BUGÜNLERİN DİRENCİ…
SİZ “Altmış Beş Yılın Hüznü”nü 70 olarak da okuyabilirsiniz…
ALTMIŞ BEŞ YILIN HÜZNÜ
…..
Kuşlar da eskidi kaptan, yorgun pervane göğümüzde
sanma ki bu şiir yeni, bilirsin, önce yorulur her şey,
örneğin mermer eşiğimdeki kapı yorgun ve ağır
menteşeleri kendi beynini yemiş, gövdesi cenderede
kemikleri kırılıyor sanki ‘bilmem’ diyen bir sesin
vazgeçmiyor ama acı şeyleri içeri almaktan
karmakarışık benzimi görmek için can atıyor yine…
Ağaçlar yorgun bir doksanlığın hâliyle kaptan
sarardılar, yalnızlaştılar terk edince yaprakları
eskir mi ağaçlar, eskidiler, mevsimini şaşıran bir güneşin
beklediler vurmasını eskimiş duvar yazılarına,
sanki omuzlarına ankara garı çökmüş gibi
sanki doğu toptan üzerlerine yürümüş gibi
yekindiler kurtalan ekspresinin uğultulu tırmanışıyla.
O duygular ki, bir bir eskidi kaptan, tufana tutulmuş
sevgi, ayrılık, kavuşma, ölüm duygusu
dostluklar sığmazdı kalbimize, biz hep insanları sınadık
ülkeleri kurtardık sancılı omuzumuzla sarmaşık bencilliğimizden,
dağılan bir cıvaydı içimize yağmur sonu düşen dize
noktasız virgülsüz, yinelendikçe yorulan her söz gibi eskidi
heykel ve çekiç uyumunda var edebildik mi gövde biçemimizi.
Selam sabah eskidi kaptan, sorulmadıkça bir ay ışığı kadar
eskidikçe o vicdan köreldi, içimizi yırtan bir burgu acısı
vicdan yoruldukça kanlı gömleklerimizi öylece attık
çırılçıplak türkülerin çöplüğünde ellerimiz un ufak
sevincimizin sınırı yoktu ölüm affedince yoldaşları,
çöktü hukuk kürsüsü tozuyla ötekinin üzerine
oysa bozkır ayaklanır göverirdi hayaliyle eşitliğin.
Ekinimiz, denizde ekmeğimiz, gökte turnamız
yalnızlaşmanın kör bıçağıyla kesilmedi mi kaptan
paslı bir çivi işlemedi mi yandıkça ciğerimiz,
insansızlığın morarmış yarasını tırmalıyor kırdaki sincap
sessiz bir film gibi yürüyor hayat, sendeliyor,
oysa hüzün buyurur ki bu yaşa
daha çok bahar yaşa, daha çok derin yaşa.
Adreslerde kapı numaraları, mekânlar eskidi kaptan
gurbet ikinci yuvamız dedik, kan doldu
sıla dedik varalım, bir viran oldu
sevgimizi bölüşelim dedik bir çınarın dibinde el ele
kalbura dönmüştü çimeni, çiğdemi, lalezarımız harap
türküler eskidi altında figan feryat, ses telleri yorgun
adresleri soramaz olduk, vurulmuştu sokaklar.
Resimler eskidi kaptan, yalnız cumhuriyet mi
o resimlerde kadınlarımız, şehir takları, tunç heykeller
ağartmak için kara çarşafı, bez fabrikaları, nakışlar, renkler
nakışlara sinen anne kokusu, evlat hasreti ve yanık mektuplar
insan yüreğinden haraç mezat çalınmış aşklar, kelepir
gülümsemeler eskidi kaptan, hürmet çekilmiş bir göl
bir halk, bir sokak, bir kent ancak bu kadar eskir.
Bambaşka akıyor zaman, kalkanını unutma
sen kaptan, kıldan ince köprüleri kurmaya çalış
ama velakin puşttur diyorlar bu koca dünya
yine de evir çevir göğsünü, en keskin acıya alış,
acılar yorulmuyor, tahammül eksiliyor, ölüm nöbette
neden hep böyle beklenir, dağ ovanın omuzunda
sanki zimmetli bize kül, duman, kaos ve kargış.
Benim ütopyam, senin gerçeğin eskidi kaptan
düşlediğin kadınları hangi şairin şiirine benzetirdin
hangi berceste dizeyle yıkanırlardı en çok, kalbine eğil, dinle,
düşen şelale hazzıyla köpürürdü içine işleyen sesler
bu kadar yoğun eskittiğin bir zaman bozlağının
sonuna konan narin bir kuştu ömür
bir kuş işte uçtu uçar, bir kuş bu kadar eskir mi kaptan.
Sanma ki bu şiir yeni, altmış beş yıl yazılan bir hüsran
yoksul ocaklarında yanan Üç Yüz Bir’den düşen kömür…
(Özgen Seçkin, Külden Büyüttüm Narı)
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz