“Başkaldırıyoruz, öyleyse varız” (Camüs, 1990:19)[1].
Zeus, Prometheus’u zincirler ile bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala yedirir. Prometheus’un acısı sonsuz olsun diye karaciğer durmadan yenilenir. Sisyphos, kocaman bir kayayı kolları ve bacaklarıyla ite ite dağın doruğuna çıkarır. Kaya doruğa tam vardı, varacakken gerisin geriye yuvarlanır, ve Sisyphos, yeniden durup dinlenmeksizin, toz ve toprak içinde tekrar kayayı dağın doruğuna doğru yuvarlayarak çıkarmaya çalışır. Camus içinPrometheus ve Sisyphos karakterinde canlanan insanın yazgısıdır aslında. Bundandır ki Camus, insanıPrometheus kadar acılı, Sisyphos kadar saçmaya mahkumolarak görür.Bu nedenle bu dünyada olmak ve yaşamı sürdürmek Camus için bir sabır ve direnç işi olarak Prometheus dayanıklılığını ve Sisyphos inatcılığını gerektirir.
Camus’ye göre çağımızın insanı acı çeken kişidir. Çünkü o varoluşunun rastlantısal ve anlamsız, varlığının ise sonlu olduğunu bilir. Birey insansal varoluşunun getirmiş olduğu varoluşsal bunalım içerisinde çatışık duygularını, birinden diğerine geçişler yaparak yaşar. Bu noktada saçmayaadanmış insan yaşamı, tam bir trajedidir. Öyleyse yanıtlanması gereken “bugünün insanı için Prometheus dayanıklılığının ve Sisyphos inatçılığının ne anlama geldiğidir? ”Bir şeyler bize Prometheus’un ezilmesinin ve Sisyphos’un trajik yazgısının hala bizim aramızda da sürdüğünü fakat çığlığı karşısında hala sağır kaldığımızı fısıldar. Prometheus’un, başkaldırışının sesini duyanlar ne yaptıklarını bilerek herkesin mutsuzluğunun acısını çekerler. Kör adalet olmadığını, tarihin gözsüz olduğunu ve yerine elden geldiği ölçüde, tinin tasarladığı adaleti koymak üzere, onun adaletini yadsımak gerektiğini bilirler” (Camus, 1994:55). Prometheus ve Sisyphos Camus’ye göre işte tam da bu noktada yüzyılımıza dönerler. Başkaldırı tarzındaki varoluş bilincini göstermeye çalışan Camus için zincire vurulmuş Prometheus artık kayasından daha sert, akbabasından daha sabırlıdır. Sisyphos’un uzun inadı ise Tanrılara karşı ayaklanmasından daha anlamlıdır. Camus, yaşamı boyunca aynı işte aynı eylemi yaparak çalışan işçinin Sisyphos’un yazgısından aşağı kalmadığını söylerken onun yazgısında tıpkı Sisyphos’un yazgısında olduğu gibi absürd bilinçlenmesine eşlik eden başkaldırı eylemini bulur. Öyleyse, “kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri. Camus’ye göre her hayır bundan sonrasının olamayacağını bildiren bir sınır çizmedir. Çünkü ona göre, her bir hayır, bir sınırın varlığını kesinler ve katlanılmaz haksızlığın yadsınması ile birlikte, bulanık da olsa bir hak talebini açığa çıkarır. Kendinde haksızlığa uğradığı bilinci gelişen kişi, “hayır” ile birlikte kendisini eyleme geçirecek “adalet duygusunu” evetler. Bu noktada Camus, başkaldırmanın diyalektiğini açığa çıkarır. Ona göre, adalet duygusuna sırtını dayayan hak bilinci olmadan başkaldırma olanaksızıdır. Her başkaldırı da itiraz edilenin karşısında korunmak istenen bir hak bilinci vardır. Böylelikle Camus, insana, kendisini ezen düzenin karşısında ezilmeme hakkını verirken, başkaldırı eyleminin zemininin “hak istemi” gibi pozitif bir değer tarafından oluşturulduğunu belirtir. Camüs’ye göre, ayrıca başkaldırma, düşünce düzeyinde, Descartes’ın Ego Cogito’sunun (düşünen ben) gördüğü ilk kesin işlevi görür. Çünkü başkaldırı, absürd duygunun ardından gelmesi gereken bir bilinç dönüşümüdür. Bu noktada intihar ya da başkaldırı, absürd uslamlamanın iki sonucu olmasına rağmen, “tam iyileşme” bilinç başkaldırısının gerçekleşmesi ile sonuçlanır. Hiçbir şeye inanmayan her şeyin saçma, her şeyin uyumsuz olduğunu haykıran fakat bu haykırışından kuşku duymayan insanın elindeki ilk ve tek gerçek, başkaldırmadır. Bununla birlikte başkaldırı, insanın yalnızca bilişsel edimi ile oluşturulan bir şey değildir. Yaşam ile ilişkisinde: insanın varoluşsal bunalımında köklenen başkaldırıcı sorgulamasının bir sonucudur. Bu noktada bilincin kendi üzerine bükülmesiyle ulaşılan Descartescı “düşünüyorum öyleyse varım” argümanının Camuscü yorumu “başkaldırıyorum, öyleyse varımdır” . Düşünen öznenin aynı zamanda başkaldıran bir özne olduğunu belirten Camus ‘de “başkaldırıyorum” önermesi, insanın bir imkanını dile getirmekten çok ne olduğuna ilişkin bir belirlenimi içermektedir. Doğal durumdaki saçmalık ile insan tarafından var edilen kültürel ortamdaki saçmalık arasında bir ayrıma giden Camus, özellikle vurguyu insan tarafından var edilen kültürel ortamdaki absürde (saçmalığa) yapar. Ona göre, bu saçmalığın bilincine, tarihsel süreçteki adaletsizliği; Ezen ve Ezilen arasındaki savaşımı görerek varırız. Bu nedenle insanın yaşam ile ilişkisinde haksızlığa uğrama duygusuna eşlik eden adaletsizliğe başkaldırması bir zorunluluktur. Öyle ki, Camus için, her değer, başkaldırmayla sonuçlanmasa bile her başkaldırı bir değer ile sonuçlanır. İnsan varolmak için başkaldırmak zorundadır, fakat söz konusu varolma ötekini de içine alır. ‘Cogito’nun gördüğü işi görmesi anlamında İlk kesinlik olan başkaldırı, bireyi yalnızlığından çekip alır. Bu anlamda yalnızca bireysel bir düzlemde kalmayan başkaldırı eylemi Camus için “ben”den “biz”e geçiş yapmanın olanağını da içerir.
Prof. Zehra Gül Taşkın
***
[1] Zehragül Aşkın. Mersin Üniv. Öğretim Üyesi.
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz