YILBAŞI ÇİCEĞİM
Size bir çiçeğin yoldaşlık öyküsünü anlatacağım. Yoldaşlarımız kendimize göre seçtiğimiz bir arkadaş, hayvan, nesne, eşya ya da bitki olabilir. Yoldaş; Yarendir, sırdaşındır, yaşadıklarına tanığındır, gününe ortağındır. Yaşamınıza kattığı anlamlara, paylaşımlara göre içinizdeki değeri şekillenir. Yoldaşlık iyidir; yeter ki yolda bulduklarını yoldaşının yerine koymasın. Yolda karşına çıkanların kötü olacağından değil ha, yolda bulduklarınla da samimi dost olabilirsin ama onunla yolculuğun başka olmalıdır. Herkesin olduğu gibi benim de her yolculukta yoldaşlarım farklı farklı ama anlatacağım yoldaşım bir çiçek; yılbaşı çiçeğim.
Öğretmenliğim boyunca benimle gezen hep yanımda olan bir çiçeğin yoldaşlık öyküsüdür bu… Yıl 1996 yeni mezunum. İlk görev yerim Burdur ili Çeltikçi ilçesinin Bağsaray kasabası, şirin dağ eteğinde yeşil bereketli bir yerdi. Kasabada kalan pek memur yoktu. Genellikle Burdur merkezden servisle gidip geliyorlardı. Ben de öyle yaptım.
Burdur’da çarşının içinde çatı katında bir ev kiralamıştım. Altıncı katta tahta lambrili, iki oda bir mutfak şirin bir teras katıydı. Çok güzel bir terası vardı. En kötü yanı altı kat merdivenleri çıkmaktı. Asansör yoktu. Aynı okulda beraber çalıştığım İzmirli bir ev arkadaşım vardı. O çatı kat bize şirin bir yuva olmuştu. Oldum olası bitkilere ve çiçeklere karşı hayranlığım vardı. Evimizde ve terasta en büyük eksiklik kanımca çiçeklerdi.
Çiçekleri olan bir teras çok daha güzel olur, bilirsiniz. Altıncı kata kovalarla toprak, araba lastikleri saksılar taşıdım. Terasa bir çiçeklik yaptım. Saksılara da çiçekler ektim. Bir kısmını içeriye aldım. Öğrencilere ev ziyaretlerine gittiğimde ya da gördüğüm her yerde sevdiğim çiçeklerden filiz almak için bir dal ister köklendirerek ekerdim. Beğendiğim çiçekleri hala sürgünleri ile çoğaltırım.
Her gün bakımlarını yaparken sararmış dallarını ayıklayarak sohbetimizi yapardık. Açan çiçeklere övgüler yağdırırken hasta olanları diğerlerine bakın diye öğütlerdim.
Öyle ki hala balkonum çiçeklerle dolu, onlarla sohbetimiz devam etmekte ve çocuklarım bile kıskanmaktadır.
Bir kış günü veli ziyaretleri yaptığım bir evin merdiven dairesinde koca koca üç saksıda dalı bucağı açmış çiçeklere içim giderek içeri girdim. Öğrencimin annesi ile sohbet ederken, benim yaşlarımda ve yedi yıllık evli olduğunu anladım, bense yeni atanan bir öğretmen olup yirmi bir yaşındaydım. Karşımda benim yaşımda bir kadının, çocuğu, evi, bakmakla sorumlu olduğu hayvanları ve tarlası vardı. Anneyi takdir ettim tüm bu işi gücü çevirmesinin yanında evini de tertemiz tutmasını, güzel güzel çiçeklerini beğendim. Ama yine de içimde genç anne için bir parça da hüzün oluştu, çocuk yaşta bunca yük ve uzunca yol olan evlilik onu yormaz umarım, dedim kendi kendime. Evden ayrılırken merdiven dairesinde bir pencerenin önünde kocaman bir kovanın içinde her dalı çiçekli bir yılbaşı çiçeğinden, ekmek için bir sürgün istedim. Kadıncağızın gönlü bol belli istediğini kopart al dedi. Üzerinde tomurcuk olmayan bir sürgün bulmuştum onu kopartıp aldım.
İki yıl sonra görev yerimi memlekete yakın bir yere zorunlu görev için değiştirdim. Çiçeklerin hepsini alacak halim yoktu. Çiçeğini görmediğim bir tek yıl başı çiçeğim vardı. Onun açtığını görmek istiyordum. Bir tek onu alıp diğerlerini iki komşularıma verdim.
Yeni görev yerimde hemen yılbaşı çiçeğine arkadaşlar edindirdim. O yıl da açmadı. Diğer yıl da bir sonraki yılda, yedi yıl oldu hala açmadı. Ama her yıl artan çiçeklerimle onun bir gün açacağına inanıyordum.
Bazen de kızıyordum.
– Bak dedim üç aylık çiçeklerim açıyor yedi yıl oldu, öyle duruyorsun. Neyi bekliyorsun yeter ama açacaksan aç artık… O yıl yine ev değiştirmem gerekiyordu, evleniyordum. Yeni eve giderken çiçeklerin hepsini yine yanıma alamazdım. Yolda bulduklarınla yoldaşını değiştirmek değil bu durum daha kahredici, bakmakla yükümlü olduğun şeyi ortada bırakmak gibi…. En kötüsü de bu ya bir bir canlıya sahip olmanın, bırakmak zorunda kalmak…
Bir nesne ile bile gönül bağı kuran insanların bir canlıdan vazgeçmek zorunda kalması…
Bu kez fazla çiçeklerimi, çiçeği seven ev sahibine bıraktığım için çok üzülmedim. Okulumun hemen karşısında olan eski evim onlara yakınlık hissi veriyordu ve gelip görebilirdim. Seçtiğim saksılarla beraber yılbaşı çiçeğini de aldım. Bizi birbirimize bağlayan görünmez bir çekim vardı. Bir yandan da açacak, diyordum.
-açacaksın ve ben göreceğim. dedim çiçeğime seslenerek.
Yeni evime kışa doğru taşındım. Soğuk ama güneşli bir odanın güneş alan tarafına saksıları koydum. Dayanıklı olanları balkona aldım. Benim kısır yılbaşı çiçeği saksım da içerideydi. İşlerimin yoğunluğundan biraz da kış olduğundan çiçekleri sık sık sulamıyordum.
Bir gün onları sularken yılbaşı çiçeğinin tomurcuklandığını gördüm. Küçücük küçücük tomurcuğa durmuşlar. Gözlerime inanamadım. Odaya daha sık girmeye suyunu düzenli vermeye başladım. Tomurcukları büyüyordu. Onları gördükçe ben mutlu oluyordum. Tomurcuklar bayağı büyüdüler düğünümden önce de çiçekleri açtı. Ben bunu evlilik hediyesi olarak kabul ettim. Onun ihtişamlı çiçeklerine şükranla baktım. Yedi yıl sonra ilk kez açtığını gördüm. Ve sonraki yıl ve diğer yıllar boyunca açmasını bekledim. Aynı çiçeğe sahip olanlardan neden açmadığı hakkında söylentiler dinledim.
Bir tanesi:
-Yerini değiştirme dedi. Diğeri,
– Toprağını her yıl değiştir, dedi.
– Bir başkası:
-Korkut dedi tehdit et açar o zaman” diye yanıtladı beni.
Saçma gelse de dediklerini bir umurla yaptım . Senin ile ilgili bunu çiçeği üzerinde iken diyeceksin. Yoksa açmaz diye duymuştum. Bense o gün üzerinde tomurcuk olmayan bir sürgün bulmuştum onu koparmıştım. Kıyamamıştım çiçekli bir dalı koparıp almaya. Acaba onun için mi açmıyor diye soruyordum kendi kendime
Yıl boyunca yerini değiştirmeden balkonda tuttum, açmadı. İçeri aldım, ertesi yıl merdiven dairesine koydum, yok yine açmıyor ne yapsam açmıyor. Bu arada saksıda kökleri çoğaldı, gövdeleri yaşlandı. Saksıya uzun uzun baktım, atayım mı yoksa bakımını yaparak biraz daha yoldaşlığımızı devam mı ettireyim, dedim, ama içim el vermedi. Yaşlı köklerini ayıkladım bakımını yaptım.
– On dört yıl oldu bir kez açtın; Küstüm sana dedim ve balkona koydum. Bu kez güzel olanların arkasına uca bir yere koydum. Yağmur alan bir yerde olduğu için suyuna bile çok dikkat etmiyordum. Soğuk bir kış günü balkonu düzenlemek ve temizlemek için işe koyuldum. Çiçekleri de soğuktan korumak için uygun düzenlemeler yaparken bir baktım bizim yoldaş tomurcuklar büyütmüş patlamak üzere. Bana manidar manidar bakıyor sanki biraz utancımla birlikte, çok ama çok sevindim.
-Sana küsmem mi gerekiyor açtırmak için, a zilli! diye takıldım. Yerini değiştirecek oldum. Yerinden memnun olmasa açmazdı, diye düşünüp vazgeçtim.
Bir hafta sonra muhteşem çiçekleri açıldı. İçeriye alıp çiçeklerini bir ay sergilemesini seyrettim. Sonra solan çiçekler ile tekrar balkona taşıdım.
Bir umut diğer yıllar açar diye bekledim. Ne yapsam açmadı. Balkonumda başka çiçeklerle iyice doldu. Artık ona yer yok gibi geliyordu. Atmak istiyor, vefa diyordum.
– Öğretmenliğin başından beri senin ile geziyor. Nasıl kıyarsın açmazsa açmasın, kendi kendine kurur, hasta olur o zaman at ama bak bir şeyi yok, tek açmayan çiçeğin o mu diyordum. İçimden bir ses diğerlerini bile bile ektin, bu ne diye bekliyor, diyordu.
Öyle böyle yirmi yıl oldu. Bu yaz saksıyı küçültüp toprağını yine değiştirdim. Saksıyı maviye boyadım. benimle en uzun kalan oydu, sırdaşım, yaşadıklarıma şahidim, duygularıma tanığım olmuştu. “Yoldaşımsın açmasan da olur.” dedim. Bu kış da balkonda idi. Havalar sert gidiyordu. Çok soğuk gittiği zaman çiçeklere don vurup öldürüyordu. Balkona çıkıp onları daha iyi yerlere alırken bir baktım benim yoldaşım tomurcuğa durmuş. Bu kez çok duygulandım. Hem sevindim hem ağladım. Sendeki sır ne, diye merak ettim. 7-14-21. yılında açıyorsun. Oysa benzerlerin yer yıl çiçekler veriyor. Sen neden yedi yılda bir açıyorsun dedim
Ve yine güneş alan ama kalorifer yakmadığım bir odaya koydum. On beş günlük bir göreve gittim. Eşimden ve çocuklarımdan her gün fotoğrafını çekip bana göndermelerini istedim. Bir de ona iyi bakmalarını ve sohbet etmelerini istedim. Eşim alışık olduğu için mi yoksa beni çok iyi tanıdığı için mi bilmem onlarla konuşmam ona tuhaf gelmezdi. Çocuklarım özellikle kızım bunu çok kıskanıyordu. Kızıma; Bitkilerin canlıların içinde en muhtaç olanları olduğunu ve bakımlarına daha itina göstermek gerektiğini, dilsiz, elsiz, hareketsiz ama bizi anlayıp karşılık verdiklerini, hissettiklerini söylerdim. onlar sadece bir ot değiller, diğer canlılar dibi diyordum.
Benim yoldaş ben gelmeden açmıştı. Beni her tomurcuğu açık muhteşem sunumunu yaparak, bu zamana kadar en güzel çiçekleriyle beni karşıladı. Bu İnanılmaz bir şeydi. Bundan sonra yedi yıl değil hiç açmasan bile benimle olacaktı.
“Seni korkutmayacağım, küsmeyeceğim, atmayacağım. Balkonda diğer saksılarımla beraber sen ve ben yaşamaya devam ettiğim sürece sana bakacağım.
Yoldaşımsın çünkü benim.” Deyip, içimde titreyen bir sevgi yumağıyla onu seyretmeye devam ettm. Çünkü o benim hem sırdaşım ve hem de yoldaşımdı…
Sevimay KURT
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz