MUZ TARLASI
Okuldan mezun, görev yerimin neresi olacağını heyecanla bekliyordum. O yıllar kışın Mersin’de yazın Kahramanmaraş’ta oturmaktaydık. İlk görev yerim ağustos ayında açıklandı. Kahramanmaraş’tan bir kez Isparta üzerinden Burdura gidip geldim. İkinci kez de aynı yoldan dönerek, öğrencilikten kalma bir alışkanlıkla 29 Ekim tatilini hafta sonuna bağlayıp memlekete döndüm.
Memleketten kışlık erzaklar ile taşınıyormuş gibi mersine döndük tabi. Kardeşlerim okula başladığı için Mersin’deydiler. Hafta sonu da orada kalarak, on bir koli eşya ile Mersin’den Antalya üzeri giden Burdur arabasına bindim. Yanımda az eşya yok şoföre mavinle çene çalarken biraz fazla ücretle ödeyerek kolileri arabaya koyduk. Sülalece bizim bir yerden bir yere taşınıyor gibi gitmemiz meşhurdur. Sülale olarak da “çıkınımız bitmezmiş, giderken dolu gelirken dolu geçirmişiz”. Şoför bilmiyor ki gözü korktu ev mi taşıyorsun diyordu, doğru da diyordu, ev kuruyordum.
Koca koca kolilerde ne yoktu ki turşudan, kuru dolmalığa, incir reçelinden Maraş tarhanasına, yorgandan yastığa, tencereden tabağa, kışlık kıyafetlerimle dolu idi.
Neyse gece 11.00’de otobüse hareket etti. Yanımdaki koltuk boşmuş. Harika. Gece yolculuk yapıyorsanız ve yanınızda sevdiğiniz ve tanıdığınız biri yoksa otobüs yolculuğunda en çok isteyeceğiniz şey budur bence, yanılıyor muyum? İçimden, “çok iyi, rahat rahat uyuyarak gideceğim.” dedim. Yolda arada bir yerde 30 dk. mola verip sabah sekiz gibi gideceğim yerde olacakmışız.
Beş yıl önce Düziçi Öğretmen Lisesinde okur iken okul gezisi ile Antalya’ya bir kez gitmiştim. Okul gezisi ya gır gır şamata yoldaki detayları pek anımsamıyorum. Sadece bir tarafında dağ bir tarafında uçurum, eteğinde deniz olan uzunca gittiğimiz bir yol olarak hatırlıyorum. Yol üstünde gezilecek her yeri geze geze gittiğimiz için detaylarını unutmuşum.
Bir müddet sonra uyudum, bir uyandım ellerimi öndeki koltuğa uzatmışım tırnaklarım bir adamın kel kafasının içinde; – Tövbe yarabbi, umarım uyuyordur, diyerek çektim. Adam koltuğunu sonuna kadar arkaya ayarlamış uyuyor. Bu otobüslerde çok sinir bozucu bulduğum bir durumdur. Kişisel alanınıza giriliyormuş gibi hissettiriyor. Otobüs tasarlayan firmalar bir koltuk eksik koysalar ya da bu kadar arkada yatacak şekilde ayarlamasalar ne iyi olacak, değil mi? Tekrar uyumaya korkuyorum ama dayanamadım yine uyudum. Yolun neresindeyiz bilmem; vakit gece yarısını geçmiş. Gözlerimi bir açtım ellerim kucağımda oh be dedim. Etrafıma bakındım klasik gece yolculuğu, yanındakinin üstüne kayanlar, horlayanlar, ağzı açık uyuyanlar, otobüsün kasvetli havasında çok sıkıcı geldi. Mola vereli hayli oldu yolun yarısı bitti sanki. Dışarıya gözümü diktim. Etraf tam görünmüyor karanlıktan ama yolun kenarındaki ve dağın eteğindeki cisimleri taşlara benzettim. Hepsi de beyaza boyanmış, mezarlık var herhalde diyerek üç Kulhüvallahi bir Fatiha okudum. Gözümü kapattım uykum yok. Kafam kolileri nasıl eve götüreceğime takıldı. Taksi bile almazsa, sabah ola hayrola hele bir varalım, uyu sen uyu dedim kendi kendime.
Tekrar pencereden baktım bir mezarlık daha galiba kalabalık bir yerleşim yeri herhalde sık sık mezarlık var dedim… Çok karanlık olduğu için ara ara yol kenardaki çam ağaçlarından başka bir şey görünmüyordu. Çamlık alanların bitiminde hemen bir mezarlık daha. Ben düşünmeye başladım. Bu mezar başlarını neden beyaza boyamışlar bunların adeti böyle mi yoksa burada ecnebi mezarlığı falan mı var, diye.
Her mezarlıkta aynı dua, okumadan geçsem çarpılacağım sanki.
Derken mezarlıklar sıklaştı, az gidiyorum bir mezarlık daha biri bitmeden biri başlıyor. Allah Allah burada hangi savaş oldu? neden bu kadar çok mezarlık var, diyerek gözlerimi kapattım açarsam dua dilimden düşmeyecek, uyumadan bayağı öyle gittik. Gözlerimi açınca artık yavaş yavaş şafak söküyordu. Hafif hafif gökyüzü aydınlanıyordu.
Yol kenarına gözlerimi diktim az ilerde gövdesi beyaz boyalı muz tarlası az ilerde yine aynı, gözlerimle her yeri radar gibi tarıyordum. Uzakta yakında beyaz gövdeli muz ağaçları. Dağlar, yol kenarları her yerde muz tarlası… Allah tutmayın beni! İçimden öyle bir kahkaha atmak geliyor ki otobüste o saate atsam ne olur bir ortamı hayal edin, kahkahamı bastırmak için ağzımı tutuyorum. İnsanın kahkahasını bastırması da ne zormuş. Ben de uyku muydu kalmadı.
Durup durup kendi kendime için için gülüyorum. Benim mezarlıklar meğerse muz tarlaları imiş. Yıllarca o yolu kullandım hala da senede bir iki defa giderim. Bu anı hep aklıma gelir. Şimdi tüm muz bahçeleri devasa seraların altında öyle beyaza boyanmış ağaç gövdeleri falan göremezsiniz artık. Muzlar gün yüzü görmeden meyve veriyor, olgunlaşmadan yapay ortamlarda sarartılıyor. Bana ne kokusu ne de tadı eskisi gibi gelmiyor. Ama o yollar beni hala güldürüyor.
Sizlerin de kahkahanız bol olsun emi…
Sevimay Kurt Köken
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz