin önündeki kırmızı kadife koltuğuna oturdu. Tülü araladı, kahvesinden bir yudumu almıştı ki komşunun kızı erkek arkadaşıyla sarmaş dolaş yolda geçerken gördü.
“Haluk Bey, Haluk Bey çabuk gel! ”
“Yine çekiştirecek birini gördüğün kesin…”
“Sen gelinceye kadar gittiler. Yerinden kalkman bir çağın geçmesi kadar zaman alıyor. Ne ağır adamsın, kırk yıl oldu hȃlȃ aynı ağırlıktasın be adam. ”
“Kaçırdığım o önemli şey neydi ki! Üzülme Nalan Hanım birazdan yine bulursun bir şeyler.”
“Sen öyle san, anlatmayayım diyorum ya, neyse anlatayım bari. Zehra Hanım’ın kızı Sema yine birini bulmuş sarmaş dolaş gittiler. Bu kız nereden bulur bu delikanlıları. Eee arayınca bulunuyor demek ki! Eleştirmek için söylemiyorum. Benim zamanımda böyle miydi? Bırak babamı annem ayaklarımı kırardı. Annen istemeye gelince evde kalırım korkusuyla hemen evet dediler. Okumama da engel oldular, oysa ne çok istiyordum okumayı. Şimdiki aklım olsa hiç evlenir miydim? Hem çalışkan hem güzeldim. Aynen Marilyn Monroe gibiydim. Şu kadarcık belim vardı. Ah gençlik ah…”
“Demek Marilyn Monroe gibiydin, ben niye görmedim! Benden başka görücün oldu mu ki Nalan Hanım? Ben de olmasaydım evde kalırdın ya! Neyse…Teşekkür edeceğine benim zamanım deyip duruyorsun. Pes vallahi…”
“Haluk Bey, Haluk Bey! Şu kadife dilime dokundun ya, susmak istesem de susamam artık. Annenin mahallede istemediği kız kaldı mı? Rahmetli babam vermek istememişti. ‘Kız okusun, şimdi evlenme çağı değil’ dediyse de, annem ‘yok bey iyi talip çıkmışken kaçırmayalım’ dedi. Anneme hȃlȃ kızgınım. Okusaydım yaşamım başka olurdu. Ne kendimi ne de annemi af etmiyorum. Neyse ki rahmetli annen kıymet bilen biriydi. ‘Kızım senin gibisi zor bulunur’ derdi hep. Ah Kezban anne ah! Keşke oğlun da senin gibi düşünceli olsa, nerede o incelik!”
“Annelerimizi bu işe katma.. İkisi de iyi insanlardı.” Haluk Bey kahvesini içtikten sonra dışarı çıktı. Nalan Hanım hırpalanmış sesiyle konuştu bir süre.. Sonra ruhuna iyi gelir düşüncesiyle çeyiz sandığını açıp içindekilerle yüzleşti. Her bir anısını yeniden yaşadı. Fotoğraf albümünü alıp pencerenin önündeki koltuğuna oturdu. Sayfaları itinayla açıp anılaşan geçmişini tek tek inceledi. Düğün fotoğraflarına hüzünle, iç geçirerek baktı. “Gençlik, hangi ara uçup gittin, avuntun kaldı elde. Tamam Marilyn Monroe’ye benzememiş olabilirim, ama Türkan Şoray’dan güzel olduğum kesin! Biraz Zerrin Arbaş’a mı benziyormuşum ne! Benzetenler olmuştu. Şimdi görenler tanıyamıyorlar. Güz bahara benzemiyor ki Nalan” diye iç çekerek söylenmesini sürdürdü. Albümü sandıktaki yerine itinayla koydu.
Akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa yönelecekken geri döndü. Canı sohbet etmek istiyordu, telefonu eline alıp rehberi gözden geçirdi. Nazik Hanım’ın telefonunu görünce hemen aradı.
“Alo… Nazik…”
“Sesini duymak ne güzel Nalan…”
“Ne zamandır aklımdaydın Nazikciğim. Görüşmeyeli çok oldu. Nasılsın? Ne var, ne yok? Şimdi sende kim bilir ne haberler vardır! ben bu aralar kimselerle görüşemedim de. Kimseyi de aramak içimden gelmedi doğrusu. Sen başkasın benim için.”
“N’olsun, günü gün ediyoruz işte. Duydun mu bilmiyorum? Melahat’ın kızı gözaltına alındı. Niye diye sorarsın şimdi. Anlatayım Nalan! Rahat dursa başına bunlar gelmezdi. “Kadın Haklarını” savunmak sana mı kaldı kızım. Okumuşsun, mesleğin var. Evlen yuvanı kur. Yok, kadın haklarını savunacakmış. Neyine hak savunmak. Bırak savunan biri çıkar. Değil mi kardeşim. Haksız mıyım? “
“Şu sarhoş Kȃmil’in kızı mı? Hangi kızı ki…”
“Küçük kızı, Emine. Küçüklüğünü bilirim, ele avuca sığmayan bir çocuktu. Güzel bir mesleği de vardı. Yazık etti kendine.”
“Aferin Emine’ye! Yürekli kız çıktı. O savunmayacak da kim savunacak. Sarhoşun tekiydi babası. Annesi dayaktan gün yüzü görmedi garibim. Yüzü gözü hep mosmordu. Öldü de rahat bir nefes aldı kadıncağız. Gerçi şimdi de kızına üzülüyordur, ya…”
“Bakıyorum kadın hakları savunucusu kesildin birden. Demek haberin olsa sen de giderdin..”
“Haberim olsaydı elbette giderdim. Her gün televizyonlarda neler neler duyuyoruz. Kadınlar yeter demezse kim diyecek Nazik. Tabii senin tuzun kuru. Şimdiki kocan kadir kıymet bilen biri olunca, hâliyle rahatsın.”
“Aklını başına topla Nalan. Başını belaya sakarsın sonra.”
“Bir ara Hatice’ye uğrarım. Belki beraber gideriz gösterilere, ne dersin?”
“Ben öyle yerlere gitmem, şimdiden söyleyeyim. Beni o işlere karıştırma.”
“Bak Nazik, yarın bizim de başımıza bir şey gelmeyeceğinin garantisi var mı sence? Yok… ” Uzun uzun konuşup tartıştılar.
Bir gün akşam haberlerinde; “Ara sokakta eski kocası tarafında saldırıya uğrayan kadın, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.” haberini duyan Nalan;
“Haluk, bu bizim Nazik olmasın! O sokağı biliyorum. Naziklerin orası.Ayy! İçime kuşku düştü. Bir arıyayım da içim rahat etsin.”
Hemen telefon numarasını çevirdi… Telefon uzun uzun çaldı, ses veren olmadı. “Bu o…” diye içi daralarak düşündü. Vallahi bizim Nazike…
14 Ekim 2022
Nilüfer Uçar Öykü
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz