Balkonda İki Köz
Binanın kapısından çıktığımda yine orada, karşı evin balkonunun her zamanki yerinde gördüm Cevher nineyi.
Başındaki kar beyaz yazmasının altında, gitikçe eriyen yüzü daha da küçülmüş, neredeyse bir çocuk yüzü kadar kalmıştı. Yaşını sormuş muydum anımsamıyorum. Belli ki bir asrı devirmişti bu zayıf beden. Hasta olup da başına bela olmasından korkan gelininin giydirdiği kat kat kıyafetleri de olmasa, sandalyeye tünemiş bir kuş görüntüsü verecekti Cevher nine.
Ben onu hep aynı yerde, balkonda oturduğu tahta sandalyenin üstünde görüyordum. Hayatın ona bir lütfu olan dünyaya açılan, yüzündeki kara çukurlarda parlayan iki köz ile, görüş alanından geçen insanları bekler dururdu balkonda. Ola ki biri çıksın oturduğumuz binadan… Hemen dikkatini ona verip ses vermeye çalışır, ne söylediği belli olmayan kısık ve aksanlı konuşmasıyla durdururdu gelip geçenleri. Onlardan biri de ben oluyordum zaman zaman. Bu sefer de gözleri binadan çıkışımı kaçırmadı. Mırıldanarak ve beni göz hapsine alarak bir şeyler söyledi. Ne söylediğini anlamasam da;
“Efendim teyzeciğim. İyiyim, siz nasılsınız?” diye sormadan geçemezdim her seferinde. Yine sordum ve hep gülümseyen, ya da gülümsediğini zannnettiğim incelmiş, kaybolmuş dudaklarıyla, yine anlam veremediğim birkaç cümleyle yanıtladı beni.
“Gitme hele, bir yanıma gel!” diye eklediği cümlesini zar zor duysam da idrak edebildim. Beni lafa tutmuşken kolay kolay göndermeyeceğini de…
“Buyur teyzeciğim.” diyerek, balkonun en yakın yerine, onu daha rahat duyabileceğim bir yere yaklaştım.
Yüzünü bu kadar yakından görmenin heyecanıyla konuşurken incelemeye koyuldum.
– Gel, yaklaş! Uzakta durma öyle. Bir şey vereceğim sana.
“Öyle mi? Hayırdır teyzeciğim.” derken merakımı gizleyemediğim de belliydi. Cevher nine bunu farketti mi bilmiyorum. İşime geç kalma kaygısıyla, olabildiğince yaklaşmaya çalıştım ona. Birinci katın balkonu olmasına karşın yine de o yüksekliğe yetişmem kolay değildi. Cevher Teyze ona doğru gittiğimi fark edince sandalyeden kalkmaya gayretlenerek olduğu yerde heyecanla kıpırdadı.
Balkonun dibinde bulunan bir taş gözüme ilişti. Taşı biraz geri çekmeye çalıştım. Korkuyla kaldırdım yerinden. Taşın altındaki nemli toprakta taptaze bir hayat kımıl kımıldı. Başka zaman olsa otururp uzun uzun inceleyebilirdim taşın altındaki karınca uygarlığını. Bu gizli ve sıcak mekanın bacasını bilmeden kaldırdığım ve düzeni bozduğum için pişmanlık yaşadım ama taşı geri yerine bırakamazdım. Bu, telaşla sağa sola kaçışan karıncaların ölümüne ve yuvanın daha çok bozulmasına sebep olabilrdi. Taşı biraz daha geri alıp dikkatlice üzerine bastım ve Cevher nineyi daha rahat görebilecek bir yüksekliğe ulaştım. Ninenin sönmüş göz çukurlarında birdenbire parıldayan iki köz gördüm.
“Hoş geldin! İyi misin ?” diye sordu belli belirsiz bir sesle. Bu kez ne dediğini duymuştum.
“İyiyim teyzeciğim, sen nasılsın bugün?” diye sordum sesimi duyurmaya çalışarak.
Cevher nine ayağı kalkmayı başarmıştı. Yavaşça balkonun korkuluklarına tutundu. Balkon demirlerini kavrayan kemikli elleri demire kaynamış da bir daha açılmayacakmış gibi tutunmuştu o balkon korkuluğuna.
Elinin biriyle korkuluğa sıkıca tutunurken diğerini bırakıp avucunun içinde tuttuğu şeyi bana doğru uzattı. Elindeki kağıt parçasını merakla aldım. Şimdi ellerimde, üzerinden geçen yılların, kat kat yıprattığı, kimi yerlerindeki izlerden neredeyse haritaya dönmüş, siyah beyaz bir fotoğraf duruyordu. Fotoğrafta dalgalı saçları ve inci gibi bembeyaz dişleriyle bir kadın gülümsüyordu. Yüzündeki aydınlık duruş ve gülüş, insana huzur veriyordu. Desenli bluzunun fırfırlı yakası omuzlarına kadar açıktı. Bu ferah yüz, sadece dudaklarıyla değil, gözleriyle de gülüyordu.
“Bu kim teyzeciğim?” diye sordum gözümü fotoğraftan ayıramadan.
” Ben” dedi Cevher nine. Gölzerindeki köz birdenbire tutuşmuş, alev almıştı sanki.
“Bu ne güzellik!” diyebildim balkondaki ve elimdeki iki yüz arasında beliren uçurumu seyrederken. Cevher ninenin yaşlılığına rağmen görebildiğim narin yüzü, yıllar öncesinden gelen güzelliği konusunda ip ucu veriyordu ama bu kadar güzel olabileceğini hiç tahmin etmiyordum.
Ben fotoğrafı incelemeye devam ederken, Cevher nine fotoğrafı karşısında büyülenişimi keyifle izliyor, sesini çıkarmıyordu.
Bu küçülmüş ve kararmış bedenin, gençlik yıllarını yaşadığı zamanları, geçmişteki o parıltılı güzelliği, olup bitenleri tahmin etmeye çalışırken balkon kapısı birden açıldı ve Cevher ninenin gelini balkona çıkıverdi.
” Sevinç! Burda mısın?” dedi şaşkınlıkla.
– İçeri gelsene.
– Sağ ol Nezihe. İşlerim var, geç bile kaldım.
Bunları söylerken elimdeki fotoğrafı fark edip;
“Hep elinde saklıyor onu. Gece gündüz.”dedi.
Gülümseyerek fotoğrafı Cevher nineye uzatırken ” Güzelliği karşısında büyülendim.” dedim.
Vedalaşıp ayrıldığımda Cevher ninenin geçici güzelliğini, o güzelliğin, tazeliğini üzerinden geçen yılların bıraktığı izleri, yaşlılığı, hayatı, hayatın getirdiklerini ve götürdüklerini düşünüyordum. Oysa ” Yaşlanmak da bir şanstır” demişti bir arkadaşım. Haklıydı. Yaşlanamadan, vakitsizce hayatı terk eden nice güzellikler vardı.
Henüz genç sayılabilecek adımlarımla kaldırımı arşınlarken;
“En kısa zamanda gülümseyen bir fotoğraf çektirmeliyim.” dedim kendi kendime.
Oya Gündüz Aksu
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz