İhtiyar Delikanlı
19 Şubat günü, sabah erkenden belediye durağında müşteri bekliyordu Cemil. Telsizden aldığı adrese vardığında hemen zili çaldı. Çok geçmeden elinde küçük bir çantayla yaşlı, uzun boylu bir adam evden çıktı. Cemil saygıyla arabanın kapısını açıp, koltuğu geriye çekerek içeriye buyur etti adamı.
Gerçekte birçok taksi şoförü yapmazdı böyle bir şeyi. Müşteri gelir, kapıyı açar, oturur, gideceği yerin adresini söyler, şoför de sürerdi taksiyi; ama Cemil nazik davranarak puan topluyor, asıl amacına giden yolda ilerleme şansını yakalıyordu. Onun bu nazikliği müşterileri gülümsetiyordu çoğunlukla. Çünkü birçoğunun önünde hiç kimse kapıyı açmamıştı. Onlar da bu hareket karşısında kendilerini önemli insanlar sayıyorlardı.
Teşekkür ederek yerine oturan yolcu, havaalanına gideceğini söyledi. Sabah erkenden iyi bir turla işe başlamanın sevinciyle gaza bastı Cemil.
Biraz sonra yolcunun ufak çantasından el bilgisayarını çıkardığını gördü Cemil ve içinden sevinerek arabanın iç ışığını yaktı hemen. Adam teşekkür edip bilgisayarıyla uğraşırken Cemil bu ihtiyar delikanlıyla söze, sohbete nereden nasıl başlayabileceğini düşündü. Bilgisayarını bırakmayan adamın fotoğrafını çekmek için içinde dayanılmaz bir istek doğdu. Fotoğrafını mutlaka çekmeliydi bu adamın. Bu ciddi yüzlü, bakımlı, sabah erkenden iş için yolda olan insanın sadece fotoğrafı bile hikâyesi için önemli bir belge olabilir diye düşündü.
“Beyefendi, ben çok insan gördüm ama sizin gibi birinin günün bu saatinde iş için yola düşmesi, en önemlisi de son teknikle donatılmış bir bilgisayarla çocuk oyuncağı gibi oynaması çok hoşuma gitti.” dedi Cemil. “Biliyor musunuz, benim de böyle bir bilgisayarım var, arkada duruyor.”
Bazı müşteriler konuşmak istemiyordu. Cemil sohbete başlamak için söze ya havadan sudan ya da politikadan giriyordu, çoğunlukla da amacına ulaşıyordu. Ama bazıları sadece “ha, hı” diyerek bir anlamda, “Sus be adam, sabah sabah…” demeye getiriyorlardı.
Yaşlı adam da başta yanıt vermedi Cemil’e. Ama Cemil yüzsüzdü, adamdan ses [1]çıkmayınca devam etti: “Bizim oralarda insanlar kırk yaşlarını geçtikten sonra maddi durumları da iyi ise dünya işlerinden el etek çekip öteki dünyayı düşünürler. Hele hele son teknikle ilgilenmeyi on binde bir ikisi dışında kimse sizin gibi beceremez.” Dedi tekrar.
Adamın yüzünün değiştiğini, mimiklerinden anladı Cemil. Şu dünyada övülmeyi sevmeyen kaç insan vardı acaba? Cemil fırsatı kaçırmak niyetinde değildi. Kırmızı ışıkta fotoğraf makinesini göstererek, ilginç müşterilerinin resimlerini çektiğini, taksi anı defteri için ilginç malzemeler topladığını söyledi. Derdi, bir an önce adamın bir iki pozunu çekmekti.
Hiç konuşmadan onu dinleyen adamın telefonu acı acı ötmeye başladı. Çalınan telefonunu çıkarıp cevap verirken bir yandan da çantasını toparlamaya başladı.
Cemil, ‘Tüh! Yere giresice, bu münasebetsiz küçük şey de en olmadık sıralarda çalar zaten.’ diye düşündü. Konuşması uzun uzun devam eden adamın fotoğrafını onun izni olmadan çekmek istemiyordu. Sabırsızlıkla onun konuşmasının bitmesini beklerken bir taraftan da yavaş gidip zaman kazanmaya çalışıyordu.
Nihayet telefonu kapatan adama, tüm sevecenliğiyle kısa hikâyeler yazmaya çalıştığını, kendisini de Ortadoğu ve kendi ülkesinin insanlarına örnek insan diye göstermek istediğini, onu yazacağı bir hikâyenin kahramanı yapacağını, ülkesinin insanlarının hayatta boş vermemek konusunda kendi hikayesinden çok şey öğrenebileceklerini, bir fotoğrafını çekmesine müsaade ederse çok sevineceğini, hiç nefes almadan söyledi Cemil.
Dili tutulmuş gibi sesini çıkarmadan onun yüzüne baktı adam. Taksiye binerken konuşmasaydı, telefonla karşıdaki kişiyle uzun uzun söyleşmeseydi onun dilsiz olduğunu düşünebilirdi Cemil.
Son bir gayretle fotoğrafın onun için çok önemli olduğunu, benim gibi biçare bir adamı sabah sabah sevindirmesini rica etti. Biraz gevşeyen adam, ciddiliğinden taviz vermeden tok bir sesle, “Sabahın bu saatinde mi?” dedi.
“Efendim, kim bilir bir daha ne zaman görüşeceğiz?” dedi Cemil, “Varsa yanınızda fotoğrafınız, bana bir tane verin.”
Adam gülmeye başladı:“Tamam, çekebilirsin ama taksiyi sürerken değil.” dedi. Birkaç yüz metre ilerde kırmızı ışıkta durunca hemen deklanşöre bastı Cemil. Trafik akmadığı yerlerde ne olur ne olmaz diyerek adamın iki pozunu daha çekti. Ama o bunlarla yetinecek adam değildi. İçindeki ses, “Yazı iste!” diye bağırıyordu.
Cemil, “Beyefendi biliyorum sizin kafanızı epey şişirdim ama şu dosyama bir göz atar mısınız?” diyerek defterini adama uzattı. “Ben kısa hikayeler yazmanın yanı sıra müşterilerimden de kendi dillerinden istedikleri şekilde ilginç yazılar topluyorum. İlerde bunları ortak bir kitap olarak yayınlayacağım. Şimdiye kadar otuz dilde yazı topladım. Resminizin altına yerleştirmek için bir cümle de olsa yazarsanız, daha çok memnun olacağım.” dedi.
Onun yüzüne, “çattık” dercesine bakan adam, uzatılan defteri aldı. O güzel yüzlü adam bir şeyler yazarken, Cemil ona yazacağı hikâyede kendisini 62-65 yaşlarında, ama hâlâ çok canlı, insanlık için en son tekniklerle çalışan biri olarak tanıtacağını söyledi. Adam gülerek, “İstediğini yazabilirsin. Serbestsin.” dedi.
“Bizim insanlara ‘yaşlısın,’ denildiğinde gerçeği kabul etmezler, tepki gösterirler. Sizin yaşınızı 62-65 yazarsam gerçekten kızmaz mısınız?” diye sordu Cemil.
“Kızmam,” dedi adam.” Sana izin veriyorum, istediğini yazabilirsin. Çünkü ben tam 71 yaşındayım. Sende yaşama coşkusu ve sevinci gördüm delikanlı, sen insanları çok seviyorsun, bunu anladım. Önce kızmıştım ama seni tanımak beni de sevindirdi. Sabah sabah içime bir sıcaklık doldurdun delikanlı. Kartını ver de başka zaman taksi gerektiğinde seni çağırayım.”
“Çok memnun olurum beyefendi,” dedi Cemil. “Sizi tanımak benim için de bir şeref oldu.” Ayrılmadan önce kartlarını değiştirdiler. Cemil taksiyi durdurunca hemen aşağıya atladı, koştu kapıyı açtı. Tokalaşıp ayrıldılar.
Cemil taksiyi sürdü, taksi durağında sıraya girdi. Heyecanla defteri açtığında şu satırları okudu:
“Bu gün, sabahın erken saatinde karşılıklı, neşeli, enternasyonal bir tecrübe yaşadım. Tabii ki, bu nedenle günümün de güzel geçeceğine yürekten inanıyorum!”
Taksici Cemil, o günün yorgunluğu ile yattı yatağına. Ertesi günün sabahı, kapısının altından atılan günün gazetesini eline alarak, eşinin hazırladığı kahvaltı masasına otururken, elindeki gazetenin kıvrımından gözünün iliştiği fotoğrafı görünce, şaşkına döndü. Birden gazeteyi açarak, o büyük puntolarla yazılan şu haberi okudu:
“Emekli bir
üstdüzey polis emeklisi, Stefan Dirk, dün öğlenden sonra saat 14.05 sıralarında
bir taksiden inerek yolun karşısına geçtikten beş dakika son, büyük bir
alışveriş mağzası önünde çapraz ateş sonucu kurşunlanarak öldürüldü.”
Cemil, birden yığılır gibi oturdu sandalyesine. Çünkü gazetedeki beyefendi,
dün, onun tanıdığı aynı ihtiyar delikanlıydı. Cemil’in gazeteyi tutan elleri
titriyordu şu an…
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz