HAYATA DAİR NOTLAR… (1)
Tarihin başlangıcından beri insanlığın yaşamı birikmiş deneyimlerle doludur ve hiç kuşkusuz “yaşam güzel ama yaşamak zordur.”
Tagore “Bir insanın yaşamından değerli bir şeyi yoksa o insanın yaşamının da değeri yoktur” diyor. Bir toplumsal varlık olarak insanın yalnız yaşaması kolay olamasa gerek. Bu anlamda bir tercih olarak yalnızlığı seçmek, bütün olumlu yanlarına karşın yaşamın dışına çıkmaktır. Yaşam sokaktır. Yaşam her yerdir. İnsanların kalabalığına karışmaktır. Her ne kadar bu çoğu zaman, “kuru bir kalabalık” olarak anlaşılıyorsa da, bunlar içinde yaşadığımız toplumun insanları. Yani bizim insanlarımız.
Yaşamak, bu kalabalığın arasına girmek, tam ortasına dalmak demektir. Ancak bu, toplum içinde erimek, yitip gitmek anlamına gelmemektedir. Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” dizeleri bunu çok iyi ifade etmektedir.
Bireyin bu toplumsal oluşum içerisinde, kişiliği ve kimliğiyle kendi rengini çalması mümkündür. Bu farklılaşmadır. Toplumsal olan bireysel olanı kapsar. Ancak bireysel olanın toplumsal olanı kapsaması mümkün görünmez. Kendini geliştirerek farklılaşmış bir birey ancak o toplumun öne çıkan bir öznesidir. Topluma yabancılaşma ve farklılaşma aynı şey olmamakla birlikte, birinin diğerine dönüşme riski her zaman vardır. Önemli olan, olumlu olanı seçmek ya da olumsuzun olumlanmasını yönünde çaba göstermektir.
Bütün bunlar bir risktir. Yaşamı kucaklamak, onun içine dalmak bir risktir. Yaşamın hakkını vermenin bedeli, onun getirdiği, getireceği riskleri göze almaktır. Yaşamı yaşamaktan korkmadan ve onun ödeteceği bedelleri bilerek bir yaşam sürmek kolay değildir. 21. yüzyılın dünyasında ve Türkiye’sinde, hiçbir şey kolay değildir.
Yaşam bir okuldur. Yaşam bu yanıyla öğreticidir. Bedeli ödenmemiş hiçbir tecrübe yoktur. İnsanlık tarihi, aynı zamanda insanoğlunun ödediği bedellerin tarihidir. Yaşamın dışında kalmaya çalışmak ve yalnızlığı tercih etmenin, insanı bilgilendirici, deneyim kazandırıcı hiçbir yanı yoktur.
Öte yandan, insan kendi yaşamını kurgulayabilir ve geleceğini belirleyebilir. Ancak, insan yaşama, içinde bulunduğu toplumdan yola çıkarak ve kendi durduğu yere dair bir bakış açısı ile yaklaşmalıdır. Bu yaşam felsefesidir. Kişinin yaşamı kurgulaması, bir dünya görüşü ortaya koyması ve bunun pratikte karşılık bulması ile mümkündür. Yaşam felsefesini oluşturmuş bir kişinin tercihleri, onun toplumsal yaşam içinde kendi dünya görüşü ekseninde kişilikli bir kimlikle var olması anlamına gelir.
Birey toplumun bir üyesi olarak, içinde yaşadığı toplumun her türlü etkisine açıktır. Bu etkilere karşı ancak, kendi dünya görüşü ve yaşam felsefesiyle karşı koyar ya da uyum sağlarsın-ız. Aksi durumda ise, yaşam felsefesi oluşmamış bir kişilik her zaman kendi dışındaki gelişmelerin olumsuz etkilerine açıktır. Toplumsal yaşama katkıda bulunmak ve ileri dönüşümleri gerçekleştirmek ancak bilimsel bir dünya görüşünün kazanılmasıyla mümkündür.
Şu soru mutlaka sorulmalıdır: Yaşamın akışına kapılıp gitmek mi, yaşama müdahale etmek ve onu dönüştürmek mi? İlki, kişiliği gelişmemiş, genel kültür düzeyi düşük, kendine güvensiz, bir dünya görüşünden yoksun bireylere özgüdür. Bunlar yaşamın kıyısına tutunmayı tercih ederler. Bu korkak, yeniliklere kapalı, edilgen ve tek düze yaşam biçimidir.
İkincisi ise, hem emek hem de bilinç gerektiren bir sürecin insanıdır. Bu kişilik gerek kendisi, gerekse toplumsal gelişme için emek harcar, kafa yorar. Onun için kişilik gelişimi, kültürel gelişimle eş anlamlıdır. Kişilik gelişimi bir yerde başlayan ve belirli evreden sonra duran bir şey değildir. Bu nedenle, onun için, kişilik gelişiminin de, kültürel gelişimin de sınırı yoktur. Sadece, gelişme sürecinin kişiye kazandırdığı bilgi birikimi, deneyim ile olgunlaşma ve yetkinleşme vardır. Bu, kendine güvenen insan tipidir. Kendine güvenen, yaşamı seven insan, bir başkasına da güvenir. Daha doğru bir ifadeyle, güveneceği insanı bilir ve seçer.
O, sorgulayan bir insandır. Onda duygu değil akıl öndedir. Ama bu akıl duygularla el ele yürüyen bir akıldır. Bu akıl, toplumun geri kalmış ve çürümüş değerleri yerine, doğru olanı, çağdaş ve ilerici olanı koyma çabası içindedir.
Bu kişiliğin en belirgin özelliklerinden birisi de, ilkesel tutumudur. Yaşamı anlamlı kılan şeylerin başında ilkeler gelir. Çünkü ilkesiz yaşam, pusulasız, yönsüz ve hedefsiz bir yaşamdır. Ancak, yaşamın kimi zaman keyifli kimi zaman zorlu yollarında yürümek için pusula da tek başına yetmez. Ayrıca harita, fener, dürbün vb. donanımlara da gereksinim vardır.
Bir yaşam felsefesi oluşturmak kolay olmamakla birlikte, kişilik gelişimi ve bireyin kendisini ifade edebilmesi, yaşama amacını ortaya koyması için zorunludur. Bu uzun erimli süreç okumayı, araştırmayı, gözlemlemeyi ve yazmayı, bunlarla birlikte başka yetenek ve becerilerin arttırılmasını gerekli kılar. Kişi ancak bunlar sayesinde gelişebilir, üzerinde yaşadığımız yerkürenin dününü, bugününü anlayabiliriz. Bu aynı zamanda, geçmişin ve bugünün bilinmesinin de ötesinde, geleceğin belirlenmesi görevini de yükler bize…
Yaşam felsefesi, bir fenerdir. Bu fener ile önümüze ışık tutar, karanlıkları aydınlatır, bilinmezi bilinir hale getirebiliriz. Yaşam felsefesi bize, bizim gibi düşünen, aynı dünya görüşüne sahip diğer insanlarla birlikte, bir kollektivite oluşturmamızı da sağlar. Kişi, bir kollektivite içerisinde, kişiliği, yetenekleri ve renkleriyle kendini ifade ederek, o yapıya bir zenginlik katar. Bu yapının öznelerinin birikimi de kişinin gelişimine katkı sağlar.
Kişinin kendini yeniden ve yeniden üretebilmesi ancak, beslenebileceği entelektüel bir ortamın, araçların ve üretimin varlığına bağlıdır.
Yaşamı anlamlı kılmak, yaşama anlam yüklemekle mümkündür. Bu demektir ki, yaşamı sevmek, ona emek vermektir. İnsan emek verdiği şeyi sever, ona sahip çıkar, onu geliştirmeye çalışır.
Yaşamı sevmek için ondan umutlu olmak gerek. Umut yaşamın beslendiğin en önemli duygu ve düşünce yüküdür. Sevgi umuttur, paylaşmaktır. Günümüz insanı, sevdiği şeyleri paylaşmak yerine, paylaşmamayı, kendine sahiplenmeyi tercih etmektedir. Paylaşımın önündeki engeller; cehalet ve kıskançlıktır.
Kıskançlık, sınıflı toplumlara özgü bir duygu ve kavramdır. Kıskançlığın özünde ise, özel mülkiyetçilik ve “sahip olmak” güdüsü yatar. Farsça kökenli olan “sahip, sahiplenme” sözcükleri de, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte dilimizdeki yerini almış bir kavramdır.
Tarihin belirli bir evresi olan sınıflı toplumların başlangıcından bu yana türemiş kimi kavramlar ve değerler, binlerce yıl boyunca toplumların bilinçaltına kazınmıştır. Buna göre sevgi tekleşmiştir, yüzeyselleşmiştir. Cinsellik biçimselleşmiş ve metalaşmıştır. Yaşamın birçok alanında, paylaşımın yerini, benim arabam, benim tarlam, benim param,” gibi sahip olma ve mülk edinme biçimleri almıştır.
Bu anlayış gerçek tarihi de yok etmeye çalışmış, yerine resmi tarih anlayışını koymuştur. Toplumun belleği-hafızası olan tarih bilinci yok edilmeye çalışılmış; yerine, günü birlik yaşam tarzı konulmaya çalışılmıştır. Bütün bunlara çok sayıda konu ve kavram eklenebilir.
Ancak burada şöyle sorulabilir: “Bütün bunlara nasıl karşı koyacağız?” Bu sorunun ilk yanıtı şudur: yaşam felsefemiz ve dünya görüşümüzle… Bu yaklaşım kişiyi pratik adımlar da atmaya götürür. Bunun adı da siyasallaşmadır.
İnsan siyasal bir varlıktır. Ve insan, toplumsal yaşayış içerisinde siyasal kimliği ile hem kendini hem de mevcut toplumsal yapıyı dönüştürebilir. Nazım Hikmet’in bir şiirindeki şu dizesi çok anlamlıdır, “İnsanlar daha güzel günlere insanları taşır”.
Öte yandan, “İnsan olmak, başkalarının sefaletinden utanç duymaktır” ya da/daha doğrusu, başkalarının yaşadığı sefaletin nedenlerini sorgulamak ve onu ortadan kaldırmak için sorumluluk duymak/tır/ ve bu yoksulluğun dolayısıyla da utancın ortadan kalkması için bir şeyler yapmaktır.
İnsanın bir yaşam felsefesi olması, toplumsal yaşamı dönüştürecek bir kavganın içinde olması işte bunun için önemlidir: İnsanları daha güzel günlere taşımak…
Yaşam ve sevginin anlamı, mutluluğun kaynağı ve paylaşım, bu dizede bulur karşılığını. Yine Nazım ustanın bir başka şiirinin dizeleri bütün uğraşlarımızı gerçekleştirirken aldığımız hazzı ifade etmeye yetmektedir:
“Onlar uzun, eğri burunlu
Ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
Sırtı lacivert hamsilerin
Ve mısır ekmeğinin zaferi için
Hiç kimseden
Hiçbir şey beklemeksizin
Bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…”
İdealler uğruna yolda, sokakta, ya da barikatta bir şarkı söyler gibi ölünebilir. İnsanlık için verilecek mücadelede yaşamımızın son bulması, onurlu bir ölümdür.
Yaşamı seven yaşamdan korkmaz. Yaşamı ve insanı seven ölümden de korkmaz. Ancak aptalca bir ölümü de tercih etmez. Bu yaşam ve insan sevgisidir ki, Che Guvera’ya “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş geldi, sefa geldi.” dedirtmiştir.
Ölüm ve yaşam, diyalektik bir bütün oluştururlar. Yaşamla hesaplaşmadan (ayrıca kendinle hesaplaşmadan), onun hakkını vermeden ölüme gidilemez. İşte bu nedenle, ölümden ve ölmekten daha anlamlıdır, inadına yaşamak. Çünkü yaşamak, ölüme bir başkaldırı, bir direniştir.
Ölüm, gündemimizin en son maddesidir. Bundan önce insanlık adına daha özgür, eşit ve onurlu bir yaşam için yeni bir dünya kurma çabası vardır önümüzde. Bu yolda yürürken ise barış, dostluk, sevgi ve umut olmalıdır yüreğimizde:
“denizlere yelken açsam,
gitsem uzaklara
bir yanım deniz,
bir yanım gökyüzü ve güneş
ulaşsam o sakin kıyılara
bir yanımda martılar uçuşur,
bir yanım vurur dalgalara
bir çığlık atsam
seslensem
o güzel insanlara…”*
Yeni bir dönem, yeni bir yaşam ve yeni başlangıçlara açılan kapıdır. Bu kapıyı geçip tazelenmiş umutlarla, dostluklarla çıkılmalı yeniden yola. “Bir şarkı söyler gibi ölebilmek” için, önce bir şarkı söyler gibi yaşamak gerek.
“Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz – birimiz için,
birimiz – hepimiz için.”
Yeni bir dünya yaratmak için yeni bir insan olmak gerek. Körelmiş ve köhnemiş sistemlerden ve onların yaşamdaki metaya dönüşmüş, insan sevgisinden ve paylaşımlardan uzantılarından kurtulmak gerek. Gerçek bir yaşam özgürleşmiş insanın içinde yer aldığı bir yaşamdır. Geleceğe ise bu umut ve aydınlıkla bakılmalıdır.
* Dizeler Uğur Pişmanlık
Uğur Pişman
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz