Deneme

Şükrü Korkmaz ve Afrika anıları

Münih, Jochannesburg

15 Ocak 2017 günü saat 19.00 sularında bir uçak kalkar Münih Havalimanı’nından Güney’e

doğru,

hedef Güney Afrika Cumhuriyeti, liman Jochannesburg.

O uçakta bizde vardık ve 18 gün sürecek Güneyafrika turumuz böylece başlamış oldu.

Güney Afrika ile saat farkı 10 saatlik uçuşa rağmen sadece 1 saat, sabah yerel saatle 08.00

gibi indik o şehire( o şehrin adı bundan böyle ‘ o şehir ).

Bizi 72 yaşında genç bir hanım rehber heyecanla karşıladı, kendini tanıttı, 42 yıldır Güney

Afrika’da yaşayan civa gibi tanımlanan türden Bayernin Rosenheim şehrinden gelme bir

arkadaş, laf aramızda Bayern’li olması bizim için ayrı bir avantaj oldu, torpiliydik yani😜.

Hemen otobüse geçtik ama hemen hareket edemedik, niye ? dedik, dedi ki, “Hamburg’tan

yola bizimle aynı saatte çıkan kafile Abu Dabi üzerinden geldiği için henüz iniş yapmamış,

oysa biz ne kadar şanslıymışız kocaman bir ‘ V’

yapmadan iniverdik 10 saatçik içinde o şehre.

Onlarda geldi düştük yola, 

O şehri turladık, siyahi hareketin merkezi Soweto’ya vardık o nasıl bir manzara öyle, fakirlik

diz boyu.

Nelson Mandelanın tüm gayretine rağmen insanlar o alt yapısı olmayan teneke barakalarda

oturmakta.

Sorduk rehberimize bunun nedeni ne diye.

Efendim olay şöyle,

Mandela söz veriyor, bir milyon tane kendisinin de içinde oturduğu 

2 oda, artı oturma odası görevi yapan 1 hol, 1 Mutfak ve 1 banyodan oluşan 45-50 metrekare

büyüklüğünde evlerden yapıp bu fakir insanlara dağıtacağım diye, zavallımın ömrü ancak 800

bin ev’e yetiyor ama o’nu takip edenler bir değil beş milyona ulaştırıyorlar sayıyı.

İnsanlar evlerine taşınıyorlar fakat sorun var, dedik ya fakirliğin gözü kör olsun diye.

İş yok, güç yok ama o evlere 45-50 bin SAR ( Güney Afrika para birimi) veren alıcı kuşlar, gözü

 doymaz leş kargaları var, bekliyorlar karanlık köşelerde ortaya çıkacakları zamanı, verilen para

az’mı,?  Büyük para o fakirler için, veee satıyorlar küçük ama sevimli, cumhurbaşkanlarınında

içinde oturduğu evlerini birer birer o leş kargalarına. Dönüyorlar boynu bükük o iç karartıcı

‘slam’ larına.

Mandelanın evini geziyoruz, resimler çekiyoruz, anı’lar topluyoruz.

Tabii Soweto’da oturan üst düzeyde insanlar, aileler’de var

ama tel örgülerle çevrili yüksek duvarlarının arkasındaki villalarında onlara ulaşmak çok zor.

Biz şöyle bir uzaktan bakıp devam ediyoruz otelimize doğru.

Yolda o şehrin tarihçesini anlatıyor rehberimiz.

Denizden 1600 küsur metre yükseklerde olan bu şehir 19. Yüzyıl ortalarında kıymetli maden ve

pırlantanın tesbitiyle hızla büyüyor, gelişiyor, bir taraftan zenginleşirken , diğer taraftan hızla

fakirleşiyor, zenginleşen işletme sahibi maden tekelleri, fakirleşen onların üç kuruşa 18 saat

çalıştırdıkları, çoğunun madenden sağ çıkamadığı madenciler.

Günümüzde o şehire ilgi kalmamış çünkü madenin dibine darıyı ekip çekip gitmişler ‘iş verenler ‘

 onlardan geriye şehri çevreleyen dağlar gibi artık yığınları kalmış.

Havalimanının yanındaki otelimize geldiğimizde akşam olmuş, gün hızla batmaktayken

çevremizi kuşatan içine otelimizi de alan yapılar kompleksini tanıyalım, bir de güzel yemek

yiyelim dedik.

Kompleks yüksek binalardan oluşmuyor, kapalı bir alan, bildiğimiz AVM ama dikey değil yatay,

kafayı yukarı kaldırınca kapalı alanda mavi gökyüzü ve beyaz bulutlar içine çekiyor insanı,

bir ferahlık veriyor.

O kadar güzel bir gökyüzü manzarası resmetmişler ki o devasa tavana, içiniz bir hoş oluyor ve

basıyoruz çatalı bıçağı önümüze gelen yemeğe.( Yemeğin adını prensip olarak vermiyorum.)

Şükrü Korkmaz

Yazım: 08.03.2022

Yaşanmışlık: 16.01.2017

—————————-

Bu gün yine uzun bir yol var önümüzde.

Yönümüz kuzeye , hedef Güneyafrika / Mozambik sınırında üçte ikisi Güney Afrika’ya ait

(450 kilometrekare) büyüklüğündeki Krüger milli parkı.

Yolda hedeflerimiz var tabii, wheit Riwer canyon, bunlardan biri.

Dünyadaki ikinci büyük Canyon olurlarmış kendileri, çevresi bizimle dalga geçen makak

Maymunları ile dolu, açıkta bir şey görmesinler heman iç ediyorlar.

Manzara çok güzel, akar su doğayı ilmik ilmik işlemiş, sarp yamaçlardan dökülen su gücüyle

yer yer silindir şeklinde devasa şekiller oluşturmuş, yer yer bıçak gibi düzgünce kesmiş onlarca

metre yüksekliğindeki kayaları.

Devam ettik ve akşama doğru ulaştık tam da Krüger milli parkının içindeki tek katlı evlerden

oluşan otelimize.

Sürpriz sürpriz, işletmeci bir Alman çift, otelin aşağısından bir akarsu geçmekte, dediklerine

göre o sularda dört ayaklı olan, kendilerinden olmayana öyle pek de toleranslı olmayan

yerleşikler varmış.

Otele kayıt yapmadan ilk uyarı, ‘Lütfen ırmağa yalnız ve habersiz inmeyelim. Oh iyi demek ki

otelde kalıp dinleneceğiz ama nerdeee… Koptumu sana bir cayırtı, bir patırtı, meğer karşılama

töreni hazırlamış işletmecimiz bizlere.

Tamtamlar eşliğinde yedik,içtik,eğlendik, bana sorarsanız iyimi ettik, yoksa???

Yattık kalktık oldu 18 Ocak, Eşim Havva’nın doğum günü, zannediyoruz ki bir tek biz biliyoruz,

oturduk kahvaltı masasını çevreleyen sandalyelere.

Gittik açık büfeden aldık alacağımızı, tam masamıza geldik, başladı inceden inceye bir müzik.

Happy Birthday Hafa, happy Birthday hafa‘ ‚v‘ f diye söylüyorlar… Olsun o’da güzel.

Çukulata çukulata (biraz bitter) genç kızlar, genç erkekler ellerinde mumlar çiçekler ile kuşatmaz

Lar mı masayı, amanın şimdi yazarken bile gözlerim doldu. Bu ne güzel bir sürpriz, bu nasıl bir

sıcaklık. Bindik otobüse, safari için bizi bekleyen istasyona geldik.

Hepsi oldukça yeni galiba beş veya altı adet dörtçeker bizi bekliyordu.

Paylaşıldık taşıtlara çıktık yola, her taşıtta parkı, nerede hangi canlının yaşadığı, beş büyüklerin

herbirinin nerelerde görülebileceğini anlatan rehber olması büyük bir incelikti.

Arada kanunsuz vahşi hayvan avlayan ki, özellikle burnundaki boynuzu nedeniyle Gergedan

avcıları izleyen Ranger’lara denk geliyorduk, rehberimiz kısa söyleşiler yapıp bize tercüme

ediyordu.

O gün iki avcı gönderilmiş mahkemeye, ama kurtaramadıkları bir can varmış hayvan katillerinin

 canını aldığı.

Zebralar, zürafalar, maymunlar, aslanlar, gergedanlar,v.s. gördük.

En son bir Fil ailesine denk geldik, durun dedik fotoğraf çekmeden olmaz, taşıtlardan inmeden

 başladık resim çekmeye, ön taraflarındada bir dişi aslanın silüeti belli belirsiz görülür gibi ama

 aslan hiç tınmıyor ama baba fil çok kızdı bize bir kaç adım atarken hortumunu havaya kaldırıp

haykırdı bize doğru, ‘DEFOLUN YOKSA EZERİM’ demek istiyor gibiydi tabii eksozu arka

tekerlerin arasına kıstırıp, tüyüverdik oradan.

Döndük yine otele, akşam yemeğinde kutladık sevgili Havva’nın Doğum gününü ve sıcağında

etkisiyle attık kendimizi yatağa.

Sabaha yolumuz artık güneye dönüyor, dönmek zorunda çünkü turumuz Güneyafrika’nın doğu

sahilinden ,Durben-Portelisabeth diye devam edecek.

Arada anlatacak çok şey var.

Arkası bir dahaya.

***

Yolumuz güneye doğru,yaklaşık beş saatlik bir yolculuktan sonra,adını belki duymadığınız, belki

 duyupta bilinen başka bir Avrupa ülkesinin adına çok benzemesi nedeniyle, (benim gibi),yanlış

yazılmış zannettiğiniz,belki de sahiden bildiğiniz bir ülkeden geçiyor.

SWAZİLAND küçük bir krallık, avuç içi kadar,19 bin kilometrekare (Krüger milli parkından küçük)

 alana sahip,1 milyon nüfuslu, (Bir milyon da Güney Afrika Cumhuriyetinde yaşıyor).Komşu

Zulularla akrabalar, 30 sene öncesine kadar okullarda Zuluca eğitim yapıyorlarmış, Afrikanın

İsviçre’si diyorlar, gerçekten Zümrüt yeşili dağlarla bezenmiş güzel bir ülke.

İngiltere koloniliğini zamanında halk seçmiş lâkin bir sorun çıkmış, İngiltere’de Kral var, iki kral

olamayacağına göre, demişki İngiltere, sen yüksek, büyük ve ülkeye hakim şef ol, olmuş.Taa ki

İngiltere altmışlı yıllarda son kolonilerinden de teker teker çekildiği zamana kadar, bu ülkedende

 çekilmiş ve Kral tekrar o ünvanına yeniden kavuşmuş.Bayağı bir ülke yani,sınırları,sınır polisleri

 falan var.Geleneklerine bağlılarmış,nede olsa Krallıkla yönetiliyorlar, gerçi cumhuriyet olan

Güney Afrika ‘da öyle ama, bunların kralları üçüncü Mswati 45 yaşında, geleneksel olarak her

sene büyük bir törenle yeni eşini seçiyor, başkentleri mbabane’nin büyük bir çayırında bir hafta

süren şenliklerde, kamyonlara doldurulup getirilen evlenme yaşındaki kızlar arasından gelenek

leri gereği seçilen kız yeni eş oluyor.Bu kral 12 de kalmış, ama şenliklere devam ediliyor. Kızlar

eş bulursa, erkek tarafı yüklü bir başlık parası ödemek zorunda.Sorarsanız kızı niye satıyorsun

diye, yoook öyle şey olurmu, biz satmıyoruz, evde eksilecek iş gücünün değerini alıyoruz,

diyorlar, çünkü tüm işleri kadınlar yapıyor,erkek yan gelip yatıyormuş bu ülkede.Kral dünyada

zengin krallar arasında onsekizinci sırada,Lüks araba meraklısı,sayısını bilmediği kadar arabası var,

Sarayı var,eşlerinin her birine Saray yavrusu villalar yapılmış,(hepsini bir arada tutmuyor,uyanık

 başına geleceği biliyor), yeni bir uçak almış, tarihte ilk olarak, teneke barakalarından,minnacık

briketten yapılmış evlerinden çıkan kadınlar ‘bu israftır’diye ayaklanmış. Ne kadar bize ters

değilmi?

Ülkenin itibarını hiç düşünmüyorlar. Neyse kafa şişirmeden bitirelim. Bu arada 12 saatlik yol

bitti, otele vasıl olduk.

Şükrü Korkmaz

 08.03.2022 / Fetiye

———————————

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın