Felsefe

Uğur Pişmanlık Ve Felsefe yazıları

SABAHATTİN ALİ VE TÜRKİYE’DE AYDIN OLMAK

Sabahattin Ali, Türkiye edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak değerli bir aydındır. Yüreği soldan atan bir aydın olarak edebiyatta kendini toplumcu gerçekçi bir yazar olarak tanımlamıştır.

1928 yılında okumak için Almanya’ya gittiğinde başta Rus edebiyatının önemli isimleri olmak üzere bazı Batılı yazarların eserlerini okuma ve tanıma fırsatı bulur. Bu aynı zamanda onun toplumcu edebiyata yönelmesinin belki de ilk etkileridir.

Türkiye’de iktidarların gericileşme süreci, DP iktidarında gerçekleşen ’51 TKP Tevkifatından önce 2. Dünya savaşı sırasında CHP döneminde başlamıştır.

1940’lı yıllardan başlayarak 1950’deki DP iktidarının sonuna kadar faşist baskılar artmış, ilerici, solcu, aydın kimliği ile bilinen pek çok şair, yazar, gazeteci, barışsever aydın gözaltına alınmış, işkence görmüş, mahkemelerde yargılanmış, kimi tutuklanarak cezaevine gönderilirken, kimi sürgün edilmiştir.

Sabahattin Ali’nin öğretmenliği ve yazarlığıyla birlikte ilerleyen serüveni de açılan davalar, mahkemeler, tutukluk ve hapishane günleri de başlar.

1930’lu yıllar ilk toplumsal gerçekçi denemelerinin yayımlandığı dönemdir. Nazım Hikmet ile tanışması o yıllara dayanır. Bu dönemdeki bir ihbar, bu sefer onun tutuklanmasına yol açar. Almanca öğretmenliği yaptığı Aydın Erkek Sanat Mektebi’nde bulunan Türkiye Komünist Partisi(TKP)’nin “Kızıl İstanbul” adlı gazetesi, onun öğrenciler üzerinde yıkıcı etkisi olduğu ihbarı ile tutuklanmasına neden olur. Söz konusu parti ile ilişkisi olmadığından dava beraatla sonuçlansa da, 3 ay tutuklu kalır.

Sabahattin Ali 1931 yılında Almanca öğretmeni olarak Konya’ya atanır. Öğretmenliğinin yanı sıra yazdıklarını dergi ve gazetelere gönderir. Yine bir ihbar üzerine bu kez, “Memleketten Haber” isimli şiiri Atatürk’e hakaret içerdiği gerekçesi ile hakkında dava açılır. ‘Cumhurbaşkanına ima yoluyla hakaret’ten hüküm giyen yazar için Konya ile başlayan hapis günleri Sinop ile devam eder. 1932 yılı sonunda tutuklanır ve yaklaşık bir yıl sonra 29 Ekim 1933’te cezası bağışlanır.

Partisini arayan adam: Fahri Erdinç

Üstelik Sabahattin Ali’nin ölümünden xxx yıl sonra, yine bir Bulgar göçmen ailenin çocuğu olan yazar Fahri Erdinç’te ‘40’lı yılların gerici baskılarından Bulgaristan’a kaçarak siyasi mülteci olmuştur. Fahri Erdinç, Sabahattin Ali’nin izlediği yolla, Tunca Nehri’ni iki arkadaşı, Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman ile birlikte geçmişlerdir.

Fahri Erdinç, Türkiye’deyken TKP’ye üye olmak istemiş, o günün baskı ve gizlilik koşullarında bunu gerçekleştirememiş. Ancak bu isteği, yıllar sonra Nazım Hikmet’in Sovyetler Birliği’nden Bulgaristan ziyaretiyle gerçekleşebilmiştir.

Fahri Erdinç, Sabahattin Ali arasındaki ilişki usta-çırak ilişkisidir. Erdinç, Sabahattin Ali’nin izinden giderek kendini toplumcu gerçekçi edebiyat yapmıştır.

Bir aydın olarak, Sabahattin Ali’nin doğrudan siyasi örgütlülüğü söz konusu değildir. Belki o da, Fahri Erdinç gibi yurt dışına gittikten sonra bu düşüncesini gerçekleştirecekti. Bunu bilemiyoruz.

“Dışarıda deli dalgalar…”

Sabahattin Ali, edebiyatçı bir aydın olarak, politik mücadelesini öykü ve romanları aracılığıyla yürüttü. Yine, Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin ile birlikte çıkardıkları “Marko Paşa” dergisi/gazetesi ile yürüttükleri mücadele azımsanacak bir şey değildir. Bu dönemde ne “Marko Paşa”nın ne de yönetici ve yazarlarının başına gelmedik iş kalmaz. Sürekli iktidarla çatışma halinde olan bir kara mizah dergisi ve yazarları kapatma ve kovuşturmalar ile boğuşmak zorunda kalmıştır.

Sabahattin Ali’nin ilk öykü ve şiirlerinin yayınlandığı 1928 yılında öldürüldüğü 1948 yılına kadar geçen zaman dilimi 20 yıllık bir süreçtir. Onun yaşamındaki kısa zaman dilimi içinde atamalar, hapishaneler ya da geçim derdi gibi temel nedenlerle sürekli şehir değiştirmek zorunda kaldığını görülür: Yozgat, Balıkesir, Bursa, Ankara, Sinop, İstanbul.

O bütün bu düzensiz hayatın içinde yazmaya ve üretmeye çalıştı. Bu durum belki de onun politik anlamda örgütlü olmasına da fırsat vermedi. Ama çevresi, birçoğu sosyalist olan aydınlarla doluydu. Sabahattin Ali, Nazım Hikmet’i 1930’lu yılların başında tanır. Sonraki yıllarda Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Azra Erhat, Nurullah Ataç, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli, Necatı Cumalı, Fahri Erdinç, Niyazi Berkes, Avni Arbaş ve Abidin Dino gibi sol düşünceden aydınlarla tanışır ve dostluklar kurar, ortak çabalar içinde olur.

Sabahattin Ali, toplumsal gerçekçi bir yazar olarak kendini ifade etmiş, şiir, öykü ve romanlarını bu ilkesel anlayışına göre yazmış, emekten yana, yurtsever, ilerici bir aydın, sosyalist bir kişilikti.

Onun kimi yazılarında dile getirdiği görüşler, kendisinin sol değerlere nasıl sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

“Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne…”

Nazım Hikmet’ten biliriz ki, bu ülkede hapishanelerde, bir anlamda aydınlar için birer üniversitedir. Sabahattin Ali hapse atıldığında şunu söylüyor, “Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir.”

Yaşamın zorluğu ve acımasızlığı ile halkın içinde bulunduğu durumu şu sözlerle dile getirir:“Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli; hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”

Bir iktidar ve düzen eleştirisine dair ise, hala güncel olan şunları söyler “Ve yine bu millet pek iyi biliyor ki, asıl tehlike bu memleketin istiklalini de, hürriyetini de, varlığını da tehdit eden bir tek ve hakiki bir tehlike, bugünkü ehliyetsiz iktidarın devamıdır.”

Sabahattin Ali’nin sosyalist dünya görüşüyle nasıl bir ülke özlemini şöyle dile getirir: “Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölesi gibi peşinden gidilerek değil, bu milletin selametini en iyi sağlatacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.

İnsan olmak, solcu olmaktır…

Sabahattin Ali, “Bir insanın vicdanı varsa eğer, solcu olmaktan başka seçeneği yoktur… Çünkü vicdan, insanın içindeki tanrıdır” der.

Bu topraklarda emekten yana, ilerici, yurtsever bir aydın olmak zordur. Türkiye aydını çok ağır bedeller ödedi. Sabahattin Ali, sol değerlere sahip bir aydın olarak bunlardan biriydi.

Felsefeci Afşar Timuçin’in dediği gibi, “Aydın, sadece bilgili insan değildir. Bilginin tek başına dönüştürücü gücü yoktur. Aydın bilgili ve etkin insandır.”

Sabahattin Ali, başını öne eğmemiş bir insan olarak, bu ülkenin sol aydın damarı içerisinde edebiyatımızın değerli bir ismidir.

Yaşadıkları ve yazdıklarıyla, dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de genç nesillerin yüreğini aydınlatmayı sürdürecektir.

Sabahattin Ali, “İnsan, dünyaya sadece, yemek, içmek ve sadece koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olmazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.” diyor. Onun bu insanca sebebi vardı: insanlığın kurtuluş düşü…

***

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın