Sensörlü Lamba
Bardağın dolu tarafını görmesini bilirdi. Boşluğun da kendine göre bir anlamı olduğunun da farkındaydı.
Çoğu zaman muhalefet koltuğunda görünürdü. Yani bardak orada duruyordu ve o ille ki o bardağa bir kulp takmayı başarıyordu. Genellikle cuk oturuyordu o tespitler.
Bir arkadaşı, “Belediye ne güzel kaldırım yaptı şu sokağa!” dese, “İyi olmuş, hoş olmuş da,” derdi, “Bakalım on beş gün sonra kablo döşeyicileri geldiğinde o kilit taşlar açılacak mı açılmayacak mı?”
Bir hafta sonra gerçekten de o kilit taşları maymuncuk bir kepçe ile şıp diye açılıverirdi.
Geçen gün yine okulda bir arkadaşı yeni müdürlerini övüyordu. Gerçekten de iş bilir bir kişiydi Ramiz Bey. Fazlası vardı da eksiği yoktu. Arkadaşları, “Şu bizim yeni müdür ne kadar iyi. Gördüm ama böylesini görmedim. Adam helaya bile sensörlü lamba taktı.”
Beriki yutkundu. Çayından bir yudum aldı. “A birader,” dedi, “Taktı da ne oldu? Elimizi kolumuzu sallamaktan (ç)işimizi yapamıyoruz.
Hikâye Yazdıran Bot
Yazdı. Ailecek gelmişlerdi sahile. Küçük oğlunun ısrarıyla aldığı botu ciğerlerini körük gibi kullanarak şişirmişti. Kısa süre sonra da küreklere asılıp tek tük yüzenlerin arasından ver elini dubalar!
Epey eğlendiler orada. Balıklama daldılar suya. Bot inip kalktıkça gülüştüler.
Dönüşte yelken niyetine biçtirdikleri kumaşı iki ucundan tuttular. Hiç gitmiyor gibi görünse de belirsiz bir iz bırakarak ilerledi bot. Sahile vardı. Hemen orada yosunlu bir ipe iliştirdiler onu.
Soğuk bir şeyler içmek için kafede aldılar soluğu.
Geri döndüklerinde botun yerinde yeller esiyordu.
Ne olmuş olabilir diye epey kafa yordular. Uzaklara, yakınlara; öteye, beriye baktılar. Sanki deniz yarılmıştı da bot içine girmişti.
Çok sürmedi bu belirsizlik. Ötedeki bir telaş çekti onları. Botları hakkında hemen bir hikâye yazılmıştı: Göçmen botuymuş, kürekleri kırılmış, içindekiler boğulmuş, bot sahile vurmuş…
Tabii bu hikâyeye inanmayan da çıkmış.
“Dedim size,” diyordu ötede bir kadın, “Aramayın jandarmayı, belki de göçmen botu değildir, belki de ölmemiştir hiç kimse.”
Baba ve Çocuklar
Salata işi ondaydı bu akşam. Marullardan işe başlamıştı. Bulduğu tırtılı, salyangozu pencereden çimlere savurup hızla ilerliyordu. Eşi gelene kadar salatanın hazır olmasını umuyordu. Çocukları babalarını rahat bıraksa o da olacaktı aslında. Ama nerde o rahatlık?
Bitmek bilmez bir söz düellosu vardı aralarında. O da olmazsa birinden biri taş devri arabası ile bir kenara yanaşmaya çalışırken babasının muavin gibi, “Gel, gel!” demesini istiyordu. Tabi o sırada tırtıl da marulun göbeğine doğru kaybolup gidiyordu.
Akınların ardı arkası kesilmiyordu. Belli ki babalarının ne düşüneceğiyle ilgilenmiyorlardı o an için.
Küçük çaplı bir kızışmanın ardından el yükseltip, “Keşke,” dediler, “Sen olmasaydın.”
Sabır da bir yere kadar. Baba da köprüleri attı. “Rahat bırakın da şu salatayı bitireyim artık!” diye kükredi. “Anneniz gelecek birazdan.”
“Keşke…”
Sözlerini ağızlarına tıktı çocukların. “Ben olmasaydım siz de olmazdınız.” dedi.
Gitti çocuklar. Adam bir daha da laf atmazlar diye düşündü. İki dakika sonra mutfak kapısında aynı iki horoz kafası:
“Bizi sen mi doğurdun?”
Özlem Yıldız
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz