Öykü

Öykü/ Efe Nazım Aslançelik

UNUTMA OTELİ

Unutma otelindeki on dördüncü ayım, henüz kendimi unutmuş değilim. Buraya gelenlerin ortak özelliği unutmak istedikleri anılarını, bir ay süren seanslarla unutmaları. Kararlı gelenlerin bazıları ise ‘’Unutmak istemiyorum.’’ diyerek seansları yarım bırakıp gidiyorlar. Kimi unutamadığı kadar hatırlayarak devam ediyor hayatına, kimi de unuttuğu kadar hatırlayarak. Ben unutmak değil hatırlamamak istiyorum. Aylık yaklaşık üç yüz kırk iki kişinin seanslara katıldığı bu otelin işletmecisi, fikir babası Fikri Unutmak, yıllar önce Hindistan’a çıktığı seyahatte orada katıldığı meditasyon kurslarında yaptığı incelemeler sonucunda Unutma Otelini kurmaya karar veriyor ve yaradılışında ona bahşedilen soyadının kerametinin bu olduğuna inanıyor. Dediğine göre ‘’Herkes isminin getirdiği kaderin cilvesine boyun bükmek zorunda.’’ Enteresan bir adam Fikri Unutmak. On dört aydır buradayım kendisini toplasan üç kere görmüşümdür. İlk gördüğümde elini kalbime koyarak ‘’Yüreğindeki sarmaşıkları budaman gerek.’’ dediğini daha dün gibi hatırlarım. İsimlerini gizli tuttuğumuz ünlü müşterilerimizde var. Mesela geçen ay gelen Ressam Ali Elveren, en iyi tablosunu yaptığı günü ve tablosunu unutmak istediğini söyleyerek gelmişti. Neden diye sorduğumuzda ‘’En iyinin üzerine inşa edilecek daha iyi bir şey yok gibi hissediyorum. Devam edemiyorum..’’ diyerek unutmak istediğini yineledi. Bence bu otelde olan tek şey inancını yitirmiş insana yeniden inanç kazandırmak. Tüm bunlar saçmalıktan ibaret çünkü bir aylık seans ücreti yirmi yedi bin lira üstelik peşin, unutmak öyle ucuz değil. Unutmak için çok para harcamak lazım, yoksulsan mesela unutamazsın onunla tatlı tatlı yaşamayı öğrenirsin belki bakkalın veresiye defterini biraz daha okşarsın hepsi bu ve unutmak istediğin şeyler sen unutmaya çalıştıkça giderek artar. Ben Nalan’ı unutmaya çalıştığım o günlerde her şeyimi kaybetmiştim. Önce işimi sonra evimi ve en sonunda kendimi kaybettim. Nalan bu süreçte iki çocuk yaptı, ikinci yazlığını kuşadasından aldı. Beni terk ettikten sonra üzerime bir imparatorluk kurmuştu ve ben bu imparatorluğun gölgesine sıkışıp kalmıştım. Unutmak iki evreden oluşuyordu. İlk evresi kafadan çıkarmak, ikinci evresi kalpten ben daha kafadan çıkarma evresinde takılıp kalmıştım. İşte tam da bu sarsıcı günlerimde sokaklarda avare avare dolaşırken elektrik direğinde asılı olan iş ilanına gözümün takılmasıyla kendimi Unutmak Otelinin resepsiyonunda unutmak isteyenlerin kayıtlarını yaparken buldum. On dört aydır buradayım Nazan’ı unutmadım, ama hafifledim. Şimdi zaman zaman aklıma geliyor, gözyaşlarımın yerini gülümseme devralıyor. Buraya unutmak için gelip de aşık olanlarda var. Aşık olanların unutmak istedikleri şeyleri kendiliğinden unuttuklarını gözlemlediğimizde Fikri Unutmak, otelin çeşitli yerlerine aşık olmak yasaktır. Afişlerini astırdı ve otelin giriş kapısına Aşıklar giremez yazdıracak kadar ileri gitti. Personelinde aşık olmasını yasakladı. Çünkü bizlerin de unuttuğumuz şeyleri yeniden hatırlamamızdan korkuyordu. Nalan’ın peşini hala tam olarak bırakmış değildim. Ondan haber alamaya devam ediyordum. Son aldığım haberlere göre Nalan dördüncü evini nişantaşından, altıncı yazlığını Maldivlerden almıştı. Kocası işleri iyice ilerletip yurt dışı ihracatlarını beşe katlamıştı. Aldığım haberler unuttuğum yerlerin üzerindeki kiremitleri çatlatmaya yetti.

Bir süre kimseyle konuşmadan işime devam ettim. Her ay unutmak isteyenlerin sayısı giderek artıyordu. Son gelen müşteri listesinin kayıtlarını alırken Nalan Yurtoğlu ismine takılıp kalmıştım, bu benim Nalan’ımdı. İlk önce isim benzerliği sanıp aldırış etmemeye çalıştım sonra acaba mı? Dedim. Gerçekten Nalan mıydı.?  Eğer Nalan ise neyi unutmaya geliyordu.?  Yarın sabah saat 9.30’da otele giriş yapacaktı. Günün bitmesini beklemeden odama çıkıp yatağa attım kendimi, sağ dön sola dön derken uykumla fenalaştık.

Sabahın gelişini perdenin açık kalan kısmından giren güneşin yüzümü yıkamasıyla anladım. Hemen yataktan fırladığım gibi resepsiyona indim. Duvarda, içinde büyük harflerle Unutma Oteli yazan saate baktım: 9.23 tam yedi dakika sonra Nalan Yurtaydın isimli kadın otele giriş yapacaktı. Bu sadece bir isim benzerliğiydi ya da Kaderin cilvesi bizimle dans ediyordu. İkincisi olsun istedim çünkü yıllar önce taksim tünelde beni terk ettiği gün sırtımı verdiğim duvarda unutma beni yazıyordu. Ne o yazıyı unuttum ben nede Nalan’ın giderken arkasını dönüp unutma beni diyerek beni lanetleyişini. Saat tam 9.30 gözlerim kapıda, siyah bir araba kapıya yanaşmış içinden bir kadın iniyor, merdivenleri aheste aheste çıkarken pek bir kibar görünüyor. Otelin kapısından girip resepsiyona uzanıyor, şapkasını ve gözlüğünü çıkarmasıyla göz göze kalıyoruz. Bu o, bu benim Nalan’ım donup kalıyoruz. Aramızda sanki bir buz kütlesi var ve hiç çatlayacağa benzemiyor. Dudakları kıpırtılı şekilde bana doğru eğiliyor, ‘’Unutma beni’’ diyor ağlamaktan yeni çıkmış kısık bir sesle. Tek kelime çıkmıyor ağzımdan ve Nalan bir kez daha gidiyor unutmaya bu sefer beni değil bir başkasını unutmaya üstelik yirmi yedi bin lira ve peşin. Oysa beni unutmak bedava, o gün anlıyorum insan para verdiği şeye daha çok bağlanıyor. Belki de aşk bedava diye değer kaybediyor.

O günden sonra işi ve Nalan’ı bırakıyorum. Bir süre balıkçı barınaklarında yatıp kalkıyorum. Çok sonradan haberi geliyor, kocasını çocukluk arkadaşıyla aynı yatakta basmış ve yine kocasından aldığı parayla olanları unutmaya, Unutma Oteline gelmiş. Tüm bu olanlardan sonra ilk kaçak gemiyle Atina’ya oradan da İtalya’ya geçiyorum. Ülkeme ve Nalan’a veda ederken arkamda kocaman bir haykırış bırakıyorum:

-Olsun sen yine de unutma!…

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın