Felsefe

Prof. Dr. Zehragül Aşkın[1] Temmuz ayından devam: -2-

– Hegel ve Marks’da Tarih ve Özgürlük Sorunsalı

( Değerli Felsefe Dostları 3. Kısımdan oluşan “ Hegel ve Marks’da özgürlük Sorunsalı “ adlı  makalemin ikinci  kısmıdır.  İyi Okumalar….)

Marks’ın anlayışında tarihin devindirici gücü, toplumların alt yapısını oluşturan üretim sürecindeki çelişkilerdir. Bu devindirici güçler, en geniş anlamdaki ideolojik yapıyı belirler. Üretim ilişkileri üretim güçlerini yansıtır ve tüm kurumları biçimlendirir. Üretim araçlarının kullanılış tarzı nasılsa mülkiyetin tarzı da öyledir. Ama bu, mekanik bir bağıntı değildir. Klasik Marksizmin “alt yapı-üst yapı” çelişkisinde, alt yapının temel belirleyicisine yer verirken, daha yeni tartışmalar, örneğin Frankfurt Okulu çevresi, üst yapının da belirleyici rolüne işaret eder. Buna göre üst yapı, düzenleyici olarak belirleme gücüne sahiptir. Üst yapı biçimleri hukuk, bilim vb. kurumlar alt yapıyı etkiler ve dönüştürür. Süreç diyalektiktir. Marks’ın tarihe bakışını incelerken felsefi terimlerin yerini politik ekonomi terimlerinin aldığı hemen dikkati çeker. Ama bakışın özü yine de felsefidir. Çünkü burada da özgürlük ve insan geleceğinin idesi temel sorunlardır. Buradaki sorumuz: maddi koşulların insanların bilinçlerini öncelikle biçimlendirmesi sonucunda ortaya çıkan bilincin, nasıl olup da olumsuz koşulları değiştirmeye girişeceğidir. Bilincin verilmiş yapısını aşmaya iten, koşulların kendisi olmasaydı, tarihi yapan insanların bunu belli koşullar altında yaptıkları savı tutarsız olurdu. Maddi koşullar bilinci belirlemeseydi, bilinç onların farkında bile olamazdı. Marks’ın “Politik Ekonomiye Katkısı”nın önsözündeki ünlü “koşullar ve bilinç diyalektiği”[2] özgürlük ve koşullar çatışkısına açıklık getirmektedir. İradenin etkinliği ancak koşullar temelinde ortaya çıkmaktadır. Burada Aristoteles’den beri birçok karşıtlığın irdelenmesindeki öncelik ve sonralık saptamasının gereği ortaya çıkmaktadır.

İnsanlar bir şeyin bilincine eyleyerek varırlar. Bilinç toplumsal ilişkilerden bağımsız nesnel bir kavram değil, aksine temelini insanlar arası ilişkilerde bulan toplumsal bir üründür. “Yaşamı belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen yaşamdır”[3]. Bununla birlikte bilinç, toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Bu nedenle de bilincin koşulları tarihseldir. Bireylerin aktif olarak kendilerini ifade etmeleri; maddi yaşamdan ileri gelen olanaklar bütünüdürler ve görelidir. Toplumdan topluma değişir. Öyleyse istencin açılım bulması kültürel koşullarca da belirlendiğinden, istencin değişik koşullara bağlanması insanı değişik olarak belirler. Bu koşullar en genel anlamda eylemin oluştuğu ortamın, bireyin içinde bulunduğu yaşantının koşullarıdır. Bireyin yaşantısı ise insanın yapmış olduğu ve aynı zamanda içinde yaşadığı sosyo-kültürel-ekonomik ve siyasal tüm etkinliklerini kapsar. Marks’da vurgu maddi koşullardadır. Tarihsel koşul maddi yaşamdan ileri gelen olanaklar ile bireylerin aktif olarak kendi kendilerini ifade etmeleridir. Bu tarihsel koşullar içinde temel belirleyici Marks’a göre “üretim” etkinliğidir. Bu aynı zamanda bütün tarihin temel koşuludur. “İlk tarihsel olay bu gereksinimlerin  (temel ihtiyaçların) sağlanmasını elverişli kılan araçların üretimi maddi yaşamın kendisinin üretimidir. Ve binlerce yıl önce olduğu gibi, bugün de insanları hayatta tutmak için günbegün, saat be saat yerine getirilmesi gereken tarihsel bir olay, bütün tarihin temel koşuludur”[4]. Marks için maddi koşullar tarihin devindirici gücüdür. Tarihsel koşullar kendiliğinden verilmiş bir şey değildir. Yaşam koşulları hazır olarak bulunur. Oysa üretici güçler toplamı, tarihsel olarak insanlar tarafından yaratılır ve her kuşağa kendisinden önce gelen kuşaklar tarafından aktarılır. Marks’ın da vurgulamış olduğu gibi, tarihsel gerçeklik, insanın her tarihsel döneminin, egemen toplumsal koşulları tarafından belirlendiği gerçekliğidir. Burada yanıtlanması gereken soru, tarihsel bireyin ne ölçüde koşulların ürünü olduğu sorusudur. Soru, aynı zamanda bireyin, tarihsel genellikteki yerinin ne olduğu sorusuna ilişkindir. Şüphesiz şimdiye kadar verilen yanıtlar arasında Marks’ın yanıtı en tatmin edici olanıdır.

Özgür emeğe dayanan sömürüsüz ve baskısız bir toplumun düş olmadığını, bunun tarihsel gelişmenin kaçınılmaz sonucu olduğunu belirten Marks, bu savıyla tarihe komünizm ereği taşımakla eleştirilmiştir. Eleştiriye çoğu Marksistlerin vermiş olduğu yanıt yine Marks’a dayandırılır. “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar[5]. Bu demektir ki toplumsal gelişme yasaları nesneldir; bu nesnellik aracılığıyla gerçekleşir. Marks’ın antropolojisinde insanın amacı (ereği), pratik etkinliğinin içindedir ve bu etkinliğin gücü oranında gerçekleşir. Bu durum, insanın pratik etkinliğiyle ve bunun koşullarıyla ele alınmasını gerektirir. Pratik etkinliği içerisinde insan, nesnel dünyayı karşısında bulur. Ona bağımlıdır ve kendi etkinliğini, nesnel dünyanın varlığını ister istemez hesaba katarak belirler. İnsanın amaçlı etkinliği, kaynağını toplumsal koşullardan alır. Değişen ve toplumsal koşullara göre ortaya çıkan bir belirlenimi vardır. Böylece insanın kendi kendisine bir amaç veren etkinliği başka bir deyişle özgürlüğü, tarihin, insan müdahalesine açık olduğu anlamına da gelir. Aksi halde mekanik-maddi süreçler insan yaşamını sürüklerdi ve devrimden söz etmek anlamsız olurdu. Lenin’in de altını çizmiş olduğu gibi “İnsan etkinliği dış gerçekliği değiştirir”[6]. Fakat değişimin yönü tek ve sınırsız değildir. Çünkü insanın, tarihe müdahalesi içinde yaşadığı toplumsal koşullarla yakından ilişkilidir. 

Prof. Zehra Gül Aşkın

***


[1]Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümü,  Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı

[2] “Tarihi insanlar yapar ama istedikleri gibi yapamazlar”

[3] K. Marks, F.Engels.,a.g.e., 1976, s.26

[4]K.Marks., F. Engels., a.g.e.,  1976, s.33

[5] K .Mark., F. Engels., a.g.e.,  1992, s.58

[6] V. Lenin.,Felsefe Defterleriçev: Atilla Tokatlı,  (Ank. Sol Yay. 1971, s.177

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın