Hegel ve Marks’da Tarih ve Özgürlük Sorunsalı
Hegel ile doruğa çıkan Alman İdealizminin tarihe yön verdiğini savladığı “spekülatif ide” dışarıda bırakıldığında geriye iki şey kalır: Bireyler ve içinde yaşadığı koşullar. Tarih, özgür insan eylemlerinin ortaya çıktığı alandır. Bu sav, “özgür insan eylemleri tarihe özgüdür”, şeklinde dile getirilir. Doğa kendi yasallığı içerisinde bu anlamda; olayların varlaşıp-varlaşmamasını belirleme veya engel olma anlamında özgür bir belirlenime sahip değildir. Aksine, insanın dışınsa nesnel fakat ona etki eden yasalı bir süreçtir. Doğada nedensel süreçlerin kesinti göstermesi bilinçli bir müdahale anlamına hiçbir zaman gelemeyeceğinden, doğada özgürlükten bahsetmek tarih alanına ve insana ait bir özelliği fizik alanına taşımak olur. Doğa olaylarına düzenli sürekliliğini kazandıran maddenin hareket biçimlerinin bağlı olduğu yasalardır. Bu yasalardaki değişmezlik zorunluluk modalitesini gösterir. Doğa olaylarının akışındaki zorunluluğun karşısında tarih olaylarında bunu kıran rastlantıyla örülü iradi yönelim vardır. Tarih olaylarındaki bu iradi görünüm özelliğini öznesinin karakterinden almaktadır. Çünkü tarih olaylarının öznesi insandır. İrade ve amaçlılık tarihsel eylemin özgürlüğe açıklığını gösterir. İradeye dayalı eylem, tarihin görünümüne zorunluluk değil özgürlük kazandırır. Ancak buradan insanın bütün yapıp etmelerinin özgür iradesince belirlendiği sonucu da çıkarılmamalıdır. Çünkü bu sonuç tarihteki çatışmalı ilerleyişi inkar etmek olurdu. Dolayısıyla tarih olaylarının deviniminde nedenselliklerin akışı ve toplamı tarihsel süreçte bir zorunluluk olduğu görünümü verse de tarih olaylarının başat belirleyicisi ereklere yönelen iradi eylemlerdir. İradi eylemler rastlantı durumlarının olanağını taşır. Dolayısıyla, tarihte rastlantı öğesi tarih olaylarınınkarakteristik bir özelliğidir. Ancak tarihin işleyişindeki rastlantı öğesi, aynı zamanda, toplumsal devinimlerin dayandığı ilkelerin görünümünde yasalı bir işleyişin olduğu düşüncesini zayıflatmaz. Fakat burada öne çıkan soru, tarihsel olayların güdücü gücünün neler olduğudur.
Nedir bu güdücü koşullar? Bunlar, tarihsel koşullar ve özgür insan eylemleridir. Bu koşullar tarihte insan özgürlüğüne yer açar. Bu sayede insan, özgür iradesi ile, tarihi belirleme olanağına sahip olur. Bu biricik olanağıyla insan, tarihsel dünyayı ve anlam yapılarını kendisi için oluşturur. Tarihi bu anlam yapılarından oluşan ağ içinde kurgulayan insan, bu süreçte tasarımcı olarak tarihin öznesiyken, kurduğu yapıdan etkilenen olarak da nesnesidir. Tarihin bu diyalektiği, insanın istençli eylemleriyle kendisini gerçekleştirmeye olanak sağlarken, aynı zamanda onu belirleyerek sınırlar. Bu nedenle her tarihsel eylem, insanın varlık koşullarını belirler ve tarih içindeki insan bu koşulların belirlenimi ile varolur. Bu karşılıklı etkileşim, tarihi yapan, yönlendiren ve anlam veren tek devindirici gücün insan eylemleri olduğunun ve insan düzenlemelerinin, kurgu ve eylemlerinin tarihi yaptığını anlatır. Tarihe gerçekçi bakış, bu işleyişi kendisine ontolojik bir zemin olarak alan yaklaşım ile olanaklıdır.[2] Bu ontolojiyi oluşturan temel, insanın başka insanlarla ve doğayla olan ilişkisidir. Bu ilişkinin yapısal süreci ise onun tarihidir. Bu nedenledir ki, bu ilişkiyi kendi anlam bütünlüğü içinde çözümlemek, zorunlu olarak, onun varlık alanına, diyesi çelişkilerin diyalektik işleyişine bakmamızı zorunlu kılmaktadır. Bu türden bir ontolojik bakış, salt tarihin varlık alanını değil, aynı zamanda, bu varlık alanının nedenselliği ile insanın özgürlüğü arasındaki bağı da anlamamıza olanak sağlayacaktır.
Tarihsel süreç, insan özgür eylemlerinin gerçekleştiği fenomen alanıdır. Tarihi olanaklı kılan özgür eylemin ilkesi ise “istenç”tir. Eylemin gerçekleşme aracı olarak istenç “otonom”[3] bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla istenç, tarihsel süreçte belli olaylar seçerek gerçekleşir. Bu nedenle istenç, eylemin öznel belirleyicisidir. Eylemin nesnel belirleyicisi ise tarihsel koşullardır. İstenç ve tarihsel koşullar eylemin zorunlu iki öğesidir. Tarihsel koşullar, en genel anlamda, eylemin varlık alanıdır. İnsanın varlığı, içinde bulunduğu toplumsal koşullar tarafından belirlendiğinden bu görüşlerle Marks’ın tarih anlayışının yanına gelinir. Marks’ın tarih anlayışını sonraki determinist kılıfından sıyırırsak, diyalektik bağıntılar (istencin açılım bulması kültürel koşullarca da belirlendiğinden) açıkça görebilir ve spekülatif bir tarih diyalektiği yerine reel bir diyalektik geçirilebilir.
Prof. Dr. Zehragül Aşkın
***
[1] Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümü , Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Zehra Gül Aşkın
[2] Böylesi bir ontolojinin olanaklılığınıAlaxandreKojeve, Marksist bir bakış açısıyla yorumladığı Hegel’in “Tinin Fenomenolojisi”ndeki “Efendi ve Köle Diyalektiği” bölümünde gösterir. Kojeve, bir yandan Hegel’infenomenolojisini insana indirgeyerek antropolojikleştirmiş, diğer yandan insanın doğayı dönüştüren yaratıcı etkinliğini “çalışma” kavramında öne çıkararak insanın yaratmış olduğu tarihsel dünyaya yaymıştır. Kojeveiçin çalışma ile dönüşüme uğrayan yalnızca dünya değil, insanın kendisidir de. İnsanın çalışmasıyla gerçekleştirdiği yaratıcı eylemi “insansal zamanı”; tarihi yaratır. Dolayısıyla insan yaratıcı eylemiyle kendini verilmiş koşulların üstüne yükseltir. Marks’da olduğu gibi Kojeve için de ne salt bireye ne de salt koşulların belirlenimine ağırlık veren, karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. İnsan yaratıcı eylemiyle dünyayı dönüştürürken kendisi de dönüşüme uğrar. (Bkz. AlaxandreKojeve, Hegel Felsefesine Giriş, çev: SelehattinHilav, (İst. Yky.Yay. 2000,s.7-58 s.169 dip not 9, s.205 dip not 10). Ayrıca Kojeve’ninHegelci Antropolojisi için görüşler için bkz. Bumin, “Hegel” Görüngübilim’i Bir Özgürlük Felsefesi Olarak Okumak (İst. Yky..Yay. 2001, s.11- 78) Ayrıca bkz. Takiyettin Mengüşoğlu. İnsan Felsefesi, ( İst. Remzi. Yay. 1988, s. 140-149).
[3] “Autonomi” bir Kant terimi olarak özgürlüğe ilişkindir. Kant’da en genel anlamda özgürlük insanın “autonomi”sidir; insanın kendi yasasını kendisinin koymasıdır. Kant’a göre insan hem bir doğa hem de bir akıl varlığıdır. Doğa yönüyle insan doğa tarafından belirlenmiştir. Doğadaki diğer nesneler gibi nedensel yasalara tabidir. Oysa pratik akla sahip bir varlık olarak insan, doğadaki neden-sonuç zincirlenişinde sadece bir halka değil, aynı zamanda “otonom” bir varlık olarak kendi eylemlerinin başlatıcısıdır.
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz