Neredeyse bütün gün camın önünde babamı bekledim.
“Arkadaşlarımı görüp geleceğim.” demişti. “Sonra da yola çıkarız. Sıcakta gitmenin âlemi yok. Serin serin yola çıkarız.”
Annem de:
“Sen bilirsin güzelim, arabayı kullanacak olan sensin.” diye yanıtlamıştı onu.
Ben sadece:
“Çabuk gel baba!” diyebilmiştim.
Pek ses etmemişti ya beni duymuştu babam, çabuk gelecekti.
Evimiz işlek bir sokağa bakar. Akşama kadar türlü insanlar gelir geçer sokağımızdan. Ben birini beklediğim zaman dikilirim camın önüne. Yola çıkacağımız o gün de öyle yapmıştım.
Annem:
“Oğlum cama yapıştın, yeter baktığın.” diye söylenmese orada durmaya devam edecektim.
İndim, içeride bir çizgi film açtım kendime. Hem ablam da gelmişti. Onunla biraz şakalaştık mı vakit geçiverirdi.
Keşke annemler bana yapacakları şeyleri önceden haber vermeseler. Yapamıyorum işte, bekleyemiyorum. Çatlayacağım neredeyse. Sabah sabah “Bugün İzmit’e, teyzenlere gideceğiz.” demelerine ne gerek vardı? Birden arabaya binseydik. Ben, markete gidiyoruz diye düşünürken önce şehrin dışına çıksak sonra da yolu doğrultsak fena mı olurdu? Nedir bu bekleme telaşı. Of!
“Kapı çalınıyor.” diye sesleniyor annem mutfaktan.
“Ben bakarım.”
İşte, babam geldi.
“Arkadaşlarını gördün mü baba?”
“Gördüm oğlum, görmez miyim?”
“Seni çok bekledim baba!”
“Geldim ya oğlum.”
“Geldin baba.”
Annemin tatlı sese…
“Güzelim, her şey hazır. Alacağın bir şey varsa al.”
“Alacağım bir şey yok. Nasıl olsa birkaç gün kalacağız.” dedi babam. Mutfağa girdi, su içti. Sonra valizleri alıp hep birlikte çıktık.
Oh, nihayet, ilçemiz gerilerde kaldı. Demek ki evdeki saatler durmamış, demek ki gölgeler yola yapışmamış. Hayret, hangi arada geçti o beş saat anlamadım.
“Oğlum, kalk, mola verdik.”
Kahretsin, hep böyle oluyor. Onca bekleyip de çıktığımız şu yolculuğun daha en başında uyuyakalmak ne kötü.
“Burası neresi?”
“Susurluk.”
“Ben acıktım.”
“Tamam, oğlum. Şimdi sana bir tost bir de ayran alırız.”
Siparişler hemen geldi. Kısa sürede tostu bitirdim, ayranı da kafaya diktim.
“Oğlum pipetle içsene!”
“Bitti anne!”
Sanki köyünde kendisi pipetle içiyormuş…
Yine yoldayız. Bu sefer kararlıyım. Uyumak yok. Etrafa bakıyorum. Kamyonlar, son model arabalar… Karacabey taraflarında soğan satıcıları, tek tük traktörler. Uzaklarda bir göl var. “Ulubat” diyor ablam.
Çok da bilir. Bir iki de bilgi eklemese olmaz.
“Oğlum kalk.”
Yine mi, ne zaman uyudum ki? Oysa gözlerimi kamyon şoförleri gibi dikmiştim yola, hangi arada uyudum anlamadım.
“Hadi ama… Uyan!”
“Tamam anne!”
“Bak teyzenlerin evi.”
“Gördüm anne!”
Babam bir iki kez kornaya basıyor. Evde kim var kim yoksa iniyor aşağıya. Teyzem, eniştem, kuzenlerim…
Bir şenlik kuruluyor apartmanın önünde.
“Hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk.”
Sarılmalar, öpüşmeler…
“Kaçta çıktınız yola?”
“Dörtte”
“İyi gelişmişsiniz.”
“Eh işte!” diyor babam. Bir yandan da bagajdaki eşyaları çıkarıyor.
Ev dört katlıdır. Biz üçüncü kata çıkıyoruz. Kuzenlerimden biri benimle, diğeri ablamla yaşıtmış. Ben kuzenime yolculuktan bahsediyorum. Geçen yaz da onlar gelmişti. Az çok yolu biliyor. Moladan, yolculuktan bir de istemesem de uyuduğumdan söz ediyorum. O ara eniştem gelip yanaklarımı koparıyor, ardından ekliyor:
“Büyümüş kerata!”
Babam:
“Büyüdü ya!” diye onaylıyor onu.
“Büyüdüm ya!” diye ekliyorum ben de gururlanarak.
Akşam geç vakitte vardığımız Gölcük’te ilk karşılaşmanın coşkusuyla konuşuyoruz. Annemle teyzem; babamla eniştem; ablamla büyük kuzenim ve ben de yaşıtım olan kuzenimle.
Annem:
“Baksana,” diyor “ne güzel oynuyorlar, saat kaç oldu hâlâ uyumadılar.”
Teyzem:
“Bırak oynasınlar, özlemişlerdir birbirlerini geçen yıldan beri.”
Seviyorum tatilleri. Yoksa bu saate kadar çoktan yatağa gönderilmiştim. Oysa şimdi şuracıkta sabahlasam kimsenin gıkı çıkmayacak.
Ama nerde? İşte yine teyzem kucaklıyor beni. Belli ki uyumuşum.
“Seni yaramaz seni, yoruldun tabii!” diye konuşuyor teyzem.
Beni yumuşacık bir yatağa yerleştiriyor. Ardından:
“Canım benim, iyi uykular!” dediğini duyuyorum.
Annemle teyzemin sesleri ne kadar da birbirine benziyor.
Sonra büyük bir boşluk. Rüya mı, değil. Yine annemin sesi.
“Oğlum!” diye üzerime atılıyor.
Gözlerimi açıyorum. Bizim kaldığımız odadan yıldızlar görünüyor.
“Tavan nerede anne? Neler oluyor?”
Annem:
“Korkma oğlum, deprem oluyor.” diyor.
Çok korkuyorum, çok. Babamın hiç sesi çıkmıyor, hiç.
“Nerdesin baba? Neden sesin çıkmıyor. Bak ablam sana sesleniyor:
“Kurtar beni.” diyor. “Yalvarırım bir ses ver.”
Babam, koca bir sessizlik oluyor o karanlıkta. Annemse beni çekiştiriyor, kımıldatamıyor. Ayağımın biri sızlıyor. Ablam, babamı çağırıyor. Ben, ah ben…
“Hadi baba, sen bizi bu kadar bekletmezdin, kurtar şu kızı. Söz, bu sefer kıskanmayacağım. Hadi…”
Ablamın sesi gittikçe tükeniyor. Ölüm bu mu? Ablam ölüyor mu?
Annem de kısıldığı yerden çıkamıyor.
“Tamam oğlum geçecek.” diyor. Ayağımdaki sızı geçmiyor.
Benim eski hastalığım. Yine dalmışım. Amcamlar hangi ara Gölcük’e gelmiş, beni hangi ara sıkıştığım yerden nasıl çıkarmışlar bilmiyorum. Daha bilmediğim birçok şey gibi.
“Annem nerede? Ablam? Babam…”
Amcam:
“Bir şeyin yok!” diyor bana.
“Nasıl yok? O zaman çevrede bu kadar yaralı varken niye bu helikopter beni Ankara’ya götürüyor.”
Işıklar altındayım. Ben de mi öldüm ne?
“Keselim” diyor bir doktor. “Yoksa hastayı kaybedeceğiz.”
“Hâlâ şansımız var!” diyor bir diğeri. “Biraz daha direnelim.”
“Ne direnişi, ne şansı? Ah bir uyanabilsem.”
“Bakın şöyle yaparsanız olur.” diyor biri ayağımı göstererek.
Ayağımda yine bir sızı. Sanki etlerimi koparıyorlar. En acıdığı anda “Burası tamam, dokuyu temizledik.” diyor biri.
Kesmiyorlar ayağımı. O ara amcam giriyor içeri. Doktorlardan biri:“Ayağı kurtardık.” diyor amcama.
“Babam nerede?” diye bağırıyorum. Duyuramıyorum sesimi doktorlara.
“Neredesin baba? Yine arkadaşlarını görmeye mi gittin? Artık eve dönelim. Bu kadar kabus yeter.”
***
Aradan bunca yıl geçti. Galiba amcamlar getirdi beni eve. Babam bir daha hiç gelmedi. Ablam da öyle. Gölcük’te ziyaret edecek kimsemiz de kalmadı. Babamla ablamı biz Ankara’dayken kaldırmışlar. Şehir kokuyormuş. Haberlerden duydum. Bir de amcamlar fısıldaşırken. Büyük, çok büyük bir enkazın önünde çekildikleri fotoğrafa baka baka konuşuyorlardı.
“Orası senin mezarın mıydı, baba? Bir de ablamın… Doyunca kızdıramadığım ablamın…”
Sizden sonra seminerler, deprem dedeler, psikologlar… Hepsi geldi geçti. Neler neler geldi baba! Yardımlar, hibeler daha bilmem neler… Bir sen gelmedin baba. Hep böyle yapıyorsun.
Artık sabırlıyım baba. Arkadaşlarını görmeye gittiğini biliyorum. Gölcük’te o akşam bana büyüdün demiştin babam. Şimdi daha da büyüdüm. Tek ki geleceğin günü bileyim. Beklerim. Hem bak annem de seni çok özledi. Benden gizli ağlıyor akşamları. “Gel Güzelim!” diyor. “Niye gittin!”
Kızıyor sana baba. Bir de ablama… Oysa o hiç kızmazdı.
“Deprem öldürmez” diyorlar baba, “Bina öldürür.” Arka sokaklardan gel baba. Tek katlı evlerin arasından. Caddelerdeki kiralık evler, onlar… onlar kiralık katil baba. Bense azmettiricilerin peşindeyim bugün…
Yeter artık! Ne olur sen de gel baba!…
Soma
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz