Ölü doğa, Kuşlar ve Çocuk
Bahçe tam da “ölüdoğa” dedikleri haldeydi. Ağaçlar yapraksızdı. Toprakta göz kırpan tek bitki yoktu. Kıştı sonuçta. Ya ne olacaktı?
Yine de hamak kurmuştu iki ağaç arasına. Yılbaşı konuğu yeğeni görsün istemişti. Çocuk bu, görmekle kalır mı? Bir süre sonra ikisi de hafif bir sallantı eşliğinde kuşları izliyordu hamaktan.
Hemen aşağıdaki yemlere yaklaşmaya çalışıyordu serçeler. Ne var ki ödleri kopmuş gibiydi. Kondukları yer dal değil de kızgın bir sobaydı sanki.
Yeğenine dönerek, “Hışt!” dedi,“Kuşlar korkuyor. Elindeki arabayı taş sanıyorlar.”
“Ama bu oyuncak!” dedi çocuk.
“Kuşlar onu bilmiyor.” dedi.” “Atarsın sanıyorlar.”
“Atmam! İnsinler yere.”
Kuşlar yine pırrrr!
“Neden gidiyorlar?”
Tuzakları, kafesleri; minik göğüslerinde göktaşı gibi patlayan sapan taşlarını nasıl anlatacağını bilemedi adam. Ölüdoğaya bakarak geçerli bir yanıt aradı.
İkinci Öykü
Tos
O zamanlar tarlalar arasından geçen arklar kurumamıştı henüz. İki yanındaki setlerin içinden gümüş bir su akar dururdu. Narlara, eriklere, yonca bahçelerine hayat verirdi. Avare kavaklar göğe değerdi.
Ötede anneleri tütün kırarken küçük bir çocuk, ark kıyısındaki sette oyalanıyordu. Küfe sırtta gelip geçenlerin yol ettikleri çimenli bir sınırdı burası. Çocuk, nasıl olmuşsa yalnız kalmıştı o gün. Belki de oyun arkadaşları uyuyordu. O da ne yapsın, annesine iş kesmek yerine doğada bulmuştu kolayı. Kurbağaların perdeli ayakları, çekirgeler, uğur böcekleri… Bugün de halasının boynuzları yeni çıkmış koçuna tos öğretecekti.
O hevesle çimenli yolda koçu karşısına aldı. Alnını sıvazladı, konuştu onunla. Kimin kimden öğreneceği belli olmayan ders başlıyordu. Çocuk, tosuncuk kafasıyla bir iki yokladı koçu.
“Bu böyle, bu böyle.” dedi.
Sonra gerilir gibi yaptı emekleme vaziyetinde. O, doğruca ileri atılırken koç da ön ayaklarının üzerine kalkıp hamle yaptı. Tos! Gerisin geri düştü çocuk. Doğa ananın kucağında yıldız saydı.
Özlem Yıldız
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz