Deneme

Nilüfer Uçar Ve Yeni Bir Yazısı Daha

İnsanoğlunun dünyayı değiştirme sevdası

 Kitap dünyası öyle bir dünya ki; sonsuzluk içine çokça dünyalar sığdırılan bilgi hazinesi. Oluşumlar, oluşumlar…. Hangi yöne dönsen bilgi dağlarıyla yüz yüze geliyor insan. Zor olan o bilgi dağlarına tırmanmak. Kimler göze alabiliyor, kimler başarıyor, bilemem. Bildiğim meraklıların çokluğu. İnsanoğlu “dünyayı değiştirme” sevda ve güç gösterisiyle denemeler içinde.Kitap deryasına girince öyle şeylerle karşılaşıyorsun ki; şaşırmamak olanaksız. İç dünyalarında çıkmaya çalışanlar, dış dünyanın zavallılığını görme çabasında olanlarla yüzleşiyorsun bir an. Toplumsal, bireyse değişimlerin yanı sıra iç dalgalanmalar, kırılgan ruhlar, yenilgiler, başarılar, çaresizlikler, entrikalar, umut-umutsuzluk, neden-sonuç ilişkilerin yarattığı girdaplar, girdaplar… Yine de bir çıkış yolu bulunuyor, nefessiz kalınsa da. Bugün kitap deryasında kulaç atma düşüncesi içindeyim. Zor iş ama keyifli aynı zamanda. İlk durağım tarihî limanlar.

Okul yıllarımda, tarih derslerinin konuları savaşlardan ibaretti. Kim kiminle savaşmış, nereler alınmış, kimler kaybetmiş, kimler kazanmış ve yapılan antlaşmaların maddelerini ezberler, anlamadan anlatmaya çalışırdık. Ne sıkıcıydı. Resmi üniforma giymiş soğuk yüzlü insanlarla yüz yüze geliyor hissine kapılır, irkilirdim. O nedenle hiç sevmezdim tarihi dersini. Tarihin tozlu sayfalarında nefeslenmek için çıkıp gelen; dünyayı güçleriyle sarsan, kazanımlarıyla, yenilmezlikleriyle, cesaret ve dehâlarıyla tarih sayfalarına adlarını altın harflerle yazdıran kahraman komutanlarla yüz yüzeyim. Hepsi bıraktıkları zamanı arar gibiydiler. Araya giren çağların hem değişim hem de özdeş olduğuna tanık olmanın şaşkınlığını yaşar gibiydiler. Onca değerli komutanı bir arada görmek benim için inanılmaz duygu seliydi. Kimler yoktu ki! Cengiz Han, Büyük İskender, Timur, Fatih Sultan Mehmet, Hannibal Barca, Jül Sezar, Napolyon Bonapart, Fidel Castro, Halid Bin Velid,  Vlademir  Lenin  ve daha nicesi. Ve Mustafa Kemal Atatürk. Canlı canlı karşımda görünce, coşkunun kıramadığı duygu çemberi içinde sarsıldım.

      İçlerinden biri gözlerimin içine bakarak;

“Kimsin sen? Beni tanıdın mı?”demez mi? Kim olduğumu biliyordum da, nasıl tanıtacağımı bilemedim. Bir vatandaş diyebilirdim ama duraksadım… “Anlaşılan o ki, tarihî bilgiden yoksunsunuz…”dedi o davudi sesiyle. Kim olduğunu bilsem de emin olamadım. O sevmediğim tarihe gereksinim duyabileceğimi hiç düşünmemiştim. Alelacele sayfalarını çevirip göz gezdirdim, dünden bu güne…

“Bilmez olur muyum, komutanım,” dememi beğenmedi.“Bilgisiz insanlar yuvarlak konuşur. Bilseydin net konuşurdun.”dedi. Özgüvenimi toplayarak bir adım öteye gittim;

Siz Goethe’yi bilir misiniz? O şöyle der; “Büyük bir ruhla karşılaştığınız zaman ruhumuz kendini keşfeder.”Anlamak için; hayal gücün sınırlarını zorlamak, sonsuz bir öngörüye sahip olmayı gerektirir. Demek istiyorum ki; sizi tanımak da öyle bir öngörü, değerli komutanım, Napolyon Bonapart. Dehânız, gücünüz, boyunuzun kısalığı, sinirli oluşunuz gibi pek çok özelliklerinizin yanı sıra, savaşlarınızdaki başarılarınızı bilmeyen yok. Oysa ben savaşlardaki başarılarınızdan çok söylemlerinizi önemsiyorum.“Ahlakın olmadığı yerde kanun işe yaramaz”demeniz gibi. Savaş kazanmak için üç şey lâzım der ve sayarsınız; “para, para, para!” Elbette para demek güç demek. Bugün dahi onun esiri olan bir çok buyurgan var. Akka Kalesi’ni savunan Cezzar Ahmet Paşa’ya yenilince “Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirirdim,” dediğiniz bilinir. Dünya’yı ele geçirmek nasıl bir ihtiras ki, ego’yu besliyor.

“Dünya çok acı çekiyor. Ama kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.”Evet doğru söz ama, ülkelerin çektiği acılar egemen güçlerin güç gösterilerinden kaynaklandığını sanırım biliyorsunuzdur. Gel gör ki, o güç sahipleri bilemez. Zalim zulmünü tartamaz. Kabullenme, sessiz kalma, bana necilik, umarsız olmak kötüyü güçlendiren dilsiz eylemlerdir. Gösteri ve yürüyüşlerimizde sık sık dillendirilen bir sloganımız gibi; “Susma! Sustukça sıra sana gelecek!” tam da bu…

Söz;Nazi Almanya’sında Hitler’in yaptığı soykırım ve haksızlıklara karşı sessiz kalıp sonra pişmanlık duyan papaz  Martin Niemöller’e ait. Şöyle der;“Önce sosyalistler için geldiler, ben sosyalist olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudiler için geldiler, Yahudi olmadığım için sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiklerinde, benim için sesini yükseltecek kimse kalmamıştı.” Haksızlığa, zulme karşı susmak suça ortak olmaktır bir bakıma. Şu sözünüze yürekten katılıyorum;“Bir toplumun gelişmesini görmek için önce o toplumdaki kadınlar bakınız.”Bir toplumun şahdamarı kadınlardır. Ülkelerin kalkınmışlık düzeyi kadınların toplumdaki yeri ve değeriyle eşgüdümlüdür. Ne yazık ki kadınlar; tarihin akışı içinde, şarap için ezilen üzüm olarak görülüyorlar. Acı ama gerçek, dünden bugüne değişen ne oldu ki!

 Kısa bir yaşama onca başarıyı sığdırmış, olağan üstü bir dehâ, müthiş karizma, güçlü kişiliğiyle karşımda Büyük İskender… ‘Tarih sen neymişsin’ diyesim geldi. Hemen kendini tanıtmasına sevindim.

“Beni bilmeniz için tarihin ilk yıllarına gitmeniz gerekir. Ege’den Hindistan’a kadar topraklarını genişleten, Gordion düğümünü kesen bir komutanım. 32 yaşında yaşama veda etmeseydim kim bilir daha neler başarırdım.”Orası kesin, Bu kadar kısa zamanda bu başarıyı gösteren bir komutan uzun sürede neler yapmaz ki! O, 15 yıllık dönemde hiç savaş kaybetmeyen bir komutan. (M.Ö. 336-323) Dünyanın yarısına hükmetmiş, kimine göre kahraman kimisine göre canavar olan Büyük İskender, Pers imparatorluğunu yenmiş doğunun efsane lideri. On altı yaşında general olması da başka bir güç ve başarı. Gerçi o dönemlerde bu olağan bir durumdu sayılsa da. Seferlerinde kendine danışman olarak mimar, mühendis, tarihçi ve ilim adamları seçmiş olması, başarısına olumlu katkısı olmuştur.Babası kral olmasını istediği için; onun eğitimli Epir’li Leonidas’da savaş, ata binme, güçlüklere göğüs germeyi ve üç yıl da Aristoteles’den; mantık, tıp, sanat, edebiyat, siyaset ve felsefe dersleri aldırır. Okuma-yazma ve lir oynamak için Lysimakhos’da ders alır. Bir komutanın başarısı fethettiği yerlerin çokluğu ve imparatorluk sınırlarını genişletmesiyle ölçülürmüş. Acımasızlığı, katledilen insanları, köleleştirilen toplumların enkaza dönen yaşamları gözetilmezdi. Savaş ve seferler ölüm demek, yoksulluk demek, enkaz demek. En büyük felaket nedir diye sorulduğunda; “En büyük felaket iyinin kötüye muhtaç olmasıdır.”Aslında savaşlardan dolayı yurtlarında olan insanların acılarına empati kurabildiniz mi diye sorasım geldi.

Ne yazık ki buyurganların yazgıları; ya değişik yöntemlerle öldürülüyorlar ya da intiharla son buluyor. Büyük İskender 32 yaşında sıtmada öldüğü söylense de nedeni kesin olmayan bir ölüm.

        Konuşmamız uzayınca Gaius Jül Sezar sohbete dahil oldu. Sezar ile ilgili bilgilerimi anımsamaya çalıştım. Romalı askerî ve politik lideri, iyi bir hatip, ‘Corona Civica’ ödülünü alan başarılı komutan. Olağanüstü hitabet gücüne güvenerek para kazanma hırsıyla yolsuzluk yapanlara amansız cezalar yazan avukat ve Ege Denizi’inde korsanlar tarafında rehin alındığında istenen fidyeyi az bulduğu için tepki veren komutan. Bir de; Hz. İsa’nın “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrı’ya verin”demesi. Servet harcadığı gladyatör gösterileri yaptığı, bunun için açtığı  okullar ve Spartaküs ayaklanması. İlk aklıma gelenler. Elbette en önemli başarıları askerî alanda olduğunu bilmeyen yok zaten.

Tarihin en kurnaz, en zeki buyurganlardan biri olduğu da. Kazandığı zaferler ve aldığı ganimetlerle Roma İmparatorluğu’nda bütün yetkilere egemen olan tek buyurgan liderlik unvanını alması.Tapınaklara heykelleri dikilir. 12 Temmuz M.Ö. 100’de doğan Sezar’aithafen Gregoryen takviminde bu aya “July” (Julius) –Temmuz- ismi verilir. Beni dinlerken onaylasa da tepkisiz kaldığı yerler de oldu. Devam ettim: amaç toprak ve sınırların genişletmekse, haklısınız, siz en büyüksünüz. Ne yazık ki çağlar geçmesine karşın hâlâ aynı düşüncede güç savaşında olan emperyalist ülkeler var. Savaş hukuksuzluktur. Tarihin babası Herodot der ki; “Hukuk her şeyin kralıdır.” Hukukun bittiği yerde zorbalık ve kaos, bireysel güç başlar. Eğer hukuk güç erklerin elindeyse tehlike çanları erken çalar.Yine Herodot der ki: “Kralım, sana gerçek düşüncemi mi söyleyeyim, yoksa duymak istediğin şeyleri mi?” Kuşku yok ki siz ve sizin gibi buyurganlar övgüden besleniyor. Toplumda beklentiniz tam da bu. Bu da; toplumun gerçeklerden uzaklaşmasına, kitlelerin kişilik erozyonu  yaşamasına neden olur. Kısacası bağrında sorunlar yumağını büyütür.  İşte bundan dolayı buyurganlar tehlikelidir.

Gurur ve tutkunun cazibesine kapılıp;“Roma’da ikinci olmaktansa bir köyde birinci olmayı yeğ tutarım” derken; ne kadar özgüvenli olduğunuz görülüyor. Bu bir buyurgan olma gerçeğini yumuşatmıyor. Biliyor musunuz Jül Sezar; rüşvet insanı tutsak eder, bağımlı kılar, muktedirin emrine kor. Bir avukat olarak bu hataya düşenlerdensiniz. O hatanızdan dolayı pişmanlık duydunuz mu? Bilemem. Bildiğim şu ki, rüşvet belâsı her dönemde var. O belâyı çok iyi biliriz. Bir de dokunulmazlık zırhınız var. Bu nasıl bir güçtür ki, o zırh buyurganların güvencesi olmaya devam ediyor.

      Borç paralarla mevki satın aldığınızı okuyunca şaşırdım. Zenginlerden yardım isteme durumuna düştüğünüz, borçlandığınız kişilerin güdümünde kalmak da sıkıntılı olsa gerek. Roma’nın gücünü arttırmak için çıkarmaya çalıştığınız kanunlar ve reformlar ise, suikaste giden yolu kısaltmaya neden olduğunu düşündünüz mü hiç? Uzun bir dönem anlatmakla bitmez. “Geldim, gördüm, yendim” (Veni-vidi-vici)Pompei kalesine yaptırdığınız taş kitabeye bu zafer coşkusu olan sözü yazdırdınız. Yine de evet yine de savaşlara karşıyım. Brutus’ün de aralarında olduğu kalabalık tarafında hançerlenince;“Sen de mi Brutus?” (Et tu, Bruté” demeniz hafızalara kazındı. Buna benzer bir atasözümüz vardır. “Besle kargayı oysun gözünü.” İhanet, hırs, açgözlülük çemberini kıran dost, yoldaş, birlikte yürüdüğün insanların ihaneti hançer gibi yüreğe saplanır. Bırakılan iyi ve kötü izler insanı yaşatır. Shakespeare size yapılan  suikastten etkilenip kaleme aldığı şaheseri “Jül Sezar” oyununda (1599 / 5 perdelik trajedi);  “Korkaklar, ölmeden önce defalarca ölür. Yiğitlerse ölümü ancak bir  kere tadar” gibi bir çok sözünüze yer verir.“Ne taş kuleler, ne tunç duvarlar, ne havasız zindanlar, ne de zincirler bağlayabilir insan kafasındaki gücü” Bu sözünüz Galileo’yu anımsattı (1633-…)  Kilisenin düşüncelerine ters düştüğü için  engizisyon mahkemesi tarafında “Her şeye rağmen dünya dönüyor!”dediği için yargılanır, işkence görür ve ölünceye kadar ev hapsine mahkum edilir. “Galileo inkâr et, dünya dönmüyor! de seni af edelim”deseler de bu düşüncesinde geri adım atmamıştır. İşte böyle; Roma buyurganı, lulius Caesar… Savaş yıkım, savaş ölüm, savaş katliam demek… Savaşlar olmasın Jül Sezar, olmasın!

Sezar’ın sabrı eleştirilere dayanamadı. ‘Söz savunmanın’ der gibi;

“Eğer tarih denilen akışkan süreçte savaşlar olmasaydı yeni ülkeler, medeniyetler, topluluklar nasıl oluşurdu? İnsanın olduğu her yerde güç mücadelesi vardır. Eğer güç mücadelesini yürüten güçlü kişiler varsa tarihin akışına yön verilir. İşte onlar bizleriz,” tepkimi ölçmek için duraksadı… Ve devam etti; “Savaşın insan doğasında var olan bir güdü olduğunu söylersem itiraz edeceğini biliyorum.. Var olmak için savaşlar yapılır. İnsanlığın varoluş gününden, yok oluşuna kadar hep olacak savaşlar. Çünkü güç, üstün olma ve varsıllık için savaşılır. Biteceğini sananlar yanılıyorlar. Barış umuttur. Hep beklenir, hep beklenir!..  Umut dediğiniz sonsuzluk, serap gibi bir şeydir. Hem yakın hem çok uzak bir beklentidir. Cengiz Han, Timur, Büyük İskender, Hannibal Barca, Atatürk gibi nicesi tarih sayfalarına isimlerini altın harflerle nasıl yazdırdıklarını sanıyorsun.Daha sayayım mı?”Bu konuda anlaşamayacağımız ortadaydı. İkimiz de sustu.

İşte bir askerî deha daha, ismini duyunca heyecanlandım.Hannibal Barca! Nazikçe kendini tanıttı;”M:Ö 247- M.Ö 183 yılları benim yıllarım sayılır. Kartacalı komutanıyım. Roma savaşında hilal düzeniyle tuzağa çekme stratejimi Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılara karşı uygulamıştır.” dediğinde anımsadım. Atatürk’ün askerî dehâsına hayran kaldığı  Hannibal  Barca. Evet ya! Şu sözünüz tarih sayfasında yerini aldığını bilirim. “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol bulacağız” Çözümsüzlük diye bir şey yoktur, her şeyin bir çözüm yolu vardır, olmalıdır demeniz elbette önemli.Bu sizin dâhi zekânızın ürünü olmalı. Zaten en kötüsü çözümsüzlük denile karamsarlık, teslimiyettir. Şu da unutulmamalı; çözüm üretirken yıkım olmamalı. Gel gör ki; koca ordunla Pirene ve Alpleri aşıp Romalıların yüreklerine korku salmışsınız. Tarih her zaman dehâ çıkarmaz, doğru… O tarih ki ikinci bir dehâyla tanışır. Anadolu’nun bağrında bir yıldız gibi ışıldayan Atatürk… Sizin için şöyle bir anektot yazılı tarih sayfalarında; Plotarkos’a göre sizinle, günün birinde Scipio’yla en büyük komutan kim olduğu tartışılır. Eğer İskender ya da Pyrrhus değilse en büyük savaşçı kuşkusuz benim demişsiniz. Bu sıradan bir böbürlenme değil, başarılarınızın haklı gururu olmalı. “Stratejinin Babası” olarak biliniyorsunuz. Ama Romalıların en korkutucu düşmanı olmanız, beni de korkutur.

“Bilmeni isterim ki; Atatürk de askeri bir dehâ, komutan ve savaşçıydı. Buna ne diyorsunuz?”

Bir dakika Hannibal Barca; Atatürk’ün komutanlığı sizlerin komutanlıklarıyla kıyaslanamaz. Sizler gücünüzü göstermek ve toprak kazanmak için âdeta ülkeleri istilâ etmişsiniz. Atatürk; vatanını işgal eden egemen güçlerden kurtarmak için savaşan tek liderdir. Bu nedenle tarihten yalnız Atatürk bunu başarmıştır. Aynı zamanda bir barış severdir O. “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen bir lider ve komutandı. O, bir buyurgan olmadığını şu sözü açıklamaya yeter sanırım. “Savaş zarurî ve hayatî olmalıdır. Milletin hayatî tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir./M.K.ATATÜRK” En önemlisi de siz ve diğer komutanlar imparatorluklar kurmuşsunuz. Atatürk Cumhuriyet’i kurarak, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen bir lider ve komutandır. 

       Zaman öyle akışkan ki; M:Ö nere, 2023 nere diyecek oldum, günlük yaşamın gelgitleri arasında. Savaş var mı diye sormasınlar istedim. Çünkü hâlâ savaş denilen korkunç yıkımlar ülkelerien kaza çevirmeye devam ediyor. Mehmet Akif;  “Târîh-i tekerrü diye ta’rîf ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” demek ki ders alınmıyor. Çünkü güç savaşları; yıllara, çağlara, gelişmişlik düzeyine bakmıyor. Temelde menfaat olunca, insanî değerler öteleniyor.

Takvimler çağ atlasa da, buyurganlar hâlâ kendilerini kanıtlama çabası içinde olsalar da, evrensel habis olma gerçeğini gizlemez. Barış; yer ve gökyüzünde insanca yaşam adına sonsuza dek dalgalansın.

“Yurtta sulh, cihanda sulh” //M.K.ATATÜRK

2022 / 2023

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın