Mazot
Havalimanının arka tarafında taksiler için geniş bir bekleme parkı vardı. Önde taksiler yolcu aldıkça beş on taksiyi öne çağırırlardı. Orada bir buçuk saatten fazladır sırasını bekliyordu Cemil. Sıkıldığı için bir arkadaşının arabasına gitmişti. Kapıyı açtığında iki kişinin daha oturduğunu gördü. “Rahatsız etmeyeyim,” deyip kapıyı kapatmak isterken, “Gel nereye gidiyorsun” dediler. Selam verip oturdu. İçerisi çok dumanlıydı. Ona da bir sigara uzattılar. İçerisi şimdi çok dumanlı oldu. O da yaktı sigarasını. Sohbetleri gırgır, şamata ile devam ediyordu. 15 dakikanın nasıl geçtiğini anlayamadı. Önden araba çağırmalarıyla arkadaşı da gitmek zorunda kaldığı için yeniden indiler indiler. Herkes kendi arabasına gitti.
Beş altı dakika sonra onun da bulunduğu sıradan araba çağırdılar. Öne geçtiklerinde birçok müşterinin beklediğini gördüler. Sıra ona geldiğinde de, kadın erkek iki müşteri arabaya yanaştı. Valizlerini alıp bagaja yerleştirdi.
Dortmund’a gideceklerini söylediler. “Güzel güzel,” deyip sevinçle arabayı çalıştırdı. En az 80 kilometrelik yoldu ve nereden baksan 130 euro yapıyordu. Epey yol alıp Essen şehrine yaklaştıklarında gözlerinde sanki bir boğulma olduğunu hissetti. Birden yandaki bariyere vuracak gibiyken, hemen arabayı toparladı. Müşteriler korkuyla, “Ne oluyoruz, Şoför Bey?” dediler. Cemil, “Kızmayın lütfen, dalgınlığıma geldi,” dedi. Bir an önce verilen adrese varmak istiyordu. Ama başında bir ağrı vardı. İçinden, ‘bir şey de içmedim ki bana dokunsun,’ diye düşündü. Başı çatlayacak gibiydi.
Yanındaki bardaktan biraz su içti. Yoluna devam etti. Göstergeden yakıtının bitmek üzere olduğunu anladı. ‘Bu müşterileri bırakmadan benzinliğe gidemem,’ diye düşündü. Yol göstericiye baktığında, daha dört km kadar yol kaldığını gördü. “Dişini sık, az kaldı,” dedi kendi kendine. Yaklaştıklarında adam, “Sağa gir, ikinci sokaktan sola dön!” dedi. Sonunda, “Şu ilerdeki cam balkonlu evin önünde dur.” dediler.
Hemen taksiyi evin önüne çekip hızlıca dışarı çıktı. Onlar inmeden bagajlarını dışarı çıkardı. Adamlar hesabı öderken iki Euro da bahşiş verdiler. Parayı alırken teşekkür etti. Lafını bitirmeden adam yüzünü ekşiterek dönüp gitti.
Derin bir “oh” çekti, sanki üstünden bir ton ağırlık kalkmış gibi rahatladı. Dönüş yolunda iki üç km gittikten sonra arabayı sağa çekip ikaz lambasını yaktı. Durup biraz su döktü başına. Biraz daha kendine gelir gibi oldu. Yola çıktığında, ‘en kısa yoldan bir benzinlik bulmalıyım,’ diye düşündü. Biraz ilerledikten sonra sağda bir taksicinin durduğunu görünce yanında durdu. Yakındaki bir benzinliği sordu. Altı, yedi yüz metre kadar sağda bir benzinlik olduğunu söyledi adam. Sevinerek gaza bastı. Geceleri yakıt pahalı olduğu için otuz Euro’luk yakıtın yeteceğini düşündü.
Benzinliği görünce, “işte geldim,” diyerek hemen bir pompaya yanaştı. Mazot başlığını alıp açtığı depoya doldurmaya başladı. Yakıtın saatine baktığında kırk bir Euro yazdığını gördü. Hemen pompayı çıkarıp yerine bıraktı. Kapağı kapattı. Döndüğünde yerde biraz ıslaklık gördü, ‘ama benden değildir,’ diye düşündü. Dönüş yoluna girdiğinde yol boş olduğu için gaza bastı. Hızını kesmeden evine yaklaştı. Birden sanki arabanın boğulduğunu hisseti. Araba istop edecekken yolun kenarına arabayı çekip park etti. Gözlerinden uyku akıyordu. ‘Araba burada kalsın eve gidip biraz dinleneyim, sonra bir çaresine bakarım,’ diye düşündü.
Kırk elli metre ötedeki evine nasıl gittiğini anlayamadan kendini kanepeye atmıştı.
Eşi onu uyandırdığında kafası daha zonkluyordu. “Anahtarı ver, anahtarı,” diyen eşinin sesini pek net duymuyordu. Getirdiği yeleğinden arabanın anahtarını alıp eşine verdi. Tekrar yatağa yatarken, “Elbiselerini giy, arabanın yanına.” gel diyen sesi sanki rüya görür gibi duydu. Ama o gene uykuya dalmıştı. Ne kadar zaman geçti anlamadı. Eşi onu dürterek tekrar uyandırdı. “Kalk patronun ve polisler seni bekliyorlar.” dedi.
Üstüne bir şeyler giyip dışarı çıktı. Arabanın yanına vardığında polis alkollü olup olmadığını sordu. “Hayır,” deyince inanmamış gibi ağzına bir şey tıkıp üflemesini istediler. Bir türlü onların istediği gibi üfleyemeyince yüzünü biraz suyla ıslattılar. Tekrar denediler. Onların istediği gibi üfleyince de kontrol edip, “Olamaz! Olamaz!” diyerek başlarını salladılar. O sırada patronu yerdeki ıslaklığı ona göstererek, “Nedir bu?” dedi. Haberi olmadığını söyleyince patronun mimiklerinden ne kadar kızdığını anladı. Patronu kolundan tutup onu arabanın arkasına götürdü. Bagajın kapısını açtığında her tarafın mazot olduğunu gördü. Demek yolda doldurduğu mazotun, kaçak bir yol bulup, yarısının bagaja, diğer yarısı da yola akmıştı.
Sonuçta bir şeyler hatırlar gibi oldu. Ama çok geçti artık. Patron arabayı alıp götürdü. O da mahcup bir şekilde, başı önde, evine geri döndü…
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz