Öykü

Orhan Aksoy ve Yeni Bir Öyküsü

Kaçınılmaz Son…

 Mekar, hapsedildiği mağarada bir çarmıha bağlanmıştı. Bu mağara, daha çok çobanların geceleri sürülerini kurtlardan korumak amacıyla kullandığı bir yerdi. Duvarlarından sızan suyun oluşturduğu sarkıtlarla dolu olan mağaranın zemini hayvan gübresiyle karışmış nemden dolayı  balçıkla kaplanmış gibiydi. Bu zindanın  kapısında ise iki asker nöbet  tutuyordu.

 Mekar’ı sorgulamak için görevlendirilmiş olan Tahani, kendisini getiren at arabasından inerek, mağaraya ulaşmak için, dibinde durduğu tepeyi tırmanmaya başladı. Bu tepe gevşek taş parçalarıyla kaplıydı. Ayağının altında kayıp duran taşlar onu düşürmeye çalışan bir tuzak gibi güçlük çıkarıyordu. 

Mağaraya zorbela  ulaştığında, oradaki nöbetçiler, mızraklarıyla onu selamladılar. Tahani, mağaranın önündeki nöbetçilere ters ters bakarak üstüne bulaşmış olan boz renkteki toprağı silkelemeye başladı. Nöbetçiler gıdım kımıldamadan ellerindeki mızraklar gibi dik durarak sessizce beklemeye devam ettiler. 

 Tahani mağaranın içine girince, mağaranın ortasındaki çarmıha gerili, yorgunluktan başı göğsüne düşmüş olan Mekar’ın uyukladığını gördü. Uzun kahverengi saçları yüzünün büyük bölümünü örtüyordu.  Ağzının üstünü kaplamış olan tozdan kupkuru görünen dudakları ise  bir ölünün dudaklarına  benziyordu.

 Karnına yediği tekme ile kendine gelen Mekar, karşısında duran Tahani’ye bulanık gözlerle bakıp,

“Yılanların tekme attığını bilmiyordum.” dedi. Tehani, buralara kadar gelmek zorunda bırakıldığı için Mekar’a olabildiğince öfkeliydi. Muhtemelen attığı tekmeyi, tepeyi tırmanmak zorunda kaldığından atmıştı.

“Nipta’ya İhanet ettin mi?”

“Ne önemi var, nasıl olsa anlatacak olsam da  hiçbir şeye inanmayacaksınız.”

“Sen yine de anlat, seni Kral Sogon’a götüren neydi?”

“Bu sizi ilgilendirmez, ama ille de öğrenmek istiyorsanız gidip Sogon’a sorun.” dedi. Tahani, Mekar’ın bu umursamaz tavırlarına katlanamıyor olsa da, Kral Nipta’nın ona verdiği sorgulama görevinden kurtulmasının bir yolu yoktu.

“Buraya gelmek için uzun bir yol katettim. Kral Nipta’ya elim boş dönemem. Bu nedenle işe yarar birşeyler söylersen iyi olur, yoksa ben söyletmeyi bilirim.” deyince,

“Çok güzel bir karın var, buradan kurtulunca ilk iş, seni öldürüp, ona hak ettiği erkeği sunacağım.” diyen Mekar, hiç de içinde bulunduğu duruma uygun konuşmuyor, Tahani’yi daha çok kızdırmaya çalışıyordu.

Elindeki kırbaçla, yoruluncaya kadar, Mekar’a vurmaya devam eden Tahani,

“Ne yazık ki, Nipta ölmeni istemiyor, yoksa boğazını  keser, seni bu acıdan kurtarırdım.” deyince, Mekar:

“Gittiğinde karına selam söylemeyi unutma.” diyen Mekar’ın vücudundaki kırbaç izlerinden kanlar sızıyordu. Tahani, mağaradan çıkıp kapıdaki nöbetçilere,

“Sizinle hiç konuştu mu?” diye sorunca, iki nöbetçi de hayır anlamında korkuyla başlarını iki yana salladılar.

 Tepenin altında bekleyen arabaya inerken, bir kaç kere neredeyse düşecek gibi olan Tahani, “Bir daha buraya gelmek zorunda kalırsam Mekar’ı mutlaka öldüreceğim” diye yemin etti. Mekar’ı ne sebeple öldürmediğini bilmediği için  Kral Nipta’ya  öfkelenip  duruyordu…

 Tahani gittikten sonra Mekar’ı yoklamak üzere içeri giren nöbetçiler, vücudundaki kırbaç izlerine hayretle baktılar. Çünkü bu kadar dayağa rağmen çıt bile çıkarmamıştı. Ona biraz su içirdikten sonra:

“Senden ne istiyorlar, neden buradasın; bu kadar işkence etmelerine rağmen, seni neden sağ bırakıp öldürmüyorlar?” diye soran nöbetçilere alaylı alaylı bakan Mekar,

“Çok acıktım.” dedi…

 Tahan’i Nipta’ya yine eli boş dönmüştü.

“Bu kaçıncı sorgun?” diye sordu.

“Efendim; mazur görün ama Mekar’ı öldürmekten başka çaremiz yok.” diyen Tahani’ye,

“Sogon ile ne konuştuğunu öğrenmeden onu asla öldürmeyeceğim.” dedi Nipta.

“O halde onu sorgulamak için başka birini bulsanız iyi olur; çünkü bana ettiği hakaretler nedeniyle onu öldürmem an meselesi.” diyen Tahani’ye öfkeyle bakan Nipta, tahtından kalkarak, “Mekar’ı sorgulamaya gidiyoruz.” dedi…

İki haftadır Tahani aracılığıyla sorguladığı Mekar’ı, kendi sorgulamak için yola koyuldu.

32 yaşında olan Mekar, on yıldan fazla bir süre, Nipta’nın ordusunda asker olarak yer almış, son iki yıldır da orduyu komuta ediyordu. Nipta’nın en güvendiği kişilerden biriyken baş düşmanlarından biri olan Kral Sogon ile gizliden görüştüğünü öğrenen  Nipta,  Mekar’ı şehre döndüğü anda tutuklatıp bu mağaraya hapsetmişti.

Mekar’ı sorgulama görevini ise onun en nefret ettiği kişiye vererek  kinini göstermek istemişti. Bir yandan intikam almak isteyen Nipta, Sogon ile Mekar arasında nasıl bir bağ olduğunu öğrenmeden de rahat edemeyecekti.

Mağaraya ulaşan Nipta, perişan durumdaki Makar’ı görünce, başkomutanının bu durumlara düşmesine üzülmüştü doğrusu.

“Sen benim en yakınımdın!” dedi Nipta. Bunu hem öfke hem de hüzünle söylemişti. Mekar:

“Değişen ne oldu peki?” diye sorunca:

“Bir de aptal gibi mi davranacaksın! Sogon’la  neden görüştün, hemde benden habersiz?”

“Sogon’un yanından döndüğümde neden görüştüğümü  sana söyleyecektim ama sen, beni daha şehre girmeden, tutuklatıp bu mağaraya attırdın. Bu da yetmezmiş gibi, en nefret ettiğim kişiyi beni sorgulasın diye günlerce gönderdin.”  Nipta yaptığı yanlışı henüz anlamıştı. Belki de bu durumu çözmenin bir yolu vardır diyerek:

“Peki, şimdi başbaşayız; sen benden izinsiz görüşerek hata yaptın, ben de seni dinlemeyerek. Şimdi, istersen bu sorunu çözüp huzurlu bir şekilde vatanımıza dönelim.” dedi.

“Ben, senin için canımı hiçe sayarak onlarca cenge katıldım. Sen ise bilmediğin bir husus nedeniyle beni bu durumlara düşürdün. Yeryüzü krallarının ne kadar basit insanlar olduğunu sayende öğrenmiş oldum. Senin için canını feda etmekten çekinmeyen birine bunu yaşatırken gökyüzü kralından utanmadın mı?”

Bu sözler üzerine Nipta, Mekar’la asla uzalaşamayacağını anlamıştı. Onu öldürmek ile özgür bırakmak arasında kalakalmıştı. En önemli savaşçısını kaybetmekte olan Nipta, onu böyle eli kolu bağlıyken öldürmeyi bir zayıflık, krallara yakışmayan bir davranış olarak gördüğünden,

“Evet, benim için bir çok çarpışmaya girdin. Bu nedenle, şu anda bana ihanet etmiş olsan da, seni özgür bırakacağım. Sen de, özgür kalır kalmaz, soluğu Sogon’un yanında alır onun himayesine girersin, ama zaten yakın olan bir savaşta karşımıza çıktığınızda, ilk olarak seni öldüreceğimi de unutma.” dedi. Mekar’ın özgür bırakılacağını duyan Tahani, bu fikre  olanca gücüyle karşı çıktıysa da Nipta’nın kararını değiştiremedi.

İki haftalık esareti bu şekilde biten Mekar, mağaradan vakur bir edayla ayrıldı. Kırbaç izleriyle dolu vücudu ve yalın ayaklarıyla oradan uzaklaşırken,  onun bu hâlini görenler, firar etmiş suçlu bir köle olduğunu düşünebilirdi. Ama o, savaş meydanlarında yıldırım gibi çarpışan Mekar’dı…

Mekar, Nipta’nın kehanetini boşa çıkarmamış, doğruca Sogon’a sığınmıştı. Orada hüsnü kabul gören Mekar, kendi milletinden ayrılmış, başka bir kralın gölgesinde yaşamaya başlamıştı.

Ne yazık ki,  Nipta’nın ikinci kehanetinin gerçekleşmesi de uzun sürmedi. Sogon ile birçok konuda anlaşamayan Nipta, ordusuyla Sogon’un üzerine yürüdü…

İki ordu karşılıklı konuşlanmış, ilk yiğitlerini savaş meydanına sürmüşlerdi bile. İlk çarpışmada Nipta daha baskın olsa da,  bir beraberlik söz konusuydu. Savaşın ikinci evresi okçuların atışları ile devam etti ama  iki ordunun hıncahınç birbirine dalıp kenetlenmesi uzun sürmedi. Süvariler, kılıçlı ve mızraklı piyadeler tozu dumana katarak çarpışıyorlardı.

İki kral karşılıklı iki tepenin üzerinde çarpışmayı seyrediyor, galip gelmek adına aldıkları tedbirlerin işe yaraması için gök tanrısınına dualar ediyorlardı. Her iki kralın dua için ellerini açtığı tanrı oysa aynı tanrıydı…

Savaş daha ortadayken, yani kimin yeneceği henüz belli değilken Mekar, Sogon’dan Nipta’ya saldırmak için izin istedi. Bu, her ne kadar Mekar için bir intihar saldırısı olsa da, savaşın kaderini etkileyebilecek bir hamleydi. Bu nedenle Sogon, Mekar’ı istediğini yapmakta özgür bıraktı.

Atını şaha kaldıran Mekar, eskiden olduğu gibi, ama bu sefer yıllarca uğruna çarpıştığı krala karşı, yıldırım gibi saldırıya geçti. Onun geldiğini ilk gören Tahani oldu. Ancak savaştan kaçarak ordunun dağılmasına da sebep olan  yine o oldu…

Güvendiği adamların kaçıştıklarını gören Nipta, hiçbir şey söylemeden Mekar’ın kendisine ulaşmasını bekledi.

Mekar, onun karşısında atının üstünde duruyordu. Nipta atından aşağı inerek kılıcını çekti,

“Bu gün kaçınılmaz olan mutlaka olacaktır.” diyerek haykırdı. Mekar da atından inerek kılıcını çekti. İkisi arasında şiddetli ama denk bir çarpışma oldu. Ne de olsa ikisini de eğiten aynı ustaydı. Her ne kadar ikisi de aynı teknikleri biliyor olsalar da Mekar’ın savaş tecrübesi, onun galip gelmesine yetti. Boynundan darbe alan Nipta dizlerinin üzerine çöktüğünde Mekar’a,

“Canını bağışlamıştım, sen de beni merak ettiğim şeyden kurtar.” dedi. Ölmek üzere olan Nipta’ya  kederle bakan Mekar,

“Sogon’un kızı Ruz’a aşık olmuştum. Bu durumu hiç kimseyle paylaşamıyordum. Ne zaman ki kalbim, demircilerin erittiği maden gibi yanmaya başladı, işte o zaman karşı koyamadığım bir güçle Sogon’a gidip ondan kızını istedim. O bana, ‘Biz iki düşman kavimiz, yoksa kızımı sana verirdim.’ dedi. Ben de, ‘O halde Nipta’ya gidip beni azat etmesini isteyeceğim.’ dedim  ama sana ulaşamadan tutuklanıp işkence görmeye başladım. Sana ulaşabilseydim kendi durumunu sana mutlaka söyleyecektim.” dedi.

Son nefeslerini veren Nipta,

“Bir aşk uğruna… bir aşk uğruna, öyle mi?” deyince, Mekar,

“Sizin savaşlarınızın benim aşkım kadar anlamı olmamıştır. Siz daha basit şeyler için ölüp öldürüyordunuz” dediğinde, Nipta gök tanrısına ruhunu teslim etmişti bile…

Orhan Aksoy

***

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın