Öykü

Tuba Devrim’den Yeni Bir Öykü

GÖÇMEN

Sabah nezaretin önünde duran polis memurunun Selman’ a tost ve karton bardakta çay vermesiyle uyuşmuş bedeni kendine geldi. Bütün gece aynı dar parmaklıklar arasında aynı nezarette Ömer’i ilk orada görmüştü. Gözleri başka bakıyor oyuncu bu adam suçlu diye düşünürken kulağına göçmen kaçakçısı olduğu geldi. Ömer’ le konuşup bunu öğrenmek istiyordu. İnsanca muamele etmedikleri için ayrı bir nefreti vardı bu insanlara karşı derken koyu bir muhabbet içinde kendilerini

buldular. Selman adamın içten içe hin oluşunu düşünürken aklındakileri sorup onun mültecileri taşıyanlardan olduğunu öğrendi. Selman karşısındakinin yaptıkları işi sevmediğinden, suçunu kendisinin itiraf etmesini, avını bekleyen tazı gibi bekliyordu. Böylece ona olan öfkesini dile getirecek oracıkta verecekti cevabını:

_Sen mi taşıyordun o göçmenleri? diye sordu, hiç önemsemezmiş gibi.

_Evet bu benim işim. Yoksa sende mi göçmen taşıyorsun?

_ Ben suçlu değilim tesadüfen denizde ceset buldum.

Selman, bu işlerin adamı olan Ömer’e bakarak sordu:

-Kaç kere girdin buraya?

_Bende bilmiyorum sayısını unuttum bile…

Selman’ ın gözlerinin önünden denizden çıkarılan cesetler geçti. Çığlık çığlığa feryatları duyuyordu o baş belası adama çok öfkeliydi ama bir kayıtsızlık çökmüştü içine; “Asıl sorun baştakilerde.” dedi Ömer. Kendini temize çekmek istercesine anlatıyordu. Sesinde adeta yakınma tonu vardı. Göçmenlerin geçişini bazen izin veriyorlar bazen de yasaklıyorlar. bu işler. Hep böyle olur zaten. Siyasete göre değişir. Ve ardından ekledi “Tabi onlara da yazık.” dedi. Ama biz ne yapalım ekmek parası yedi sekiz bin dolara şişme bot alıyoruz. Hükümet teşvik ediyor sonrasında ise izin yok. Masraf ediyoruz haydi dolduruyoruz insanları bota, bazen Yunan kıyısına sağ sağlim insanları indiriyoruz. Bazen de hüsran tabi. Ortalık ölüler ve yaralılarla doluyor.

Sonra Selman bir soru daha yöneltti Ömer’e:

– Niye sık sık batıyor bu botlar diye sordu Ömer’ e:

_Fazla adam alıyoruz herhalde. dedi adam kendini haklı gösterircesine.

Ömer’in başını öne eğdi.

-Kim gelirse almaya çalışıyoruz, masrafımızı çıkarmak için. Afgan, Pakistanlı, ne çıkarsa bahtımıza yani. Afrikalı birçok insan vardı son işimizde. Bot zar zor gidiyordu en başından belliydi kaza geliyorum

Demez; olanlar oldu işte. O gece rüzgar sertleşmiş hava patlamak üzereydi Türk sularına doğru kaçıyorduk. Felaket bir şey oldu teknedekiler çoluk çocuk bağrış çağrış paniklemişlerdi insanlar can

derdine düşmüşler bir daha sakinleştiremedik. Sonra da iyice kuvvetlenmişti rüzgar, bizi bilmediğimiz karanlık sulara savurup attı ve alabora olduk.

_Can yelekleri yok muydu?

_Kimi kurtuldu karanlıkta kayalıklara çıktı kimi ise derinlerde kayboldu.

Çoğu can yeleği giymişti neyseki. Ama vadeleri bitmiş kısmet işte dedi.

Selman adama kızmak istiyordu ama yine bir ağırlık çökmüştü üzerine. Neyin nesiydi bu rehavet. Boğazına bir düğüm dizildi hesap sorarcasına:

– Ya bebek diyebildi.

_Hangi bebek? Birden hatırlayamadı adam. Aklı başına gelince yüzünde

Gülümseme belirdi: “Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. Demek o bebek kurtulmuş mucize oldu işte. Küçük şişme bot vardı annesi üstünü örterek onu korumuştu, daha sonrasını bilmiyorum.

Duyduklarından sonra dehşete düşen Selman’a yeni cevapların kapısı açılıyordu. Hiç bilmedikleri bir dünyaydı. Afrika ‘dan gelenler önce İran’a getiriliyorlar diyordu Ömer.Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden; çoğu savaştan kaçanlar da İran stünden gelir. Oradakilerle görüşür göçmen grubunu alıp günlerce dağlardan yürüyerek getirirler. Herkes bir yana kaçar çoğu da kurtlara yem olur ya da soğuktan eziyet çekerek donarak ölür. Sınırı aşabilenleri Türk patronların olduğu adamlara teslim ederler. Onları da şok evleri denilen evlere koyarlar şansları varsa bir sıcak yemek bulurlar. Sonra kıyıya aldıktan sonra bizlere tekrar verirler gel gitler böyle devam eder. Bu işlerde büyük paralar dönüyor dönmesine ama dünya o kadar büyük ki insanlar yine de bir türlü nedense içine sığmıyor.

Karşısındaki bunların hepsini sıradan şeyler gibi anlatıyordu. Oysa mültecilerin dünyasını anlamak için onların çok öykülerini dinlemek gerekir. Yalnızlığı, yabancılaşmayı ve pasif direnişi en yoğun şekilde nasıl yaşadıklarını yansıtırlar. Selman nezaretin demir parmaklı odasının önüne polisin gelişiyle irkildi. Müjdeli çıkış haberini aldı fakat sevinecek gücü kalmamıştı. Bir matem edasında tabuta giren bedenlerin içine bedenini de defnetti. Son bir diriliş sözüyle Ömer’ e dönüp; “ acı veren felaketin gücüne sahip, donmuş denizi bile kırabilen gaddar düşüncenin, hapiste çürümesi gerekir!” diyerek yüreğinde onu mahkum etti…

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın