Edebiyat

Şair; FARELİ DÜNYANIN KAVALCISI/ Ayten Mutlu

Şair denen şaibeli varlıkla ilgili, herkes bir şeyler söyler, mırıldanır veya gizli kapaklı ima eder. Kimine göre olağanüstü bir varlık, kimine göre, işe yaramaz ve boş şeylerle zaman kaybeden bir akılsız, kimine göre de fazla ciddiye alınmaması gereken yarı deli biri… Yani: Şiirle ilgili olsun, olmasın, herkes az çok bir fikir sahibidir şair hakkında kendince ve bu fikir genellikle buzdan kalıplar içinde korunur.
Çünkü şair, toplum içindeki statüsünü yitireli çok oldu. Artık itibar gördüğü günler geçmişte kaldı. Sıradan bir insan kadar bile itibarı yok pek çok kimsenin gözünde. Gidecek yeri olmayan bir çocuk gibi, gecenin karanlığında sımsıkı kapalı kapıların önünde şiirlerini mırıldanarak bekliyor. Gece ilerliyor, evlerin ışıkları bir bir sönüyor, kapılar kilitleniyor ve o yanacak bir ışık, aralanacak bir kapı görmek umudunu yitirmeden, dilinde sözcüklerin hançeriyle ruhunu kanırta kanırta karanlıkta yürümeye devam ediyor.,
Şair günümüzde, düşler, düşünceler ve hayallerden yapılmış bir dünyanın, tavan arasına atılmış solgun bir fotoğrafı sanki.
Sanki insanlar düşsüz bir dünyada, kanatsız zihinlerle yaşamaktan hoşnut. Sanki hiç trajedileri kalmadı ruhlarının ya da özlenecek mutlulukları.
Oysa sanatın ve şiirin kaynağında insanın trajedisi vardır. İnsanın trajedisi, onun ‘’iç dünyası” ile, ‘’dış dünya’’sı arasındaki çatışmadır. Eski Yunan mitolojisinde Apollon – Dionysos çatışmasında olduğu gibi.. Bu, bir anlamda ‘’dışsal’’ olanla ‘’içsel’’ olanın çatışmasıdır. Sanatın diğer dalları ve şiir, bu iki dünyanın çatışmasından doğan bir arayışın dile dönüşmüş halidir, bir şimşek, bir inilti, bir mutluluk haykırışı, derin bir acı, saf bir mutluluk, buz tutmuş kalpleri tutuşturan bir kıvılcımdır.
Bir şair alışılmış anlamların değil, alışılmamış olanın peşine düşer ve bu yeni olanı eskinin gövdesinden çıkarır. Ona yeni tatlar, yeni kokular ekler. İmgenin titreşen uzayında sıradan anlamlar ürpertici çağrışımlara dönüşür. Normal olmayan bir bakışın yaratıcısıdır. O çimenlerin rüzgârda dalgalanışında yaratıcının ruhunu görebilendir. O, yaprağın tırtılla seviştiğini görebilendir. Sıradanın içindeki harikuladeyi sezer. Şeylerin adını koyar ve onları hayata çağırır. Sıradan insanın gündelik sözcüklerini alır ve onlardan bir simyacı gibi yeni şeyler yaratır. Çünkü ölümlü sözcükler, sıradan insanın kapısını terk edip, ancak bir şiirde imgeye dönüştüğünde yeni çağrışımlar yüklenerek ölümsüzlük kazanabilir. Şiir insan zihninin kapısında ölmeye mahkum olan anlamların, bu zihnin odalarına yerleşmelerini sağlar. Bir şiirin saçının her teli altından yapılmıştır. Noktası, noktasızlığı, dizelerin uzunluğu kısalığı… yani nesi varsa hepsi altından yapılmıştır. Bu nedenle de hakiki şiirden bir kıl bile koparamazsınız. Yoksa artık o, şiir olmaz. Bu nedenle de şairin işi hiç de göründüğü ve sanıldığı kadar kolay değildir. Şair bir dilin boşluklarını bile, kurduğu metnin taşıdığı boşluklarla doldurandır. Çünkü bir şiirin boşlukları bile, sözcükleri gibi insanın sonsuz şarkısını hayata katan enstrümanlardandır.
Şairin seyrettiği yollardan gidilince, dünya ve hayat, o yollardan gidilmediğinden farklı bir görünüme kavuşur. O yollarda, tuhaf bir yasal güçle ve büyü ile dünya ve hayat, hiç önceden duyulmadığı, tasarlanmadığı ve görülmediği biçimde bize tekrar geri döner.
Şair, yağmalayan ve yağmalanan, bir anlatıcı, adlandırıcı ve güzelliğin takdimcisidir.
Çünkü o sıradan sözcükler için yeni bir uzay, belirsiz ve her şey olmaya hazır, farklı bir yaşama alanı yaratmıştır ve bu nedenle sözcükler sıradan insan için de artık bambaşka bir yaşam kazanmıştır. Şiir okuyan insan bu belirsizliklere anlam yüklerken, kendi iç dünyasında bir yolculuğa çıkar ve hem içinde hem de dışında daha önce hiç farkına varmadığı yeni patikalar, geçitler, labirentler, köprüler keşfeder.
Şair gerçek şiire ancak saf bir kalbin işaretleriyle varabilir. Bir çocuğunki kadar saf, temiz ve acemi bir kalbin. O hep bilgisiz ve her seferinde “bilgisiz” kalabilmek zorundadır. Dünyaya çocuk gözlerinin şaşkınlığı içinde bakar hep. Çünkü gördüğü şeyler her bakışında ona yeni anlamlar fısıldar.
Böylece geçmişe ve geleceğe uzanan bir bakışla, içe ve dışa dönük bir algıyla insanın evrendeki varlığını ve kâinattaki yerini kavramaya yönelik bir keşif yolculuğudur onun hayatı. Başka anlatım yollarıyla kavranamayan her giz, şiirin dilinden konuşur insanla. İnsan, yitirdiği veya unuttuğu ya da daha önce hiç düşünmediği güzel insanlığına ‘’şiir veya şiir dilinin’’ derin ve geniş ufkundan görebilir ancak.

Öyleyse neden sürekli konum kaybediyor şiir ve şair insanların gözünde?
Çünkü sistem, insan beyinlerini ele geçirip işine geldiği gibi yoğurma niyetinin karşısına dikilecek en önemli şeylerden birinin sanat, özellikle de dolaşım kolaylığı ve etkileme gücünün farkında olduğu şiir. O nedenle medya moda şairler üretip sunuyor kitlelere ki, insanlar şiirin onlara sunulanlar gibi, çabucak tüketilip çöpe atılıveren bir şey olduğunu düşünsün. Böylece de hakiki şiir durmadan kan kaybetsin, şiiri şairliğinden daha fazla önemseyen o meczup şairler taifesi de insan algısından sınır dışı edilsin. Hakiki şiir de naylon şiirin gölgesinde ebedi istirahatgâhına çekilip sonsuza dek uyusun!
Görünene bakıldığında medyanın da desteğiyle sistem amacına giden yolda hayli yol almış görünüyor. Artık şairler o zavallı ceplerinden çıkarıp parasını bastırmadıkça şiirlerini kitaplaştıramayacak konuma geliyorlar giderek. Kitapçılar, popüler isimlerin dışında hiçbir şiir kitabını vitrinlerine koymuyorlar. Talep etmiyorlar ve bir şekilde dükkânlarına gelmişse, gün ışığına bile çıkarmadan depolarına atıveriyorlar. Kitap fuarlarındaki panel ve söyleşiler, izleyici yokluğundan iptal ediliyor. Yüzlerce, bazen de binlerce kişinin doldurduğu mekanlarda bile, konu şiirse, kimse zahmet edip dinlemeye gelmiyor.

İnsanların hayal kurmayı unutmasına, tek tip zihinler halinde eko_robot haline gelmesine ramak kaldı. Doğaya ve kendine hızla yabancılaştığı, basmakalıp düşünceler içerisine hapsedildiği, insani değerlerin unutturulup yozlaştırıldığı, gaflet içindeki bir dünyada şiir, uykudaki insanları uyandırmak, uyanık insanları ise birbirleriyle haberdar ederek dünyanın bu yoz haline direnişi kolaylaştırmak gibi bir derdi var şairin. Buna karşın herkesten daha fazla yalnız. Öyle olmak zorunda, çünkü şiire ödenmesi gereken ilk diyet uyumsuzluk ve onunla birlikte gelen yalnızlık daima.

Şair, şimdi gündelik sözcükleri çiçekli sözcüklere nasıl dönüştürdüğünü anlayamayan ve anlamak için de istek duymayan kalabalıklar içinde, sıradan insanların arasında sıradan bir insan olarak tutunmaya, gündelik ilişkileri sürdürmeye çalışmaktan bitap bir halde dolaşıp duruyor. Sürekli sancılar içinde kıvranıyor, sürekli olarak yeteneğinden ve yazdıklarından kuşku duyuyor. Özgüveni kağıttan bir kule gibi en zayıf rüzgârda bile yerle bir olabiliyor..
İstediği ne? Sadece kanıyla yazdıklarını birileri okusun ve parıldayan gözlerle gülümsesin ona. Hepsi bu!

Yine de her sokak başında biraz daha azalan bir şiir okurunun önünde “Fareli Köyün Kavalcısı” gibi yürüyüp duruyor o. Ardından hiç kimse gelmese bile sözcüklerini göğe, toprağa ve suya üflemeye devam ederek yürümeyi sürdürecek besbelli.

Ayten Mutlu

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın